Irak'ta olup bitenler Lübnan'da mı tamamlanır?

Lübnan'ın ölümcül hastalığının adı "Hizbullah." Peki, kendisi İran ile tüm bağlantılarını feda edip Lübnanlı olmaya mı dönecek, yoksa ülkede tek bir yeşil ağaç kalmayacağı ve herkes cehenneme gideceği için diğer Lübnanlılarla birlikte intihar mı edecek?

Fotoğraf: AA

Bugün Hasan Nasrallah'ın en şiddetli muhaliflerinden biri olan eski bir Hizbullah lideri, onun Beyrut'a ve bu şehrin ekonomik, siyasi, kültürel, entelektüel ve sosyal boyutlarıyla medeniyetlerin buluşma noktası olarak taşıdığı anlama karşı derin bir nefret ve kin duyduğunu sık sık tekrarlıyor.

Bunu kapalı toplantılarda dillendirdiğini, başkentte sanat, kültür ve hatta mimari olsun yaşamın herhangi bir yönü hakkında olumlu konuşan herkesle alay ettiğini belirtiyor.

Nasrallah'ın ailesi altmışlarda güneydeki el-Bazuriye beldesinden Beyrut'a taşındı ve oğulları Hasan'ın doğduğu Burc Hamud'a yerleşti.

İş aramak için başkente gelen, daha sonra bu bölgelerdeki aşırı kalabalık, yoksulluk ve kaos nedeniyle "sefalet kuşağı" olarak adlandırılan şehrin kenar mahallelerine yerleşen güneyden birçok insan bu durumdaydı.

Lübnanlılar orada Filistinliler, az sayıda Ermeni ve diğer etniklerden mültecilerle karıştılar.

Nasrallah'ın 2006'da İsrail ile Hizbullah arasındaki Temmuz savaşının sona ermesinden sonra "neden olduğu yıkımı görmesi için" adamlarından biri onu kılık değiştirmiş bir şekilde Beyrut turuna çıkardığında yaşadığı şoku pek çokları unutmuyor.

Zira o, daha sonra neden olduğu yıkım yerine sadece "şehit düşenleri umursamadan" Beyrut kafelerinde oturan ve dondurma yiyen gençleri sık sık hatırlattı ve bunu Beyrut'un laneti olarak yorumladı.


Araştırmacı ve siyaset bilimci Karl Deutsch, "Sosyal Hareketlilik ve Siyasal Gelişim" başlıklı bir çalışmasında şöyle der:

Hareketlilik, büyük gruplar arasında eski sosyal, ekonomik ve psikolojik değerler kırıldığında veya giderek yok olduğunda gerçekleşir. İnsanlar, çoğu radikal ve aşırı olan yeni fikir ve davranışlara açık hale gelirler.


Beyrut'ta da yeni fikirlerin yayılması için sefalet kuşağından daha iyi bir yer yoktu.

Burada yaşayan Nasrallah ile ondan öncekiler ve sonrakiler bunun en iyi örnekleri oldular.

Nasrallah'ın benimsediği yeni fikir, karakterini "Dante"nin cehenneminin aşamalarından geçirerek bugün bulunduğu yere ulaştırana kadar rafine eden dini radikalizmdi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hiç şüphe yok ki Hasan Nasrallah, destekçileri ve İran Cumhuriyeti'ndeki efendilerinin düşüncesi, "Lübnan'ın da içinde bulunduğu ve İmam Hamaney'in yönettiği bir İslam devleti kurmak" ilkesine dayanıyor.

Nasrallah bu düşüncenin başka bir seçeneği olmadığını söylüyor.

Hedefe ulaşmak için Lübnan rejimini ortadan kaldırmanın temel bir koşul ve görev olduğunu da ekliyor.

Hedef ise tıpkı eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın tekrarladığı gibi, gelmesi için yıkım ve kaosun yaşanması gereken Mehdî el-Muntazar (beklenen imamın) için kaosun tamamlanması.

Nasrallah'ı bu bağlama yerleştirir ve onun, kendisinden duyduğumuz tüm "manevi şeylere" (eğer böyle denilebilirse) inandığımıza inandığını varsayarsak, bu durumda onun hiçbir değeri olmayan iç siyasi meselelerdeki manevralarının boyutlarını anlarız.

Nasrallah, saçma yerli tartışmalara giriyor, hayali uzlaşmalar gerçekleştiriyor, kota dağıtımında bir grubun lehine müdahale ediyor, diğer bir grubun lehine tavizler veriyor.

Ama nihayetinde, siyasi olarak var olduğundan bu yana çizdiği stratejik çizgiden, Lübnan oluşumunun yıkılması ve "hak devletinin" kurulmasından sapmıyor.

Bundan şüphe duyanlar varsa, Hizbullah'ın 15 yılı aşkın bir süredir devlet kurumlarını kontrol etmesinden bu yana ülkenin ne hale geldiğine bakmaları kâfi.

Hizbullah Lübnan'daki her türlü zayıflıktan, yolsuzluktan, yıkımdan, mali ve ekonomik çöküşten, açlıktan, devletin mülklerinin ve prestijinin hedef alınmasında memnun.

Bütün bunlar Hasan Nasrallah tarafından onaylanıyor, çünkü bunlar yapının çökmesi yönünde atılan sağlam adımlardır.

Nasrallah'ın onaylamadığı eski Lübnan'ı canlandırma girişimleridir ve bu girişimleri bastırmak için şiddet, tedhiş ve öldürmeye başvurmaktan, kültürel yıkımdan ve bağlamın dışında düşünmeyi sindirmekten çekinmiyor.


Böyle bir ortamda General Mişel Avn, cumhurbaşkanı olmak için Hizbullah ile bir ittifaka girdi.

Hizbullah Genel Sekreteri'nin, Lübnan'ı bir İslam devleti haline getirmeye çalışmayacağına dair sözleri doğruydu ve bu nedenle Lübnanlılara şunu soruyordu:

Hizbullah'ın Lübnanlı kadınlara çador giymeyi dayatacağına inanıyor musunuz?


Bunu sorduğunda Hizbullah'ın orada hazır bulunan kadın destekçileri ve özellikle de erkek akrabaları, sanki ülke ve sisteminin değişimi çador giymekle sınırlıymış gibi gülüyorlardı.

Avn, Hizbullah'ı devlete yaklaştırabileceğine inanıyordu ve böylece, geçmişte defalarca olduğu gibi, tüm Lübnanlıları etkileyen korkunç felaketlere yol açan ölümcül bir hata yaptı.

Görev süresinin bitimine 3 ay kala Avn, Hizbullah'ı devlete yaklaştırmanın imkansızlığını anlamış görünüyor.

Avncı çizgiden ayrılan kendisine yakın pek çok kişi, Avn'ın görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığını bırakmayacağını, yeni cumhurbaşkanının seçiminde son sözü söylemek için devletin geri kalan kurumlarını da işlemez hale getirmeye çabalayacağını söylüyor.

Bunu başaramazsa, Cumhurbaşkanı'nın damadı Cibran Basil'in cumhurbaşkanı olduğu bir "Avnistan devletçiği" kurmaya çalışacağını kaydediyor.

Hizbullah, Avn'ın bu tür niyetlerinin ve düşüncelerinin farkında ve bunlar şimdilik Hizbullah'ın daha yüksek hedefe ulaşmak için Lübnan oluşumunu çökertme hedefi ile tamamen uyumlu.


Avn, kendisini cumhurbaşkanlığına getirme, Taif Anlaşması'na dayanan anayasayı kaldırarak anlaşmadan önce cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkileri geri kazanmasına yardımcı olması fikrine dayanarak Hizbullah ile gücünü birleştirdi.

Karşılığında Avn, Hizbullah'a bir Hristiyan kalkanı sundu, Hizbullah'ı içeride, bölgesel ve uluslararası forumlarda destekledi. Hizbullah başlangıçta Avn ve  kalkanından istifade etti.

Ne var ki dış politikaları ve Dışişleri Bakanlığı'na hakim olan damadı Cibran Basil'in Arap ülkeleri karşıtı tutumları sebebiyle General Avn'ın Lübnan'ı soktuğu uluslararası izolasyonun yanı sıra Basil'e uygulanan uluslararası yaptırımlar, Mişel Avn'ın Hizbullah'ı uluslararası forumlarda destekleme gücünün yok olmasına demeyelim de sınırlı kalmasına yol açtı.

Ülke içinde ise General ve akımı -esasen yalnızca Avn'ın var olduğunu hayal ettiği- Hristiyan temsili üzerindeki tekellerini kaybettiler.

Son parlamento seçimleri bunun en iyi kanıtı. Özgür Yurtsever Hareketi kazandığı sandalyelerin çoğunu, Hizbullah'ın desteği ve Şii seçmenleri Hareketin adaylarına oy vermeleri için seferber etmesi sayesinde kazanabildi.

Kısacası, Hizbullah için Mişel Avn'ın kullanım tarihi bitti. Onun varlığı artık yalnızca Lübnan oluşumundan geriye kalanların işini bitirmek konusunda Hizbullah'a faydalı olabilir.


Öte yandan Avn, Hizbullah'tan istediğini alamadı, yani Taif Anayasası'nı feshederek cumhurbaşkanının yetkilerini geri alamadı.

Dahası onunla birlikte kaybettikleri ihtişamı geri kazanmayı ümit eden, ama bunun yerine şimdi Mişel Avn ve Hizbullah hegemonyası ve kısıtlaması döneminde ellerinde kalan yaşam araçlarını da kaybetmekte olan Hristiyanların çoğunun desteğini kaybetti.

Cumhurbaşkanı Avn ile damadının mezhepçi fanatizmi kışkırtma girişimleri de başarılı olmayacak, çünkü Hristiyan cemaati artık buna kanmıyor. Her şey açığa çıktı.

"Yapmamıza izin vermiyorlar" sloganı insanların çoğu için bir alay konusu haline geldi.


Şimdi Avn'ın önünde iki ana engel var; birincisi, büyük ülkelerin yeni cumhurbaşkanının seçilmesini engellemesine karşı çıkmaları.

Bu durumda kendisine, birçok yardımcısı ve danışmanına çok ağır yaptırımlar uygulanacak.

Yaptırımlar hem Avncılığın dağılmasına hem de General'in yalnız kalmasına ve el-Rabiye'deki evinde tecrit edilmesine yol açacak.

Tıpkı 13 Ekim 1990'da cumhurbaşkanının seçilmesine karşı çıkıp, cumhurbaşkanlığı sarayında kalmaya devam etme macerasından sonra Fransız Büyükelçiliğinde tecrit edildiği gibi.

Bu ısrarı Suriye kuvvetlerine Lübnan'a girmek için bir gerekçe vermiş ve kendisi pijamaları ile kaçarken, kendisini savunan Lübnan ordusunun en iyi subayları Suriye kuvvetlerinin bombardımanı altında ölmüştü.
 


Diğer engel, Hizbullah'ın birçok nedenden dolayı Lübnan oluşumunu yok edememesi.

Bu nedenlerden biri, Irak'ta Mukteda es-Sadr liderliğindeki İran nüfuzuna karşı bir ayaklanmayla başlayan değişim rüzgarları.

Bu, İran yayılmacı projesinin çöküşünün başlangıcını oluşturacak. Öte yandan, "İsrail'e üç eksenden, Gazze, Güney Lübnan ve Golan'dan saldırmak" için bir plan hazırlamaya çalışan Tahran'a giden heyetinin dönüşünün ardından Gazze'de İslami Cihat örgütü İsrail'in hava saldırılarına maruz kaldı.

Sanki bir hata yaşandı ve bu hata Nasrallah'ı Lübnan'da satranç taşlarının yerini değiştirmekle, Lübnan siyaseti artık kendi açısından en uygun olan aldatma ilkesine dayandığı için tebrikleri kabul etmekle meşgul olmaya sevk etti.

Öte yandan, İran içinde İranlılar onurlu bir yaşam için asgari gerekliliklerden yoksun ve yaptırımları kaldırma anlaşmasıyla koşulları iyileştirmenin önünde birçok zorluk varken, Lübnan, Gazze, Yemen ve Irak'taki silahlı kollara kaynak sağlanmasından duyulan rahatsızlık artık dile getiriliyor.


Lübnan, 'Şii İkilisi'nin varlığının oluşturduğu aşılamaz bir duvarın önünde. Avn'ın özellikle ülke üzerindeki kontrolünü koruması için Hizbullah'a sağladığı Hristiyan-Maruni kalkanı artık mevcut değil.

Şii İkilisi, Avn yerine Süleyman Frenciye'ye başvurursa, Frenciye'nin kendisine sunacağı kuzey Maruni kalkanının kısıtlı, çürük ve istenilen düzeyde olmadığını görecek.

O zaman Hizbullah'ın, devletten geri kalanları yok ederek projesini tamamlamak için kendisine gerekli iç korumayı sağlayacak üçüncü bir taraf arayışı başlayacak.

Buradaki tehlike, kaçınılmaz bölünmenin gerçekleşmesi ki, şimdi Lübnan'da nereye bakarsanız bakın, özgür bir yaşam ile imamların fetvalarına tabi bir yaşam arasındaki tek çözüm olarak bu önermenin yapıldığını duyuyorsunuz.


Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bekleyen Lübnan büyük bir soru işareti tarafından ele geçirilmiş.

Hiç kimse ülkenin hangi tehlikenin eşiğinde duracağını veya uçurumundan atlayacağını bilmiyor.

Özetle Lübnan'ın ölümcül hastalığının adı "Hizbullah."

Peki, kendisi İran ile tüm bağlantılarını feda edip Lübnanlı olmaya mı dönecek, yoksa ülkede tek bir yeşil ağaç kalmayacağı ve herkes cehenneme gideceği için diğer Lübnanlılarla birlikte intihar mı edecek?

General bu gerçeği çok geç anladı. Hizbullah'ın, etin, kendisi ve Şii İkilisi ile uzun bir süre birlikte olan politikacılar arasında paylaşıldığı, kemiklerin de halka atıldığı bir paylaşım sofrasına değil de gerçek sofraya davet bile etmeyerek kendisini aldattığı uzun yılların ardından bu gerçek ancak kafasına dank etti.

Lütfen birbirimizi kandırmayalım.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU