Renklerin savaşı

Bu yaşananlar geçtiğimiz üç yıl içinde Brexit dolayısıyla yaşanan bölünmeyi ve ortaya çıkan gürültüyü akla getirdi

Fotoğraf: The Times

Amerikalı romancı William Faulkner, ‘Requiem for a Nun’ isimli ünlü eserinde, “Geçmiş hiçbir zaman yok olmaz” der.

ABD’nin eski Başkanı Barack Obama, 2008'deki seçim kampanyası sırasında ülkedeki ırkçılık sorununun analizine ilişkin yaptığı önemli konuşmalarından birinde bu cümleye atıfta bulunarak "ve de gömülmez" diye ekledi.

Bununla birlikte ırkçılık yalnızca ABD’ye özgü bir sorun değildir, bilakis kökleri tüm dünya ülkelerine kadar uzanır.

Hemen hemen her ülkenin bir şekilde bu sorundan mustarip olduğunu söyleyebilirim.

Köle ticaretinde uzun bir geçmişi olan bir ülke olan Libya'da, günlük dilde ırkçılığı çağrıştıran öyle kelimeler var ki kalbi olan biri bunlar karşısında utanç duyar.

Özellikle son yıllarda Afrikalı göçmenlere karşı ırkçı uygulamalar, uluslararası olarak belgelenmiştir.

Minneapolis'te patlak veren ve Atlantik dalgalarının üzerinden İngiltere, Fransa ve Belçika'ya ulaşan bu ateşin hiçbir şekilde bu trajediye bir son vereceğini düşünmüyorum.

Irkçılık, Amerikan yapımı bir şey değildir. Bu hiç tartışmasız böyledir. Fakat bu kıtadaki ırkçılık, tarihsel olarak bir dizi boyutu da içererek ülkeyi neredeyse beş yıl süren bir iç savaşın ortasına sürüklemiştir.

ABD’yi diğer ülkelerden ayıran şey, her ne kadar bir çözüme ulaşmasa da ve açıklaması uzun olan birtakım sebeplerden dolayı bu tünelden çıkmak için ciddi bir girişimde bulunmasa da sorunun varlığını itiraf etmesidir.

Nijerya asıllı İngiliz yazar Ben Okri'nin ifade ettiği gibi, bir ırkın diğerinden üstün olduğu ve ten renginin insanlık hiyerarşisinde konumları belirlediği inancı, güç ve tarih tarafından desteklenmektedir.

Irkçılığın bir gerçeklik olarak kendine yer bulması, güçlü ve rekabet kabul etmeyen bir gücü gerektirir.

Amerikalı yazar Adam Shatz’ın dediği gibi; 

Irkçılık kişisel nefret, cehalet veya önyargı değil, bir sistemdir.


Geçen hafta Londra'nın ve diğer şehirlerin meydanları, ırkçılık karşıtı ve faşist sağcı örgütlerin üyeleri arasındaki savaşla tek bir renge büründü.

Savaşın sebebi, köle ticariyle irtibatlı geçmişleriyle bilinen bir dizi figürün çeşitli İngiliz şehirlerinde dikilmiş heykelleriydi.

Bir grup, bu utanç verici tarihi hafızalardan kazımak için heykelleri yıkmak isterken, diğer grup ise tarihi bu yazgısından korumak için tam tersi bir gerekçeden hareket ediyor.

Oysa İngiliz tarihçi Simon Schama’nın da dediği gibi heykeller tarih değil, doğrusu bunun aksidir.

İngiliz yazar Charlotte Higgins, Roma döneminden beri heykellerin dikildiğini ve yıkıldığını hatırlatıyor.

Bu heykellerin kamu alanlarına ve meydanlara dikilmesinin sebebi kontrol ve güç dürtüsüdür. Kontrol iktidarla ilgilidir ve iktidarlar değişir.

İki taraf arasındaki savaşların sebebi, tartışma ve analize hitap eden açık diyalog arzusunun yokluğudur.

Bir diyaloğun kurulamaması ise her grubun katı bir ideolojik tutuma sarılması ve geçilemeyecek kırmızı çizgiler belirlemesidir.

Liberal sağcı yazar Peter Hitchens’in dediği gibi diyaloğun yokluğu, özgürlüğün yokluğu anlamına gelir.

Özgürlüğün yokluğunda ise alternatif, şiddete sığınmaktır.

Bristol’de heykel krizi yumurtadan çıkarıldı.

Yüzlerce protestocu Edward Coldstone adlı köle tüccarının heykelinin etrafında halka oldu, heykelin baş kısmına halatlar doladı ve üzerinde bulunduğu platformdan devirdiler.

Ardından nehirde batana dek heykeli asfalt yolda sürüklediler. Televizyon ve sosyal medyada bu sahne canlı olarak yayınlandı.

Savaşlar hızla Londra'ya sıçradı. Docklands bölgesindeki Robert Milligan isimli köle tüccarının heykeli devrildi ve Winston Churchill'in Westminster'daki heykeli parçalandı.

Ancak Churchill, kalplerde yeri olan bir liderdir. Heykelinin parçalanması, İngiltere'yi ve dünyayı Nazizmin şerrinden kurtaran bir lidere yapılan saldırıydı.

Irkçı muhaliflerin hesaba katmadıkları bu eylem, sağcı örgütlerin kadrolarını seferber etmelerine yol açtı.

Bu örgütlerin meydanlara dökülmesi açık bir şekilde ‘savaş ilanı’ demekti.

Hükümetin uyarılarına, sağlık kurumlarının ve bilim adamlarının çağrılarına rağmen kimse, ölümcül bir düşman olan virüse yakalanabileceğini düşünmedi.

Çıkan gürültü diğer tüm sesleri bastırdı. Her iki grup hızlı bir şekilde heykellerle ilgili meseleyi bir kenara bırakıp uzun zaman önce ödenmemiş hesaplarını kapatmaya döndüler.

Polis güçleri ideolojik savaşçıları ayırmakta güçlük yaşadı. TV kanalları, radyo ve sosyal medya aracılığıyla yapılan analizler ve yorumlarla birlikte savaşın alanı genişledi.

Daily Mail ve The Mail on Sunday gazeteleri, imparatorluğu, tarihini ve heykellerini savunan sağcıların bayrağı oldu.

Bu yaşananlar geçtiğimiz üç yıl içinde Brexit dolayısıyla yaşanan bölünmeyi ve ortaya çıkan gürültüyü akla getirdi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU