Ev sinemasında bu hafta: Anlatılmamış bir hikaye; “Capone”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Halka açık alanların koronavirüs pandemisi nedeniyle kapanmasıyla birlikte Amerika’da birbiri ardına ortaya çıkan iflas başvurularına büyük sinema işletmeleri de eklenince oluşan talepler karşısında film dağıtımcıları da yönünü çevrimiçi dijital yayına ve ev videosuna doğru çevirmeye başladı.

Bu sene vizyona girişi merakla beklenen yapımlar arasında yer alan; ünlü İtalyan-Amerikalı gangster Al Capone’nin biyografik draması da şu anda diğer birçok film gibi bu yönde gösterim sürecinde değişiklik yaşayan filmlerden biri oldu.

Filmin yönetmen koltuğunda oturan Josh Trank’ın bizzat kendi Twitter hesabından, Capone adlı üçüncü uzun metrajlı filmiyle ilgili yaptığı paylaşımla, filmin her ne kadar sinema salonlarında gösterilmek üzere çekilmişse de mevcut koşullar nedeniyle beyaz perde gösteriminden önce 12 Mayıs’tan itibaren “kirala & izle” yöntemiyle isteyenlerin çevrimiçi online gösterim alternatifleriyle filmi şimdiden seyredebileceğini duyurdu.

Ayrıca filmin salgın sonrası normalleşme günlerinde sinemalarda da gösterime gireceğini belirtti.

Film, tıpkı Capone’nin kendisi gibi sosyal faaliyetlerimiz için ev ile sınırlandığımız şu günlerde çevrimiçi yayınlar içinde seyretmek için mükemmel bir tercih.

Ama gözüme oldukça batan makyaj uygulamasının beyaz perdede nasıl görüneceğine dair bir merak bıraktığı için, eğer Türkiye’de sinema salonlarında kendine bir gösterim imkanı bulursa şahsen bir kez daha sinemada izlemek isteyeceğim bir film oldu.


Anlatılmamış bir hikaye; “Capone”

Yönetmen: Josh Trank / Oyuncular: Tom Hardy, Linda Cardellini, Matt Dillon, Al Sapienza, Kathrine Narducci, Noel Fisher, Gino Cafarelli, Mason Guccione, Jack Lowden, Kyle MacLachlan, Josh Trank, Neal Brennan / Süre: 104 dakika
 


17 Ekim 1931. Dünyanın en kötü şöhretine sahip gangsteri gelir vergisi kaçakçılığından hüküm giyer.

Ancak hapisteyken yakalandığı nörosifiliz (beyin veya omurilik enfeksiyonu) nedeniyle sağlığı zihinsel ve fiziksel olarak çöker.

On yıl sonra artık tehdit olarak görülmediğinde ise Florida’da hükümet gözetiminde sürgünde yaşamak üzere serbest bırakılır.
 


İşte Capone’nin cezaevinden serbest bırakılmasından birkaç yıl sonra, 1940’ların ortalarında, kendi malikanesinde diğer aile üyeleriyle bir arada olduğu bir Şükran Günü’nde başlayan bu film, ünlü gangsterin bugüne dek anlatılmamış hikayesini kadrajına alan; onun kırk yedi yaşında bunamadan mustarip olduğu ve geçmiş suçlarıyla boğuştuğu hayatının son yılıdır.
 


Hikaye ayrıca, diğer aile üyelerinin varlığından haberdar olmadığı gizli bir oğul ve malikanenin herhangi bir yerine saklanmış olabileceği düşünülen on milyon dolarlık bir gizemi barındırıyorsa da film bunları derinlikli bir şekilde ele almak yerine konuya üstünkörü değinerek üzerinden geçmeyi tercih ediyor.
 


Ve perspektif olarak daha çok Capone’nin bu hastalıklı düşüşüne üzüntüyle eşlik ve tanıklık eden, onun bu gidişatını seyreden insanların yaşadıklarına ve Capone’nin halüsinasyon ile gerçekliği birbirine karıştırdığı anlarına odaklanıyor.

Paranoya nöbetleri

Amerika’nın içki yasağı döneminde alkol kaçakçılığı ile başta Chicago olmak üzere ülke genelinde büyük ağırlığı olan ve piyasayı demir yumruğuyla yöneten iş adamı ve mafya lideri Al Capone hapiste geçirdiği yılların sonunda kendisini bulan bunama nedeniyle devlet gözetiminde serbest bırakılınca evinde istirahate çekilir.
 


Ancak ona paranoya nöbetleri yaşatarak huzurunu kaçıran kendisine musallat olan geçmişi ne yazık ki sürekli onun peşindedir.

Roma sütunları, süslü şömineler, pahalı sanat eserleri ve eşyalar ve devasa bir bahçeyle çevrili malikanesinde inzivaya çekilen Capone kendisine en yakın olan insanlarla bir aradadır; onu hem seven hem de bir o kadar nefret eden karısı Mae, ona acıyan oğlu Junior, onun sağlık sürecini yakından takip eden Doktor Karlock, onun koruması Gino ve ona saygı ve korkuyla karışık bir endişeyle yaklaşan diğer arkadaşları, evin bahçıvanları ve diğer çalışanları…
 


Bununla birlikte, etrafı her ne kadar böylesi bir kalabalıkla çevrili olsa da çoğu zaman yanılsamalarıyla geçen günlerinde bir bakıma hep yalnızdır; etrafındaki olanca kargaşa ve gürültüye rağmen sürekli kendi iç sesini dinlemekte, zihninin ona oynadığı oyunları çözmekle meşguldür.
 


Bu sırada; tabii ki böyle bir para gerçekse ve Capone’nin hayal ürünlerinden biri değilse federal ajan Crawford ve adamları Capone’nin on milyon doları nerede sakladığını öğrenmek için onun her anını takip ediyor, her şeyi izliyor ve herkesi dinliyor.

Fakat sorun şu ki, Capone bu parayı nereye sakladığını bir türlü hatırlamıyor.
 


Bunun üzerine ailenin borçlarına karşılık olarak tasfiye halinde olan evdeki tüm eşyalar, heykeller ve diğer sanat eserleri satılığa çıkarılıyor.

Bu arada Capone’nin karısı Mae her cevap verdiğinde yüzüne kapanan Cleveland’dan gelen cevapsız telefon aramaları alıyor.
 


Capone’nin bu zor zamanlarında eski iş ortağı Johnny onu ziyarete geliyor. Eski dostunun gelişini fırsat bilerek kimse peşlerine düşmesin diye kılık değiştirerek evden çıkan Capone onunla birlikte balık tutmaya gidiyor, akşamları ise evlerinde ya onunla sohbet ediyor ya da Oz Büyücüsü gibi filmler seyrederek şarkılar söylüyor.

Ama sorun şu ki Capone artık hayallerini ve kâbuslarını gerçeklikten ayıramıyor gibi görünüyor.
 


İzlemeye değer bir performans

“Kara Şövalye Yükseliyor” filminde Batman’in ezeli düşmanı olarak karşımıza çıkan, “Mad Max: Fury Road”da çapulcuları savuşturan, filmdeki rolüyle “Venom” gibi bir karakteri bile seyirciye sevdiren Tom Hardy, bu defa dağınık ve seyrek saçları, yaralı yüzü ve yetişkin beziyle ortalarda dolaşarak etrafına tehlike saçan bir gangster olarak karşımıza çıkıyor.
 


Bu filmle kariyerinin belki de en çılgın rolünü üstlenen Tom Hardy, Al Capone’ye benziyor mu diye sorarsanız; bence uzağından bile geçmiyor.

Bana göre kendisine uygulanmış bu yoğun makyajla dahi bir parça olsa bile Capone’yi andırmıyor.

Hatta makyaj ve mimiklerdeki bu abartının yanı sıra Capone’yi hayata geçirmek için benimsediği ses bile zaman zaman konsantrasyonu dağıtıyor.
 


Ama ben şahsen bu film nezdinde tüm bunları tolere edilebilir olarak görüyorum.

Çünkü her ne kadar benzerlik açısından yanlış bir oyuncu seçimi olmuşsa da ve makyaj uygulaması bile bunu kurtaramamışsa da tüm bunlardan bağımsız olarak genel olarak Tom Hardy’nin performansına baktığımda rolü için ne kadar çaba harcadığını görmek mümkün.
 


Halk arasında bunama olarak da bilinen demans hastalığı olan insanların nasıl yürüdüğü ve konuştuğunu incelemek için çok fazla zaman harcadığına dair hiç şüphe yok.

Kan çanağına dönmüş, sürekli boşluğa doğru bakan gözler, geniş ve kalın dudaklarının arasından düşmeyen purolar, İngilizce ve İtalyanca dillerinde zorlukla ve çaresizce çıkardığı zaman zaman anlamsız sesler oyuncuyu tam anlamıyla mesanesini bile kontrol edemeyen ve günden güne çürüyen bir yaşayan ölüye dönüştürmüş.
 


Bu açıdan bakınca gerçekten büyüleyici bir karakter çalışmasıyla izlemeye değer bir performans ortaya koyan Tom Hardy, karakterin gerçeküstü halüsinasyonlarını yönetmenin Kubrickvari bir ürperticilikle ele almasına olanak vererek filmde pek çok etkili sahnenin ortaya çıkmasını sağlamış.

Umut vermeye devam

Fantastik bilimkurgu yapımların geleneksel teması içine oldukça gerçekçi ve heyecan verici bir hayatı yerleştirdiği ilk uzun metrajlı filmi Chronicle ile süper kahraman olgusuna bambaşka bir bakış açısı getirerek seyirci ve eleştirmenlerden övgü toplayan fakat prodüksiyon aşamasından vizyonuna kadar her aşamasıyla bir fiyaskoya dönüşen ikinci filmi Fantastic Four sonrası aldığı eleştiriler nedeniyle bir süre sinemaya uzak kalan Josh Trank, süper kahraman ve bilimkurgu filmlerine ara verip rotasını bir biyografiye çevirdiği yeni filmi Capone ile umut veren kariyerini yeniden canlandıracak gibi duruyor.
 


Capone’nin sorunlu zihnini araştırmaya çalışan yönetmen yeraltı dünyasının bu efsanevi ismini kadrajına alan diğer filmlerden farklı olarak karakteri bu defa acımasız bir katilden ziyade huysuz bir yaşlı adamın daha çok hüzünlü ve trajik anlarıyla tasvir ediyor.
 


Bu açıdan acımasız, sadist ve bencil bir adamın günahları için bu şekilde acı çekmesini hak ettiğini mi söylemeye yoksa acı çekmenin sonuçlarını seyirciye göstererek empati duygumuzu açığa çıkarmaya mı çalıştığına henüz karar verememiş olsam da içten içe çürümeyle ortaya çıkan bir psikodramın efsaneleşmiş bir karakteri bile günü geldiğinde koltuğundan nasıl indirdiğini çarpıcı bir şekilde ele alıyor.
 


Capone, kötü şöhretli bir gangsterin fırtınalı dünyasını anlatan bir film arayanları tatmin etmeyebilir.

Eğer ahlaki açıdan karmaşık duygulara sahip bir kahramanın göz alıcı yükselişi ve trajik düşüşü hakkında tipik bir suç hikayesi arıyorsanız, bu o film değil.

Dönemimin en meşhur mafya kralının son günlerine vahşice bakış atan film komik olduğu kadar korkutucu ve tam anlamıyla açığa çıkan bir deliliğin acımasız bir gösterisi.

Ama yine de Capone’nin son yılında gittikçe kaybolan gücünün zirvesindeki ışıltısı ve şiddetini birbirine harmanlayarak çok daha ilginç bir şey ortaya koyuyor.
 


Capone, kendi hafızasına hapsolmuş bir karakterle ilgili öfkeli, şiddetli ve umutsuz bir film olduğu kadar kendi kulvarında da oldukça cesur bir film. Ama bu Capone hakkında söylediklerinden dolayı değil, Josh Trank’ın küllerinden doğarak kariyerini bu şekilde yönlendirme cesareti gösterebilmesiyle ilgilidir.
 


Capone, yıllar önce Chronicle filminde ortaya koyduğu yenilikçi tarzı gibi, Josh Trank’ın bir sonraki aşamada ne yapacağını görmek için -büyük bütçeli bir süper kahraman filmine çekmeye niyetlenmediği sürece- önümüze bir kıtır koyan ve bizi heyecanlandıracak türden bir film.  


Haftanın diğer filmleri

Adalet Birliği Karanlıktakiler: Apokolips Savaşı

Yönetmen: Matt Peters, Christina Sotta / Seslendirenler: Matt Ryan, Jerry O'Connell, Taissa Farmiga, Stuart Allan, Tony Todd, Ray Chase, Jason O'Mara, Rosario Dawson, Rainn Wilson, Rebecca Romijn, Camilla Luddington, Christopher Gorham, Shemar Moore, Hynden Walch, Liam McIntyre, John DiMaggio, Sachie Alessio, Roger R. Cross, Sean Astin / Süre: 90 dakika
 


Süpermen, Batman ve Constantine gibi DC Sinema Evreni kahramanlarının gezegenlerin yok edicisi Apokolips’e karşı verdiği savaşı ele alan Justice League Dark: Apokolips War, 20 Mayıs tarihinde Türk Telekom’un dijital televizyon platformu Tivibu’nun yayın kuşağına giriyor.

2017 yılında çıkan Justice League Dark’ın devamı olan ve DC Sinema Evreni tarihindeki en büyük süper kahraman topluluğunu bir araya getiren bu animasyon filminde; önceki başarısız girişimlerinin ardından nihayetinde Dünya’nın Darkseid’in eline geçmesinden sonra, hayatta kalan kahramanlar Süperman’i suçlamayı bırakıp gezegeni kurtarmak için destansı bir son savaşta Darkseid’e karşı yeniden bir araya geliyorlar.


Görünmez Yaşam

Yönetmen: Karim Aïnouz / Oyuncular: Carol Duarte, Julia Stockler, Gregorio Duvivier, Bárbara Santos, Flávia Gusmão, Maria Manoella, Antônio Fonseca, Cristina Pereira, Gillray Coutinho, Fernanda Montenegro / Süre: 139 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği A Vida Invisível (The Invisible Life of Eurídice Gusmão) toplumun baskısı ve önyargılarıyla mücadele etmeye çalışan iki kadının hikayesini konu ediyor.

Biri piyanist olmak isterken diğeri hakiki aşkın peşine düşen Guida ve Euridice, maço kültürünün baskın olduğu 1950’lerde Rio de Janeiro’da yaşayan iki kız kardeştir.

Guida gerçek aşkı bulma ümidiyle yaşarken, Euridice ise piyanist olmanın hayalini kurar. Farklı yönlere savrulan kardeşler, birbirlerini bulma umudunu kaybetmeden hayatın zorluklarına karşı mücadele etmek zorunda kalırlar.

Marta Batalha’nın aynı adlı romanından uyarlanan filmin senaryosunun yazımında Aïnouz annesinin yalnız bir ebeveyn olarak nasıl zorlandığına dair kendi anılarından da esinlenmiş.

Brezilya’nın Oscar adayı olarak ilan edilen ve Cannes’da prömiyerini yapan Karim Aïnouz’un bu duygusal melodramını The Hollywood Reporter “renk, ses ve müziğe boğulmuş bir gündüz rüyası” şeklinde tarif ediyor.


Guardiola’nın Barça’sı

Yönetmen: Duncan McMath / Oyuncular: Lionel Messi, Xavi, Andrés Iniesta, Gerard Piqué, Carles Puyol, Victor Valdés, Sergio Busquets, Javier Mascherano, Dani Alves, Eric Abidal, Samuel Eto’o, Jordi Cruyff, Michael Carrick, Fabio Capello, Eiður Guðjohnsen, Thierry Henry / Süre: 109 dakika
 


Son yıllarda futbola farklı bir kimlik kazandıran Pep Guardiola’nın Barcelona takımının başında yaşadıklarının anlatıldığı Take the Ball Pass the Ball şimdi beIN CONNECT’te.

İz bırakan futbolculuk macerasının ardından Barcelona ile başlayan teknik direktörlük kariyerinde kırılmadık rekor bırakmayan Pep Guardiola, alışılagelmiş oyun anlayışının dışına çıkması ve tüm dünyanın hayranlıkla izlediği takımlar oluşturmasıyla adını futbol tarihine şimdiden altın harflerle yazdırmayı başaran futbolculardan.

Spor dünyasında yeni dönemin en önemli isimlerinden birisi olarak gösterilen Guardiola’nın 2008 yılında başlayan Barcelona günlerini anlatan bu belgesel, sporseverleri tam anlamıyla ekrana bağlayacak türden.

2010-2011 sezonunda “Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı” unvanını kazanmalarından Lionel Messi’nin A takıma çıktığı günlere, Real Madrid ile aralarındaki ezeli rekabetten, futbolcu olarak uzun yıllar hizmet ettiği kulübüne teknik direktör olarak dönmesine kadar birçok özel anın anlatıldığı bu nefes kesen belgesel, Guardiola’nın hiç bilinmeyen yönlerini de günışığına çıkarıyor.

Sporseverlerin ilgiyle seyredeceği Guardiola’nın Barça’sı isimli bu belgeseli beIN CONNECT üzerinden dilediğiniz zaman ya da Digiturk 13 no’lu beIN MOVIES STARS kanalında kusursuz ses ve görüntü kalitesiyle izleyebilirsiniz.


İşçi Arıların İsyanı

Yönetmen: Carlos Morett / Oyuncular: Gustavo Egelhaaf, Alejandro Suárez, Bárbara de Regil, Mauricio Argüelles, César Rodríguez, Fernando Becerril, Anna Carreiro, Carlos Macías, José Sefami, Raquel Garza / Süre: 94 dakika
 


20 Mayıs’ta Netflix yayın kuşağına girecek olan Rebelión de los Godinez (Mutiny of the Worker Bees) adlı bu Meksika yapımı komedi filmi günümüz Meksika’sında bir teknoloji şirketinde işe başlayan Omar Buendía’nın çalışma hayatını kadrajına alıyor.

Okulundan en iyi ortalama ile mezun olan ve şimdi kendisinden hayatta harika şeyler yapması beklenen Omar süper zeki bir adamdır. Ama Omar’ın büyükbabası onun bir teknoloji şirketinde işe girmesini sağlayınca artık Omar’in bildiği her şeyi unutması gerekecektir. Çünkü girdiği bu yeni dünyada hiçbir şey onun için eskisi gibi olmayacaktır.

Günümüzün 9-5 saatleri arasında çalışan profesyonelleri arasına karışan Omar böylelikle işyerinde garip insanlarla tanışır ve bu yeni iş onu ofis hayatının çılgın bir yolculuğuna çıkarır!


Ocean’s 8

Yönetmen: Gary Ross / Oyuncular: Sandra Bullock, Cate Blanchett, Anne Hathaway, Mindy Kaling, Sarah Paulson, Awkwafina, Rihanna, Helena Bonham Carter, Richard Armitage, James Corden / Süre: 110 dakika
 


16 Mayıs tarihinde Türk Telekom’un dijital televizyon platformu Tivibu’nun yayın kuşağına girecek olan Ocean’s 8; tümü kadın karakterlerden oluşan bir ekibin planladığı bir soygunu anlatıyor.

George Clooney’nin canlandırdığı Danny Ocean önderliğinde imkânsız soygunların altından kalkan bir ekibin maceralarını anlatan Ocean’s serisinin, tamamı erkeklerden oluşan ekibin yerine kadın karakterlerden oluşan bir soygun ekibinin yer aldığı yeni halkası, Debbie Ocean önderliğindeki bu yeni takımın New York’ta düzenlenen Met Gala’daki soygun girişimini ele alıyor.

Ocean’s serisinin bu spin-off bölümünde Danny Ocean’ın kız kardeşi olan Debbie Ocean, beş yıllık bir hapsin ardından serbest kalmıştır. Ancak planı özgürlüğünü kazandığı gibi tatile gitmek ya da sakin bir hayata geçiş yapmak değildir. Debbie hemen yeni bir soygun planına girişir.

Yıldızlar yağmurunun yaşandığı Met Galası'nı hedef alan Debbie, soygun için Lou, Nine Ball, Amita, Constance, Rose, Daphne Kluger ve Tammy’den oluşan mükemmel bir kadroyu toplar ve sekiz kişilik bu usta hırsız grubu, mükemmel soygun için kolları sıvarlar. En önemli hedefleri ise Daphne Kluger’ın boynundaki değerli gerdanlıktır.


Seni Seviyorum, Aptal

Yönetmen: Laura Mañá / Oyuncular: Quim Gutiérrez, Natalia Tena, Ernesto Alterio, Alfonso Bassave, Alba Ribas, Patricia Vico / Süre: 97 dakika
 


15 Mayıs’ta Netflix yayın kuşağına giren Te Quiero, Imbécil (I Love You, Stupid), sekiz yıllık bir sessizliğin ardından kameranın arkasına geçen aktris Laura Mañá’nın yönettiği romantik komedi türünde bir filmdir.

Her birinin kendisine has bir tarzı olan ve ne istediklerini bilen iki kadının arasında kalarak yönünü kaybeden ve onların arasında bir sarkaç gibi sallanmaya başlayan, hikayenin otuzlu yaşlarındaki kahramanı Marcos tabiri caizse Bridget Jones’un bir erkek versiyonudur.

Marcos tam da kendisiyle evlenmesini isteyeceği sırada kız arkadaşı tarafından terk edildikten ve hatta neredeyse aynı gün işini kaybedip ebeveynleriyle yaşamak için onların yanına döndükten sonra, çocukluk arkadaşı ve bir internet fenomeninin yardımıyla kendini modern bir adam olarak yeniden keşfetmeye çalışır.

Hayatı aniden tepetaklak olmasına rağmen pes etmeyip başarılı olmak için kendini yeniden yaratmaya karar verir ancak nereden başlayacağına dair de hiçbir fikri yoktur. Böylelikle ilk adım için her şeyin olduğu yere gider: İnternet!

Araştırma yaparken karşısına çıkan bir Youtuber’ın tavsiyelerini uygulamaya çalışırken korkuları, fantezileri ve hayal kırkılıklarıyla yüzleşen Marcos’un hayatına bu sırada hiç beklemediği insanlar girer.


Soluk

Yönetmen: Özkan Yılmaz / Oyuncular: Uğur Polat, Aslı İnandık, Emrullah Çakay, Tolga Evren / Süre: 94 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği, 56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Yarışması filmlerinden Soluk; üç karakteri kadrajına alıyor ve onların farklı bakış açılarındaki hayata tutunma arzusunu irdeliyor.

Orta yaşlı huysuz Tamer, ne kendisine ne de başkalarına bir yararı olamamış, hayata tutunmak için arkadaşlarına sarılmış hasta bir adamdır. Okuduğu okulu, hedeflerini, evliliğini, ailesini ve sonunda da yaşamını yarım bırakmıştır.

30’lu yaşlarına gelmiş, annesi ve abisiyle aynı evi paylaşan işsiz Aslı; Tamer’in tam tersine hayat dolu fakat içine kapanık genç bir kadındır. Vaktinin çoğunu Tamer’in evinde geçiren Aslı artık kendine bir amaç edinmiştir. Kendine bir dost, bir akıl hocası, bir yol gösterici bulmuştur.

Hastalara son nefeslerinde eşlik eden bir hasta bakıcı Celil ise çocukluğu mezarlıklarda oynayarak geçmiş, hayatı ölümle tanımış bir adamdır. Zamanı hastalarının belki de müşterilerinin hayatlarına dahil olarak geçmiştir.

Bu üç karakteri birleştirecek olan ise onların hayata tutunma arzusudur. İnsanları her zaman hayat birleştirmeyebilir, bu kez ölüm bu üç karakter için farklı kapılar açacaktır.


Uzaklar

Yönetmen: Gints Zilbalodis / Süre: 75 dakika
 


Başka Sinema ile sağladığı iş birliğiyle BluTV’nin yayın programına eklediği Away adlı bu animasyon filminde gizemli bir kazadan kurtulan genç bir çocuk, uyandığında kendini egzotik bir adada tek başına bulur.

Bir taraftan karanlık bir ruh tarafından takip edilmektedir ancak bu ruhun çocuğa yardım etmek ya da zarar vermek istediği belli değildir.

Bir süre sonra bir motosiklet bulur ve adayı keşfetmeye, kazanın ardındaki gerçekleri ve bu egzotik adanın gerçek doğasını bulmaya ve peşindeki karanlık ruhun gerçek amacını anlamaya çalışır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU