Geçen haftaki yazımızda, Lübnan’da gerçekten muhalefet olarak tasnif edilen ya da edilebilecek ve Cumhurbaşkanı’nın ulusal diyalog konferansına davet ettiği güçler ile liderlerin, güçlerini toplayıp Lübnan devleti erkanına Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın son konuşmasına yönelik açık ve net tutumlarının ne olduğunu sormaya istekli olup olmayacaklarını sorgulamıştık.
Nasrallah’ın bu konuşmasını yine son yazımızda ana başlığı, devlete son kurşunu sıkmak ve yerini almak olan kurucu, provokatif ve üstten bakan bir bildirge şeklinde tanımlamıştık.
Maalesef, beklentilerimiz boşuna gitti ve arzu edilen soru gelmedi.
Muhalefet konferansı boykot etti ve katılım aynı telden çalan “ev sahipleri” ile sınırlı kaldı.
Yine de Lübnanlı muhalif güçlerin çoğu, kanayan yaraya parmak basmayarak bir kez daha başlarını kuma gömmüş oldular.
Tek istisna, konferansın sonuç bildirisi ve kararlarına dair çekincelerini, Hizbullah’ın sözlerini tutmadığını ve mevcut sorunun temel nedeni olduğunu cesurca ve yüksek sesle dillendiren eski cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’dı.
Bir de Dürzi lider Velid Canbolad’ın temsilcisi, Demokratik Buluşma Bloğu Başkanı Milletvekili Timur Canbolad’ın pozisyonuydu.
Bunlar dışında muhalefet cephesinden gelen tepkiler içi hava dolu sıradan konuşmalardan ibaretti.
Lübnan davasının tasfiye edildiğini ve egemenliğini kaybettiğini gösteren, rasyonel kurtarma kararları yerine kasıtlı iç savaş tehdidi ile zaten kaybedilmiş istikrar ve iç barış için dökülen timsah gözyaşlarını içeren, içinin boşluğu ile trajik sonuç bildirgesinin okunmasından sonra, bahsettiğimiz koyu karanlık geleceğe gerçekten girdiğimizi ne yazık ki kesin bir şekilde teyit edebiliriz.
Baabda Sarayı’ndaki eksik ve güvenilir olmayan diyalog masasının sonuçlarını ancak bir monologdur.
Hizbullah’ın planladığı ve Lübnanlıların acılarını ve açlıklarını umursamadan dayattığı politikaları için boş bir kağıda atılan bir imza ve kendisine boyun eğmedir.
Bu eylem onun silahının boyunduruğuna girmek demektir.
Bu konferansın sonuç bildirgesi, taşıdığı tüm anlam ve tehlikeler ile Lübnan meselesinin tasfiyesinin açıkça ilanıdır.
Bu durum daha sözde diyalog konferansı düzenlenmeden önce aşikar ve anlaşılırdı.
Aksi takdirde, eski Temsilciler Meclisi başkanı ve devlet adamı Hüseyin el-Hüseyni’nin davet edilmemesindeki kötü niyetli kasıt başka nasıl anlaşılabilir?
Tüm eski cumhurbaşkanları ile başbakanlar davet edilirken, sağduyulu bir politikacı, silahlı Hizbullah’ın Şii çevre üzerindeki açık kontrolüne rağmen dini grubu ve vatanı içinde itibarlı bir merci olan Hüseyin el-Hüseyni’nin çağrılması kötü niyetten başka nasıl yorumlanabilir?
Bu bilge bir ulusal sesi susturma çabası sehven gerçekleşmişse bir felakettir.
Kasıtlı ise daha da büyük bir felakettir.
Her halükarda, geçen perşembe günü Baabda Sarayı’ndan Lübnanlıların acılarını hafifletecek hiçbir beyaz duman çıkmadı.
Ne sonuçlar ne de belirlenen hedefler sarayın avlularındaki göstericileri susturdu ve ufukta küçük de olsa bir umudun belirmesini sağladı.
Hatta tam tersine, sonuç bildirgesinin içeriği, her zaman göstericileri vatan haini olarak niteleyen, göz dağı verip özgürlükleri sindirerek muhalif sesleri bastıran Hizbullah’ın pozisyonları ile çakıştı.
Daha da kötüsü bildiriyi kaleme alan emir kulunun, sıkıntılarının ve kötü durumunun sorumluluğunu ezilen halka yüklemesiydi.
Baabda Sarayı’ndaki diyalog masası için yapılan davet, sözde istikrar ve iç barışı koruma etiketi altında yapılmıştı.
Peki ama Lübnan’da gerçekten korunması gereken bir iç barış var mı?
Ülke kırılgan olsa da bir istikrarın gölgesinde yaşıyor mu ki bunu koruyalım?
Gerçekler, sokaklardaki barikatlar kaybolsa da Lübnan'ın hala gizli bir iç savaş durumunda olduğuna işaret ediyor.
İç barış, doksanlı yıllardan bu yana birbirini takip eden iktidarların pazarladığı bir yanılsamadır.
Suriye işgali ile bir yandan ülkenin egemenliğini baltalayan diğer yandan kaynaklarını talan eden uygulamaları gölgesinde bir iç barış mı vardı?
Dış ideolojik, kültürel, mezhepsel ve politik uzantıları olan devlet dışı bir tarafın silahının varlığının ışığında iç barış nerede?
Lübnan’da toplumun dokusunu değiştirme, temelinde yer alan tüm ilkeleri kademeli olarak ortadan kaldırma, modern ve uygar yüzünü değiştirmeye dönük sıkı çalışmalar ışığında bir iç barıştan bahsedilebilir mi?
Eski Başbakan Refik Hariri ve bütün “Sedir Devrimi şehitleri” 2005 yılında suikasta uğradıklarında iç barış neredeydi?
Lübnan 2006 temmuzunda İsrail ile savaşa sürüklenirken, 2008 mayısındaki olaylar yaşanırken iç barış neredeydi?
2008’den sonra kurumlar esir alınıp anayasal kazanımlar yok edilirken, cumhurbaşkanlığı makamı uzun bir süre boş kalırken, melez bir seçim yasası hazırlanıp silah ve aşırı gücün baskısı altında yasama seçimleri düzenlenirken iç barış neredeydi?
Bugün ülkenin sınırlarından geçiş serbest, sosyal ve ekonomik güvenlik kaybolmuşken iç barış nerede?
Bugün ülke Hizbullah’ın silahı ve zaman zaman karşımıza geçip geleceğimizin hatlarını belirleyen bir yüksek rehber aracılığıyla bir İran işgali altında iken iç barış nerede?
İktidar karşıtı güçlerin, partilerin ve liderlerin Lübnan’ı bu trajik sona sürüklemeye katkıda bulundukları doğru olabilir; ancak bugün Lübnan’ın muzdarip olduğu sorun ve rahatsızlıkları hissetmiyor olmaları mantıklı mı?
Lübnan ve varlığına ilişkin tehlikeler bu kadar açık ve net olmasına rağmen algılamamaları mümkün mü?
Bir cephede birleşemiyorsa tek ve temel sorunla, Hizbullah’ın silahının gücü ve bölgesel uzantısı ile karar yapımı üzerindeki baskısı ile yüzleşme yollarını ele almak için bir toplantı dahi düzenleyemiyorlar mı?
Maalesef, olan budur.
Ketaib Partisi Lideri Sami el-Cemayel’in Hizbullah lideri Nasrallah’ın son konuşmasına yönelik tutumu dışında, ne eski başbakanların açıklaması Hizbullah’ın silahı ve devleti esir alması konusuna değindi ne de diğer muhalif taraflar bu tehlikeli konuşmayı hedef alıp devletten açık bir pozisyon benimsemesini talep etti.
Bu, gerçekten eleştirilmesi ve bu göz yummayı haklı çıkarmak için açık ve ikna edici bir sebep bulmaya çalışmak için üzerinde durulması gereken bir husustur.
Bu muhalefet güçlerinin gerçekten de birleşik bir vizyona ulaşarak Lübnan’ı kurtarmak gibi bir niyetleri olup olmadığını, hala ülkenin çıkarlarının gerektirdiği gibi değil de kişisel çıkarları ve aralarındaki anlaşmazlıklara göre mi hareket ettiklerini sormak artık hakkımızdır.
Sonuç olarak,
Lübnan’ın gözü kapalı bir şekilde gittikçe daha derinlere düştüğünü görmek ve emin olmak için artık büyütece ihtiyaç yoktur.
Çünkü çok açık ve net bir şekilde ortadadır.
Muhalefet, bu düşüşü durdurmak için Washington himayesinde uluslararası bir çözümü bekliyorsa bu ancak, düşmanının cenaze törenine katılmak için ahmakça bir bekleyiştir.
Washington, Lübnan adında bir ülkeyi hiçbir şekilde hesaba katmadan başkanlık seçimleri kampanyalarını yaşıyor.
Washington ve uluslararası toplum, halkına karşı eziyetlerinde çok ileri giden, yayılmasını haklı göstermek için çatışmalar yaratan, toplumlarının refahını, özgürlük hakkı ve onurunu hedef almak için haklı davaları istismar eden, çok geçmeden kendi başına bela olan teröre kucak açan rejimlere karşı Ceaser vb. yasalarla yaptırım ve ablukayı ağırlaştırıyor.
Lübnan da değişmediği sürece uluslararası toplumdan yardım almak yerine ancak bu yaptırımların yan etkilerinden biri olarak tasnif edilecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish