Kalın'dan Erdoğan-Putin görüşmesi hakkında açıklama: Bir mutabakata varma ümidiyle gidiyoruz

Kalın görüşmede İdlib'de atılabilecek adımlar konusunun kapsamlı bir şekilde ele alınacağını ifade etti

Fotoğraf: AA

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Kabine Toplantısının ardından açıklamalarda bulundu.

Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yarın yapacağı görüşme hakkında, “Bir mutabakata varma ümidiyle gidiyoruz” dedi.

Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulundu.

Toplantıda, iç güvenlik ve dış güvenlik konularının ele alındığını belirten Kalın, Ticaret Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının da kendi konuları ile ilgili sunum ve değerlendirmeleri olduğunu aktardı. 

Kalın, Suriye'de yaşanan gelişmeler, terörle mücadele, Doğu Akdeniz ve Libya'daki gelişmelerin detaylı bir şekilde ele alındığını, bu bağlamda Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT Başkanlığının sunumları olduğunu belirtti. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın takdim konuşmasında Bahar Kalkanı Harekatı ile neyin hedeflendiğini kabine üyeleriyle paylaştığını aktaran Kalın, "Özellikle İdlib'de verdiğimiz mücadelenin herhangi bir toprak elde etme amacıyla yapılmadığını, buradaki siyasi sürecin önünü açmak ve sivillerin korunmasını sağlamak amacıyla yürütülen bir mücadele olduğunun altını çizdi." diye konuştu. 

Bahar Kalkanı Harekatı ile rejime ciddi zayiatlar verildiğini vurgulayan Kalın, "Meşru müdafaa hakkı çerçevesinde bu mücadelemizin devam edeceği de kararlılıkla ifade edildi." dedi. 

Rusya ziyareti

Kalın, hem sahada hem masada güçlü olmak prensibi çerçevesinde, Türkiye'nin ulusal güvenlik sorunlarını teminat altına alacak adımları yoğun bir şekilde atmaya devam etiklerine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın bir Moskova ziyareti olacak ve burada Sayın Putin'le ve heyeti ile İdlib'de atılabilecek adımlar konusunu da etraflı bir şekilde ele alma imkanımız olacak. Moskova'ya giderken bizim temel çerçevemiz daha önce Rusya Federasyonu ile imzaladığımız İdlib Mutabakatı çerçevesinde acilen bir ateşkesin sağlanmasıdır. Burada 2018 yılında yaptığımız bu mutabakat çerçevesinde İdlib çatışmasızlık bölgesindeki ihlallerin bir an önce sona erdirilmesi temel beklentimizdir. Böylece hem üzerinde mutabık kalınan bu anlaşma hayata geçirilecek hem çatışmalar sonlandırılacak hem de mülteci krizinin aşılması noktasında da önemli bir adım atılacaktır.

Türkiye'nin Rusya ile kapsamlı ilişkileri bulunduğunu vurgulayan Kalın, "Özellikle İdlib'de yaşanan hadiseler çerçevesinde bir ortak anlayışla bir mutabakata varma ümidiyle gidiyoruz ama buraya giderken dediğim gibi Türkiye'nin pozisyonunun son derece açık ve net olduğunu da bir kez daha ifade etmek istiyorum" diye konuştu. 

Suriye krizinin çözümünün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı 2254 nolu karar çerçevesinde belirlenen temel ilkeler olduğunu aktaran Kalın, şunları söyledi:

Bir askeri çözümden ziyade siyasi sürecin ilerletilmesi, Anayasa Komisyonu'nun çalışmalarını bir an önce tamamlanması, Suriye'de meşru, şeffaf uluslararası gözlemcilere açık bir seçimin gerçekleştirilmesi ve Suriye halkının ve mültecilerin iradesini sandığa yansıtacak bir seçimin yapılarak orada demokratik meşruiyeti olan, kuşatıcı, çoğulcu, şeffaf bir yönetimin iş başına gelmesidir. Bu manada da Esad rejiminin dün açıkladığı, basından öğrendiğimiz kadarıyla, nisan ayında bir seçim yapılacağına dair ilanının da hiçbir hükmünün olmadığını, bunun geçen sefer yapılan seçimden hiçbir farkının olmayacağını, ne bizim ne de Suriye halkı nezdinde ne de uluslararası toplum nezdinde bir meşruiyetinin bulunmayacağını da tekrar ifade etmek istiyorum.

"Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar"

Suriye'de yaşanan gelişmeler bağlamında bir sığınmacı krizi ile de karşı karşıya olunduğunu ifade eden Kalın, şöyle konuştu:

Aslında bu kriz geçtiğimiz hafta ya da geçtiğimiz ay ortaya çıkmadı. Sayın Cumhurbaşkanımız müteaddit kereler geçtiğimiz yıllar içerisinde bu krizin artık taşınamaz, yönetilemez bir noktaya geldiğini birçok vesile ile ifade ettiler. Fakat maalesef Avrupalı dostlarımız 'mülteciler bize gelmediği müddetçe, sınırlarımıza dayanmadığı müddetçe bizim sorunumuz değildir, başkasının sorunudur' yaklaşımıyla bu meseleyi ele aldıkları için de bugün panik halinde 'bu göçü nasıl durdururuz' diye harekete geçmiş durumdalar. Külfet paylaşımı olmazsa herkesin yükü artar.

Bu ilke çerçevesinde mülteci krizine bir çözüm bulunması için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yoğun diploması trafiğinin devam ettiğini anlatan Kalın, bugün AB Konseyi Başkanı Charles Michel'in, iki gün önce de Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov'un Türkiye'de olduğunu hatırlattı. 

Önümüzdeki günlerde mülteci krizine çözüm bulma noktasında temas, ziyaret ve telefon görüşmelerinin devam edeceğini vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:

Bizim tabii buradaki temel beklentimiz, çünkü sık sık soruluyor bu konu, 'Türkiye-AB mülteci anlaşması yürürlükten kalktı mı' veya 'revize edilecek mi, güncellenecek mi' diye... Öncelikle bu anlaşmanın temel hükümlerinin uygulanması dahi hızlı bir şekilde bu süreci rahatlatacaktır. Biz daha önce de birçok defa ifade ettik; 2016 yılından beri Türkiye bu anlaşma çerçevesinde üzerine düşen yükümlülükleri fazlasıyla yerine getirmiştir. Türkiye'nin çabaları, gayretleri, planlamaları sayesinde Avrupa'ya düzensiz göç önlenmiştir. Ama artık Türkiye'nin de kapasitesinin bir sınırı vardır. Bize Suriye'den, İdlib'den, başka yerlerden, Afganistan'dan, İran'dan, Libya'dan mülteci akını devam ettiği müddetçe ve bu mülteci akınına sebep olan siyasi kargaşa ve askeri çatışmalar devam ettiği müddetçe ne Türkiye'nin ne de bir başka ülkenin bu sorunu tek başına çözmesi elbette mümkün değildir.

İdlib ve Suriye meselesine çözüm ararken aynı zamanda Türkiye'ye verilen sözlerin yerine getirilmesinin de önem arz ettiğini belirten Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

Türkiye-AB anlaşması çerçevesinde Schengen vize sistemine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dahil edilmesi, öngörülen maddelerden biriydi ve bu gerçekleştirilmedi. Gümrük Birliği'nin güncellenmesi yine bu müzakerelerin bir başlığı idi, bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yeni fasılların açılması yine bu çerçevede öngörülen başlıklardan biri idi fakat bu da gerçekleşmedi. Ayrıca Türkiye'ye mülteciler için gönderilmesi öngörülen 3+3, yani toplamda 6 milyar avroluk yardım da sadece yarısı ödenmek suretiyle adeta böyle bir yavaşlatılmış film halinde orada bekliyor. Kalan kısmının ödenmesinin hızlandırılması konusunda AB bürokrasinin nasıl harekete geçeceğini açıkçası bilmiyoruz. Bu tabii ki onların kendi iç meselesi ama eğer mültecilere yardım konusunda özellikle bu zor şartlarda evlerinden, barklarından mahrum olan insanlara yardım etmek istiyorsa Avrupa Birliği ve ilgili kurumları hem bu kalan fonun hem de ilave fonların nasıl yönetileceğine dair hızlı, somut, öngörülebilir bir yol haritasını ortaya çıkartması gerekiyor.

Türkiye'ye vadedilen birçok konu bulunduğunu ancak bunların neredeyse hiçbirinin hayata geçirilmediğini anlatan Kalın, "Bunları da AB bürokrasisi, bizdeki mevzuat vesaire gibi gerekçelerle izah etmek inanın inandırıcılıktan son derece uzak. Bu kadar acil krizler varken, küresel boyutlara ulaşmış ve küresel iş birliği gerektiren meseleler varken AB'nin bürokrasisini buna gerekçe olarak göstermek çok kabul edilebilir değil" dedi. 

Terörle mücadele

Fırat'ın doğusunda, Rasulayn ve Telabyad bölgelerinde terörle mücadelenin kararlı bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Kalın, bu doğrultuda PKK terör örgütü ve onun uzantıları olan PYD-YPG ile DEAŞ terör örgütüne karşı mücadelenin sürdüğünü ifade etti.

Konuya ilişkin toplantıda bilgi sunulduğunu aktaran Kalın, "Bu bölgede istikrarın sağlanması ve sivillerin hayatının normalleştirilmesi için çabalarımız yoğun bir şekilde devam edecek. Yani gündemin sıcaklığı içerisinde biz İdlib'e yoğunlaşırken Türkiye'nin kontrolü altında bulunan Azez gibi, Cerablus gibi, El Bab gibi, Telabyad ve Rasulayn gibi bölgelerde gerçekten bir istikrarın, sükunetin olduğunu da göz ardı etmemek lazım" diye konuştu. 

Kalın, bu durumun bir gerçeği daha ortaya çıkardığına işaret ederek, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

Zaman zaman çeşitli taraflardan, rejim taraftarı çevrelerden, bu bölgelere, yani rejimin kontrolü altında olan bölgelere sivillerin ya da mültecilerin gönderilmesinden bahsediliyor. Ama gerçek şu ki ne yerlerinden edilen Suriyeliler ne de mülteci konumuna düşmüş olan Suriyeliler rejimin kontrolü altında olan bölgelerde yaşamak, buralara geri dönmek istemiyorlar. Onlar, tersine, rejimin kontrolünün olmadığı, Türkiye'nin kontrolünde olan bölgelerde kendilerini daha güvende hissediyorlar. Dolayısıyla BM ilkeleri çerçevesinde mültecilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşü sağlanacaksa bunun şartlarının mutlaka Suriye sahasında oluşturulması gerekiyor. Bunun için de tabii ki bizim hem Batılı müttefiklerimizden hem NATO'dan hem Avrupa Birliği'nden hem de diğer ülkelerden beklentimiz güzel söz ve temennilerin ötesinde somut, öngörülebilir, bir takvimi olan yardım sürecini, iş birliği sürecini başlatmalarıdır. Bu gerçekleşmezse bu yükü ne Türkiye'nin ne de bir başka ülkenin tek başına kaldırması elbette mümkün değildir.

 

Independent Türkçe 

DAHA FAZLA HABER OKU