Bakırhan: Ne iktidarın gölgesinde siyaset yaparız, ne de başka partilerin yedeğiyiz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu

Konuşmasının başında Rojin Kabaiş, Hakan Tosun ve Kadir Bağdu'nun ölümlerine dikkat çeken Bakırhan; bu soruşturmaların takipçisi olacaklarını söyledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bakırhan sözlerini şöyle sürdürdü:

"İnsanlar artık barış istiyor"

Çok önemli bir süreçteyiz. Çok önemli gelişmeler oluyor. 1 Ekim'de açılan yeni yasama yılıyla birlikte aslında toplumun gözü, kulağı da bu gelişmelerde, meclistedir; meclisin tartışmalarında ve yapacaklarıyla ilgilidir. Son bir yılda çözüm ve barış adına önemli anlara hep birlikte tanıklık ettik. Bütün bunlar, çatışmanın değil, siyasetin konuştuğu yeni bir dönemin kapısını araladı, kıymetlidir. Meclis çatısı altında kurulan komisyon kıymetlidir. Komisyon, bu sürecin en önemli zeminlerinden birisidir. Bu komisyon, bir asırdır ülke gündeminden düşmeyen ve son 50 yılda büyük acılar yaşatan bir meseleyi konuşuyor: Kürt meselesini konuşuyor. Komisyonda dinlediğimiz tüm davetlerin, farklı perspektiflerden de olsa ortak bir vurgusu vardı: Çözüm olmalı, ölümler sona ermeli. Eski meclis başkanları, umut hakkı ve eşit yurttaşlığın şart olduğunu vurgularken; akademisyenler, bu meselede kök nedenlere inilmesi gerektiğini ve zihniyetin değişmesi gerektiğinin altını çizdiler. Ekonomik kuruluşlar mevcut eşitsizliğin bitirilmesi gerektiğini belirtirken, hukukçular ise bu dönemin yeni bir toplumsal sözleşme için vesile olması gerektiğini nitelendirdiler. Tüm bu taleplerin en net ve acı ifadesi ise yüreği yanan ailelerden geldi. Hemen hemen katılan bütün aileler, “Artık yeter, çözüm gelsin, barış olsun.” dediler. Biz de canı, yüreği yanan bu ailelerin bu beklentilerine uygun bir çalışma içerisinde olacağımızı belirtmek istiyorum. Evet, insanlar artık barış istiyor. Anneler artık evlatlarına kavuşmak istiyor. Çünkü savaş demek veda demek, barış demek kavuşma demektir. Umarım bir an önce aileleri evlatlarıyla buluşturacağımız bir zemine Meclis büyük katkılar sunar.

"Cesur olmalıyız"

Komisyon dinlemeleri çok kıymetli. Evet, komisyon hemen hemen bu yaşanan son 40-50 yıllık süreçte etkilenen işçi, işveren, yaşamını yitiren kardeşlerimizin aileleri dâhil olmak üzere birçok çevre ile görüştü. Ama komisyonun son bir dinleme daha yapması gerekiyor. Sayın Öcalan’ı da dinlemesi gerekiyor. Sayın Öcalan konuştukça çözümün zemini güçleniyor. Hepimiz şahidiz. Son 40 yılda ne zaman Sayın Öcalan konuştuysa, Türkiye’de çözüm, barış gündeme geldi. Diyalog, müzakere gündeme geldi. Sayın Öcalan, sunduğu barış perspektifiyle süreci aydınlattığını hepimiz şahit olduk. 100 yıllık bir meselenin çözümünü konuşurken ürkek olunmaz. Biraz cesur olmalıyız. Önyargılarımızı bir tarafa bırakmalıyız. “Şununla görüşülsün, bununla görüşülmesin; şuna gidilsin, buna gidilmesin” 100 yıllık meselenin tartışıldığı bir süreçte öne konulması gereken bir yaklaşım değil. Komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesini bir tabuya çevirmemeliyiz. Demokrasiler tabularla değil, demokratik müzakerelerle gelişir.

Halk, meclisin dertlere deva, yaralara merhem olmasını bekliyor. Halk, meclisten Anayasa’nın kararlarına uyan ve milletin iradesini yansıtan düzenlemeler bekliyor. Gözler, Demirtaş, Yüksekdağ ve Kobani Kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımızın bırakılması için beklenen adımların atılması gereken bir dönemdir. Kimse unutmasın ki, bu meclisin omuzlarında bir yılın değil, yüzyıllık geleceğin tarih sorumluluğu duruyor. Demokratik Cumhuriyeti inşa etme göreviyle meclisimiz karşı karşıyadır. Türkiye'nin %95'inden fazlasını temsil eden meclise sesleniyoruz. Bu yıl herhangi bir yıl değil. Bu bağlamda çağrımız açık ve nettir. Gelin bu yasama yılını Türkiye tarihinin çözüm yılı yapalım diyoruz.

"DEM Parti ne istiyor?"

Değerli arkadaşlar, bize hep soruyorlar: DEM Parti ne istiyor? DEM Parti'nin çözümü nedir diye, çok açık ve sade bir dille tekrar anlatmaya çalışacağım. DEM Parti'nin sözü sadece bir bölgeye, bir kesime değil; tüm Türkiye'dir, tüm Türkiye'nin sözü ve sesidir. DEM Parti, bu ülkede yaşayan her yurttaş için adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin temel taşlarını inşa etmek için uğraşıyor. DEM Parti’nin somut kelimeleri de şunlardır: Herkese aynı nazardan bakan ve herkesi kapsayan anayasal bir yurttaşlık istiyoruz. Keyfilik rejimi değil, hukukun üstünlüğünü talep ediyoruz. Kayyumların değil, iradenin esas alınması gerektiğini istiyoruz. Sözün, basının ve örgütlenmenin özgürce nefes alabildiği kamusal bir alan olsun istiyoruz. Anadilde eğitim hakkını istiyoruz. Yerelin sözünün duyulduğu, kararının yerelden filizlendiği bir demokrasi istiyoruz. Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve İnfaz Yasası başta olmak üzere temel yasalarda acilen düzenlemeler yapılsın istiyoruz. Hakikat, adalet ve onarım eksenli bir geçiş dönemi yasasıyla yola revan olalım istiyoruz. Hasta ve siyasi tutsakların bırakılmasını, cezaevlerinin rahatlatılmasını istiyoruz. Siyasi sebeplerle sürgünde bulunan yol arkadaşlarımızın bir an önce kendi topraklarına dönmesini istiyoruz.

Şimdi sizlere soruyorum: Şu ana kadar saymış olduğumuz taleplerin hangisi abartılı? Hangisi uçuk? Hangisi maksimalisttir? Emin olun, hiçbirisi değildir. Çünkü biraz önce saydığım taleplerin tamamı, çoğu asgari demokrasinin olduğu bütün ülkelerde aslında sorun olacak meseleler değil. Peki, DEM Parti bu düzenlemeleri kim için istiyor? Bütün Türkiye için, 86 milyon için istiyor. Diyarbakır'da anadil özgürlüğü neyse, İstanbul'da adil yargı güvencesi odur. Trabzon'da ifade özgürlüğü neyse, Hakkari'de yerel kararlara katılım hakkı odur. Bunlar ayrı değil, aynı özgürlük ağacının dallarıdır. Bir dal kırılırsa, tüm ağaç yara alır.

Mardin'deki kayyumun İstanbul'a nasıl sıçradığını hep beraber gördük. Bugün Kürt'e, Süryani'ye, Alevi'ye, Ermeni'ye yapılan ayrımcılık yarın gelir herkese döner. Bu yüzden yerel demokrasi güçlendiğinde, özgürlükler arttığında sadece bir bölge değil, tüm ülke kazanır. Kürtlerin hukuku tanındığında Türkiye demokratikleşir, Orta Doğu istikrara kavuşur. Hukukta eşitlik sağlandığında sadece bir grup değil, herkes rahat nefes alır. Farklılıklara saygı kök saldığında, toplumun tamamı özgürleşir diyoruz ve bunun mücadelesini yürütüyoruz. Evet, DEM Parti ne istiyor diye sorulara yanıtımızı verdik. Bir de “DEM Parti kimin tarafında?” sorusuna sürekli muhatap oluyoruz ya, işte henüz öğrencilik dönemimiz demek ki bitmedi. Bizim dışımızda da bu kadar soruya muhatap olan başka bir siyasi parti var mı, onu bilemiyorum. Umarım artık bu soruları, bundan sonra tekrar etmeyiz.

"Biz üçüncü yoluz"

Evet, “DEM Parti kimin tarafında?” sorusuna da yanıt vermeye çalışacağım. Çözüm konuşulunca birileri bizi iktidardan taraf göstermeye çalışıyor, şimdi olduğu gibi. Seçim dönemlerinde ise tam tersine, birileri bizi başka bir partinin payandası olarak göstermeye çalışıyor. Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim değerli arkadaşlar: Biz halktan, emekçiden ve ezilenlerden yanayız. İki siyasal kutba sıkıştırılmak istenen toplumun nefesiyiz, sessiz üçüncü yolu. Siyaset aklımız hem çözüm masasında imkân arar, hem de meydanlarda adalet talep eder. İkisi de gereklidir, ikisi de meşrudur, ikisi de haklıdır. Biz hem konuşmayı hem de haksızlıklara karşı durmayı bilen bir gelenekten geliyoruz. Hem Diyarbakır'da hem İstanbul'da kayyum atanan belediyelerin önünde halk iradesini savunan bizlerdik. Meclis kürsüsünde arkadaşlarımızla birlikte barış yasalarını savunan da biziz. İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine karşı en önde yürüyen kadın yoldaşlarımızın arkadaşları da biziz. Başörtüsüyle kamusal alanda var olmak isteyen kadınların mücadelesini de dün biz savunduk. Cudi'den Soma'ya, Munzur'dan Kazdağları'na uzanan biziz.

"Herkesle konuşuruz"

Cevabımız nettir ve yine samimiyetle söylüyoruz. Demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten, adaletten yana olan herkesle konuşuruz. Yönümüzü koltuklar değil, ilkeler belirler. İttifakımız, demokrasiye ve adalete adanmış herkesledir. “Ya onun yolu, ya bunun yolu” diyenlere karşı biz, iki tarafın da düşünmediği üçüncü yoluz. Üçüncü yol nedir? Üçüncü yol, otoriterliğe evet demeden, statükoculuğa teslim olmadan halkların hakkını aramak ve özgürleşmesini sağlamaktır. Üçüncü yol, Kürtleri oy deposu olarak görenlere de, Kürtleri kol gücü olarak görenlere de aynı mesafede karşı durmaktır. Peki neden üçüncü yoluz? Nerede üçüncü yoluz? Barış konusunda biz üçüncü yoluz. Bakın, siz de izliyorsunuz. Bir süreç tartışması yürüyor. Kürt meselesini güvenlik ve terör parantezine sıkıştırmadan anlatmaya çalışan bu meclisteki tek partiyiz. Ekonomide üçüncü yoluz. İktidar diyor ki her şey iyi gidiyor. Ana muhalefet diyor ki biz iktidara gelince her şey düzelir. Biz de diyoruz ki koltuktaki kişi değişince ekonomi düzelmez; politikalarda değişim olmadan ekonomi düzelmez. Bunu da ancak DEM Parti yapar.

Demokrasi anlayışımızda üçüncü yoluz. İktidar diyor ki millet iradesi biziz. Ana muhalefet diyor ki iktidar değişir, sorunlar çözülür, demokrasi gelir. Peki biz ne diyoruz? Biz diyoruz ki iktidar değişse bile rejimin karakteri değişmeden dönüşüm olmaz. Çünkü Türkiye’de çok iktidar değişti ama aynı karakterle rejim devam etti. Güçler ayrılığı olmadan, bağımsız yargı olmadan, ifade özgürlüğü olmadan, yerel demokrasi olmadan değişim olmaz diyoruz. Dış politikada da üçüncü yoluz. İktidar diyor ki milli çıkarlarımız için sınır ötesine de gideriz — ki gidiyorlar da bazen. Muhalefet de suskunlukla bunu izleyerek destekliyor. Biz diyoruz ki bölgesel barış ancak demokratik müzakere ve barış diplomasisiyle olur. Sınır ötesine silah göndererek, asker göndererek olmaz. Ne iktidarın gölgesinde siyaset yaparız, ne de başka partilerin yedeğiyiz. Biz, halkımızla omuz omuza özgürlüklere, barışa, demokrasiye yürüyen gerçek bir yoluz. Evet, yürüdüğümüz bir yol var. Bu yol kolay değil. Bu yolun yolcuları cezaevlerinde, sokaklarda, direnişte vazgeçmeden devam ediyorlar. Ama biz bu yolun kazandıracağını biliyoruz. Umudumuz büyük. İnşallah kazancımız da büyük olacaktır.

Bu vesileyle üçüncü yolun adı olan HDP ve HDP’nin kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. 15 Ekim, bu geleceğin kuruluş yıl dönümüdür. Bu onurlu mücadelede bugüne kadar hayatını kaybeden yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. Yine başta Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani Kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımız ile şu anda cezaevinde bulunan tüm arkadaşlarımıza da grup toplantımızdan selam, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. 

"Gazze'de ateşkes tek başına barış değildir"

Yine hem ülkemizin hem dünyanın, Orta Doğu’nun önemli gündemlerinden birisi de Gazze’dir, biliyorsunuz. Bütün dünyanın konuştuğu önemli gündemlerin başında Gazze’deki büyük acılar ve barış umudu geliyor. Gazze’de uzun ve acı bir kâbusun ardından bir ateşkes ilan edildi. On binlerce sivilin, binlerce çocuğun hayatını kaybettiği bu büyük trajedi insanlık tarihine kara bir leke olarak yazıldı.  Ateşkes elbette önemlidir. Her ateşkesle hayatlar da kurtuluyor. Ama hepimiz biliyoruz ki ateşkes tek başına barış değildir. Kalıcı barış için adil, kapsamlı bir çözüm şarttır. Barışın kalıcı olabilmesi için de Filistin halkının haklı, meşru talepleri karşılanmalıdır. DEM Parti olarak Filistin halkının meşru haklarını sonuna kadar savunduk, savunmaya devam edeceğiz.

"Türkiye, Kuzeydoğu Suriye yönetimi ile doğrudan temas kurmalıdır"

Son aylarda yine hem iktidar hem muhalefet çevrelerinden sıkça duyuyoruz. Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi on Mart mutabakatına uymuyormuş. Biz öyle bilmiyoruz, ama onlar öyle diyor. Ama şimdi gerçek tabloyu birlikte konuşalım. 10 Mart mutabakatı, Suriye'deki tarafların demokratik çözüm için attıkları önemli bir adımdır. Maddeleri de açık ve net bir şekilde ortadadır. Bir ortak güvenlik mekanizmalarının kurulması gerektiği söylenmişti. Adem'in merkez geçi sistemin oluşturulmasına işaret etmişti. Eşit temsil ve katılımı içeriyordu. Aynı zamanda başta Kürtler, Alevler ve Dürzüler için de anayasal güvenceler istiyordu. Peki sizlere soruyorum: Kim 10 Mart mutabakatına uydu, kim uymadı? Kim gereğini yerine getirdi? Kim getirmedi? Biraz akıl, biraz vicdan. Suriye Geçiş Hükümeti böyle bir mutabakat varken tek başına bir anayasa taslağı açıkladı. İçinde Kürt yok, Alevi yok, Dürzü yok, Hristiyan yok, diğer halklar ve inançlar yok. Bir kabine belirledi. Maşallah hep kendisiyle birlikte geçmişti. Savaş içerisinde olan bir kabine yine farklılıklar yok. Geçici bir anayasa taslağı açıkladı, hiçbir kimsenin düşüncesini almadı. En sonunda da kendisinin seçtiği altı bin delege ile bir seçim yaptı. Şimdi bu mudur mutabakat? Bu mudur mutabakata uymak? Bu mudur mutabakata saygı göstermek? Biraz akıl, biraz vicdan. Orta Doğu'da açık söylüyorum: Siyaseti çözüm olarak gören tek yapı Kuzeydoğu Suriye özel yönetimidir. Bu görülmelidir ve bu böyle bilinmelidir. 

Bakın, Mazlum Abdi'nin Cuma günü yaptığı açıklama son derece önemlidir. Askeri eğitim yakında Şam'a gidecek, dedi ve Suriye Bakanlığı ile entegrasyon sürecini görüşecek, dedi. Gitti mi gitti? Görüştü mü görüştü? Görüşecek mi görüşecekler? Henüz oradaki görüşmelerin içeriğini tam olarak bilmiyoruz ama SDG kaynaklarının açıklamasına göre görüşmeler henüz devam ediyor, sürüyor. Görüşmelerin devam etmesi ve sürmesi önemlidir. Umarım bu görüşmeler, başta Kürtlerin, Alevlerin, Dürzülerin Suriye'de temel haklarına kavuştukları bir zemine de yardımcı olur. Şimdi, bu açıklama Kuzeydoğu Suriye'nin çözüm iradesini, yapıcı duruşunu bir kez daha ortaya koymuştur. İşte bu sorumluluk dilidir. İşte bu çözüm dilidir. İşte bu siyaset dilidir. SDG'nin yaptığı, General Mazlum Abdi'nin yaptığı. Bizim beklentimiz de şudur: Suriye Geçiş Hükümeti, Kürtlerin bu yapıcı ve pozitif tutumuna denk düşen bir pozisyonda olmalıdır. Şimdi sıra Şam'dadır. Yapıcı bu yapıcı adımlara, bu yapıcı girişimlere artık Şam'da yapıcı yanıtlar vermelidir. Ayrıca Türkiye, Kuzeydoğu Suriye yönetimi ile doğrudan siyasi temaslarda bulunmalıdır. Geçiş hükümeti ile görüşüyorlar. Bugün buradan bu talebimizi bir kez daha yeniliyoruz. Türkiye yönetimi siyasi olarak Kuzeydoğu Suriye özel yapısıyla da görüşmelidir. Sadece bununla kalmamalıdır. Nusaybin sınır kapısını da açarak tarihsel bir adım atabilir. Bu, Türkiye'ye olan güveni de pekiştirir. Sadece Türkiye değil; komşu ülkeler ve bölgesel aktörler de Kuzeydoğu Suriye özel yönetimiyle Şam arasında müzakerelerde yapıcı bir rol oynamalıdır. Yapıcı bir rol oynamalarını bekliyoruz. Oradaki bu müzakereleri yürütenlere kolaylıklar diliyorum. Bu müzakereler sonuçta hakların ve inançların kazanacağı bir zemin oluşmasını da tekrar diliyorum.

"Gelir adaleti iyiden iyiye bozuldu"

Yine hepimizi yakınen ilgilendiren, mutfağımızı cebimizi yakan ama gazımızı kısan, elektriğimizi kısan ekonomi meselesi üzerinde de son olarak durup konuşmamı bitireceğim. Türkiye'de barış, Suriye'de demokrasi, Orta Doğu'da istikrar en çok kime yarar bilir misiniz? Türkiye ekonomisine yarar; Türkiye ekonomisinin bunlara ihtiyacı var. 3 gün sonra 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü'dür, biliyorsunuz. Ne acıdır ki 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin en yakıcı yoksulluğunu bu günlerde yaşıyoruz. Biraz önce bölgeden gelen belediye işin yöneticisi arkadaşlarla konuştuğumuzda da onlar da aynı belirlemeyi yapmışlardı. İnsanlar keselerini tüketti. Birikimleri uçup gitti; maaşlar yetmiyor artık. İnsanlar hayallerini bile yedi. Yoksulluk öyle bir seviyede ki bir ülke düşünün: Asgari ücret 22 bin lira ama açlık sınırı 28 bin liraya dayanmış ve mutluyuz, refah içinde yaşıyormuşuz. Şimdi bu ülkede adaletten, eşitlikten, huzurdan, mutluluktan, umuttan bahsedebilir miyiz? Ya da bahsedenler doğruyu söylüyor mu? Yoksulluk sınırına bakıyorsunuz: 91 bin lira. 91 bin liranın altında ücret alan insanlara yoksul diyorlar. Yani bir evde 4 kişi asgari ücretle çalışsa dahi yoksulluk sınırını geçemiyor. Böyle bir ekonomik ortamda yaşıyoruz. 3 milyon aile elektrik desteği almasa elektriklerini yakamayacak. Öğrencileri akşam ödev yapamayacak. 700 bin aile destek alamazsa mutfağında çorbayı kaynatamayacak, tencerenin altını yakamayacak. Bakın, gelir dağılımı, gelir dağılımı adaleti iyiden iyiye bozuldu. Bunu hepimiz biliyoruz, görüyoruz. İktidarın da görmesi gerekiyor: Türkiye gelir eşitsizliğinde Avrupa'da birinci sırada. Her 10 kişiden ikisi yoksul ama 6 kişi de borçlu yaşıyor. Artık Türkiye'de zengin olmayan herkes yoksuldur. Yani o 2 kişiden olmayan herkes yoksuldur. 

Evet, biz DEM Parti olarak barış diyoruz ama en önemli barışlardan birinin ekonomik barış olması gerektiğinin altını da kırmızı çizgilerle çiziyoruz. Ekonomik barış tüm barışların altyapısıdır. Ekonomik barışın yolu da aynen siyasi barışta olduğu gibi eşliği ve adaleti sağlamaktan geçer. Değerli arkadaşlar, bugün burada anlattığımız bu anlatılarımızın tamamı tek bir rufa akıyor. Nereye akıyor? Barışa, demokrasiye ve adalete akıyor. Türkiye'de demokratik çözüm mümkün; Suriye'de şitaklar mümkün; Gazze'de kalıcı barış mümkün; ekonomide adil paylaşım mümkündür. Fakat bize bugüne kadar hep imkansızlık masalları anlattılar. Biz bu imkansızlık masallarına inanmayacağız. Bu mümkün olanları sokakta mücadele ederek, emekçi ile ezilenle beraber dayanışarak, değiştireceğimize dair sözümüzü bir kez daha yeniliyoruz. Yeni dönem için her zamankinden daha fazla umutluyuz. Umudu olmayan mücadele etmesin. Bizi bugüne getiren umuttur. Hazırız. Bütün yapımızda hazırlanıyoruz. Halklar hazır. Sokak hazır. Kapıyı çalan tarih dünden beri hazır. İnşallah hep birlikte mücadelemizle başaracağız. Bu tarihi kapıdan hep birlikte demokratik cumhuriyete adım atacağımız günler uzak değil. Barış mümkündür. Yeter ki irade, cesaret ve samimiyet olsun. Yolumuzda hep birlikte kararlılıkla devam edeceğiz.

 

Independent Türkçe

 

DAHA FAZLA HABER OKU