DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, orman yangınlarıyla sadece ülkenin değil; geleceğin, yüreklerin, toprağın yandığını ifade etti.
Halk hep beraber ağlarken ne yazık ki iktidarın süreci seyrettiğini söyleyen Koçyiğit, iklim krizinin artan etkilerinden ve alınması gereken önlemlerden yıllardır bahsedildiğine dikkati çekti.
Bu konuda iktidara çağrıda bulunulduğunu ancak bunları duymayan bir akılla karşı karşıya olunduğunu ifade eden Koçyiğit, "Ormanlar yanıyor, insanlar yaşamını yitiriyor; börtü, böcek, toprak yok oluyor, binlerce insan tahliye adı altında yaşam alanlarından sürülüyor, ülkenin milyarlarca liralık kaynağı heba ediliyor, yanıp kül oluyor. Bütün bunlara ‘kader’ dememizi ve doğal karşılamamızı bekleyen bir anlayış da çıkıp karşımıza doğru dürüst bir açıklama yapmadan bunları normalmiş gibi göstermeye çalışıyor. Tüm bu yangınların sorumluluğunu sadece iklim krizine, artan hava sıcaklığına yüklemek en büyük haksızlıklardan birisidir. Bu yangınların en büyük sorumlusu önlem almayan AKP’dir, önlem almayan kurumlardır, önlem almayan bakanlığın bizzat kendisidir" diye konuştu.
"İktidar bu yangınların yayılmasının ve can kayıplarının birinci dereceden sorumlusudur"
Yangına müdahale sırasında hayatını kaybedenleri anan Koçyiğit, “Bu sudan ucuz ölümlere de başsağlığı dileyerek geçiştirmeyi de kabul etmediğimizi, vicdanımızın kabul etmediğinin de altını çizmek istiyorum. Bunlar kader değil, önlenebilecek ölümlerdir. Ama Türkiye’de ne yazık ki bunlar önlenemediği için, önlenmek istenmediği için insan yaşamının sudan ucuz olduğu için her gün yeni ölümlerle, her gün yaşam kayıplarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bir hafta önce ameliyat olan bir işçinin dinlenmesi gerekirken orman alanlarına gönderilmesi göz göre göre sağlık ve yaşam hakkının hiçe sayılmasıdır” dedi.
Bütün kış boyunca orman yangınlarına, gelecek tehlikeye dikkat çekmeye çalıştıklarını vurgulayan Koçyiğit, “Alınması gereken önlemlerin en başında yangın söndürme uçaklarının sayısının arttırılması, her türlü ekipmanın yenilenmesi, özellikle elektrik hatlarının yenilenmesi, trafoların yenilenmesi, bakımlarının sistematik olarak yapılması ve bu konuda hızlı bir şekilde yol alınması gerektiğini ifade ettik. Ama ne yazık ki Türkiye’de her şeyi özelleştiren iktidar ve özelleştirdikten sonra da sırtını dönüp bakmayan anlayışın kendisi bugün hem yangınların çıkmasının müsebbibi, hem de bu yangınların yayılmasının ve can kayıplarının da birinci dereceden sorumlusudur” ifadelerini kullandı.
"Devasa bir felaket ile karşı karşıyayız"
Koçyiğit, yangınların bu yıl 18 ili kapsadığına dikkati çekerek, "Neredeyse ülkenin en büyük orman alanları yok olmakla yüz yüze kalmış, devasa alanlar günlerce yanıyor. Geçmişte 24 saat içerisinde kontrol altına alınan yangınların şimdi günlerce devam ettiğini, kontrol altına alınmadığını görüyoruz. Eş zamanlı çıkan yangınlar iş gücünün ve ekipmanın bölünmesine neden oluyor. Bu da yangınlara müdahaleyi zorlaştıran bir diğer etken” değerlendirmesinde bulundu.
Devasa bir felaket ile karşı karşıya olunduğunu söyleyen Koçyiğit, şöyle konuştu:
Bu yangınlar sadece can kayıplarına, orman örtüsünün kaybolmasına, yangına müdahale ederken işçilerin canlarına mal olmasına neden olmuyor, büyük ekonomik kayıplara da neden olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Sadece tek bir ilde 2-3 günlük yangın söndürme maliyetinin sadece uçak, helikopter maliyetinin de 2-3 milyon lira olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Örneğin hesaplamalara göre, Ezine’de 4 saatlik yangın söndürme müdahalesinin maliyeti 2 milyon 796 bin lira
"Kemer sıkma politikası şu ana kadar sadece 14 insanın yaşamına mal oldu"
Artan küresel ısınma ve iklim kriziyle beraber geçmiş yıllara göre orman yangınları sayı ve oran olarak artış göstermiş. 2025’in ilk 6 ayında çıkan yangınlar 2024’te çıkan yangın sayısının 4,3 katına tekabül ediyor. Yanan alan miktarı ise tam 25 katına çıkmış durumda. Hele son iki günde 10 bin hektar alanının yaması aslında geçmiş yıllara göre ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Bu hem Türkiye hem de dünya ortalamasının üstünde bir oran.
En temel sorun tedbirsizlik, önlem almamak ve özellikle de elektriğin özelleştirilmesiyle beraber özel şirketlerin bakım onarımını bir maliyet olarak görüp bundan kaçınması ve ekipman eksikliği, insan gücü eksikliği. Bugün uzmanlara göre Orman Genel Müdürlüğünün 80 bin olması gereken personel sayısı 40 bin civarında. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Yine yangın söndürme için norm kadro 25 bin iken sadece 12 bin personel var ve bunların çoğunun da aslında kayıtlı olmadığını görüyoruz. Niye eleman alınmıyor? Çünkü kemer sıkma politikası uygulanıyor, eleman alınmıyor. Ama bu kemer sıkma politikası şu ana kadar sadece 14 insanın yaşamına mal oldu, bu yıl yaşanan yangınlarda. Umarım Maliye Bakanlığı bugüne kadar yaptığı bu yanlış uygulamayı gözden geçirir ve orman işçisini almamanın bir maliyeti olmadığını ve orman işçisinden tasarrufun bütün geleceğimizi yok edecek bir uygulama olduğunu anlar.
"Bu çıkan yasalar sermaye lehine"
Gece görüşlü helikopter olmadığını için yangına müdahale edilmediğini, orada gönüllüler neredeyse canı pahasına evleri korumak isteyen insanların yangının kent merkezine ulaşmasını engellediğini, yeterli arazöz, personel olmadığını, erken uyarı sistemlerinin işlemediğini, yerel yönetimlerle tam bir koordinasyonu bırakın ortalama bir koordinasyon bile sağlanmadığını, yerel yönetimlerin ve kentte yaşayan yerel halkın sürecin paydaşı kılınmadığını, orman köylüsünün her geçen gün tasfiye edildiğini, yaşam alanlarından sürüldüğünü, bu nedenle geleneksel bilgi birikiminin, geleneksel yangınları erken görme ve bildirme gibi meselelerin de artık ortadan kalktığını da tek tek görüyoruz. Ama bütün bunlara rağmen Orman Bakanı çıkıp ‘En iyi, hiç maliyetsiz yangın söndürmenin yolu bu yangının çıkmamasını sağlamaktır’ dedi. Gerçekten hayret, ülke yanıyor, yarısı kavrulmuş, küle dönmüş, Orman Bakanı bunu diyor.
Çok açık ve net söyleyelim, bu Meclis en son mesaisini zeytinlikleri talan yasası ile bitirdi. Ama çoğunlukçu anlayışın kendisi hiçbir uyarımızı dikkate almadı ve parmak sayısıyla bu ormanları da yok edecek, doğayı da yok edecek yasayı patır patır Meclisten geçirmiş oldu. Yaz mesaisini bugün aslında doğayı yok etmek üzere yapan bir iktidarın Meclis pratiği ile karşı karşıyayız. Çıkardığınız yasalar doğayı, yaşam alanlarını yok ediyor dedik.. Kulak asmadılar. Bugün bunların her birini teker teker yaşıyoruz.
Bu çıkan yasaların sermaye lehine olduğunu ve mevcut mevzuatı da maden şrketleri ve sermaye lehine esnetmek için çıkarılan ticari yasalar olduğunun altını çizmek istiyoruz. Onun için buradan bir kez daha ifade ediyoruz, AKP'nin en büyük düşmanlığı doğaya karşıdır, halka karşıdır. Bugün bu ülkede bu kadar çok orman yangını çıkıyorsa, bugün bu ülkede bütün yeşil alanlar imara açılıyorsa, kıyı hakkı orada yaşayan halka değil de bazı turizm şirketlerine peşkeş çekiliyorsa, KHK’larla bu ülkenin bütün zenginlikleri 3-5 sermaye şirketine veriliyorsa bunun sorumlusu sermayeden yana olan iktidarın bizzat kendisidir.
Kars'ta sel: 8 köy ciddi tahribat yaşadı
Bir taraftan yangınları konuşuyoruz ama bir yandan da sellerle boğuşuyoruz. İklim krizi tam da böyle bir şey. Öngörülemeyen büyük fırtınalar, yangınlar, sel felaketleri aslında tam bu bugün içinde yaşadığımız iklim krizinin sonuçlarını tarif ediyor. Geçtiğimiz yıllarda da dünya kadar sel oldu, dere yataklarının ıslah edilmesi gerektiğini söyledik, dere kenarlarının yapılaşmaya açılmaması gerektiğini söyledik, imar planlarının kentin dokusu ve risk alanları gözetilerek yapılması gerektiğini söyledik. Hiçbirini dikkate almadılar, almamaya da devam ediyorlar. Vekil olduğum Kars Kağızman’da da sel etkili oldu. Yağış sonucunda 8 köyümüz çok ciddi tahribat yaşadı. Evler, ahırlar, hayvan barınaklarının her biri çok ciddi zarar gördü. Tek tesellimiz can kaybının olmaması. Burada zarardan sonra da bütün bu zararı gidermek için yine köylünün seferber olduğunu, dayanışmayla süreci aşmaya çalıştığını görüyoruz.
Yine AFAD yok, yine devlet yok. Büyük bir devletsizlik kriziyle karşı karşıyayız. Yetkili kurumlar kafasını kuma görüyor, neredeyse ilk anda görünüyor ama sonrasını takip eden yok, zararı tazmin eden yok, köylünün, halkın yanında olan yok. Sadece sosyal medyada dua ederek süreci kurtarmaya çalışan bir akıl var. Oysaki devletin sorumluluğu önlem almak, tedbir almaktır. Duayı zaten halkımız ediyor. Bugün yetkili kurumları dua etmeye değil, görevlerini gereklerini yapmaya çağırıyoruz.
"Rant peşinde koşan şirketler, iktidarlar doğayı geri dönüşümü olmayan yıkımlarla baş başa bırakıyor"
Bütün bunları niye yaşıyoruz? Bütün bunların temelinde kapitalist modernitenin, doğayı bir sömürü aracı olarak görme zihniyetinin bir yansıması olarak görüyoruz. Rant peşinde koşan şirketler, iktidarlar doğayı geri dönüşümü olmayan yıkımlarla baş başa bırakıyorlar. Kapitalizmin doğaya tahakkümü ve saldırısı, kaynakları sonuna kadar sömürme isteği ekosistemde büyük tahribatlara neden oluyor. Buzulların erimesinden canlı popülasyonun azalmasına, türlerin yok olmasından sulama düzenlerinin değişmesine, kuraklık, canlıların barınma ve beslenme sorunları, zorunlu göçler gibi meselerle aslında büyük bir küresel krizle karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
DEM Parti, "Terörsüz Türkiye" komisyonunda yer alacak heyeti bu hafta resmi olarak bildirecek
Koçyiğit, açıklamasının ardından bir gazetecinin sorusu üzerine, şunları söyledi:
Öncelikle bu sürecin bu isimlendirilmesine şiddetle karşı çıkıyoruz. Bu ülkede Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayacaksak artık bu meseleyi, terör ve güvenlikçi politikalar üzerinden ifadelendirmek yerine gerçekten barışı, demokratik toplumu esas alan bir nitelendirmenin daha doğru olacağını ifade etmek isterim. Komisyon üyelerimiz belirlendi, basına da yansıdı. Koordinatör Grup Başkanvekili olarak ben, Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç ve Cengiz Çiçek bu komisyonda çalışacağız. Henüz resmi bildirimi yapmadık, bu hafta yapacağız.
Bu konuda aynı bakış açısına sahibiz, son toplantıda hem biz hem CHP hem de genel olarak muhalefet olarak bunu ifade ettik, komisyonun teknik bir komisyona indirgenmemesi, sadece silah bırakma meselesine özgülenen bir komisyon olmaması gerektiğini söyledik. Bu ülkede Kürt sorununun kök nedenleri var, kök nedenler konuşulmadan, Türkiye demokratikleşmeden en nihayetinde Kürt sorunu da çözülemez. Onun için komisyonun mutlaka demokratikleşme, barış perspektifini içermesi ve sorunları kalıcı bir şekilde çözecek yaklaşımla çalışması gerektiğini biz de CHP de ifade etti. O anlamda muhalefetin genel demokrasi konusunda bir mutabakatı olduğunu ifade etmek isterim.
ANKA