İklim değişikliği hayatımızı nasıl etkileyecek?

Dünyanın yüzleşmek zorunda olduğu en önemli sorunlar listesinde iklim değişikliği ilk sıralarda yer alıyor. 7,8 milyar insanla girilen 2021 yılında, tarım ve gıda sistemleri, küresel ölçekte yaklaşık 4,5 milyar insanın geçiminde kilit rolde bulunuyor

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)'nün araştırmalarına göre, 2025 itibariyle, 1 milyar 800 milyon insanın açık bir şekilde su kıtlığı yaşayan bölgelerde olacağı bekleniyor ve dünya nüfusunun 3'te 2'sinin de su stresi yaşayacağı öngörülüyor. FAO'nun Gıda ve Tarımın Durumu (SOFA 2020) başlıklı, 26 Kasım 2020 tarihinde yayınlanan son raporu tarımda suyun önemine odaklanıyor.

Her yıl FAO, IFAD, UNICEF, WFP ve WHO birlikte "Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu" raporuna göre; gıda güvensizliğinden etkilenen insan sayısı da artıyor. 2019'da dünyadaki her 10 kişiden birisi – 750 milyon insan- ciddi derecede gıda güvensizliği yaşıyordu. Orta derecede gıda güvensizliği yaşayan dünya nüfusu 1 milyar 250 milyondan fazla.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

2030'da sıfır açlık hedefine ulaşmak bir yana, böyle giderse 2030'da aç insan sayısı 840 milyonu geçecek. Başka bir ifadeyle, 2030'da her 10 kişiden birisinin aç olduğu bir dünya olabilir. 

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF)'nın 2018'de yayınladığı Isınan Bir Dünyada Yaban Hayatı raporuna göre; küresel sıcaklık artışı 2 derece ile sınırlandırılsa dahi, öncelikli bölgelerdeki[1] türlerin yaklaşık yüzde 25'i yerel tükenme riskiyle karşı karşıya kalacak.

"Damlama sulama, bir bitkinin 1 litre suya ihtiyacı varsa biz 100 litre su veriyoruz"

En az 20 yıl öncesinde Türkiye'de Akdeniz Havzasında iklim değişikliğinden dolayı kuraklıkların artacağının bilindiğini söyleyen ABD Utah Üniversitesi Biyoçeşitlilik ve Doğa Koruma Ekolojisi laboratuvarının kurucusu ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu, şunları söylüyor:

"100 yılda bir görülen kuraklıkların 20 yılda bir hatta en kötü senaryolarda birkaç yılda bir yaşanacağı yıllardır modellerde gösteriliyordu. Yirmi yıl öncesinin 2020 yılı modellemelerini şu anda yaşıyoruz ki bazen iyimser oldukları bile ortaya çıktı. İklim değişikliği hızlanarak arttı. Bazı bilim insanları, panik yaratmakla suçlanmamak için modelleri kamuoyuna yumuşatarak sundular. Tarımda mümkün olan her yerde bilgisayar kontrollü ya da insan kontrollü damlama sulama tekniğine geçilmeli. Örneğin İsrail çölü damlama sulamayla yemyeşil yaptı. Damlama sulamayla bir bitkinin 1 litre suya ihtiyacı varsa biz 10 litre su veriyoruz. Vahşi sulama dediğimiz bu yöntemde 1 litresini bitki kullanıyor, 9 litresi toprağa karışıyor. Türkiye'de sulak alanların kurumasındaki en önemli sebep, tarımda ve genelde gereksiz ve bilinçsiz su ziyanlığıdır."

"Kars Kuyucuk Gölü'nün kuraklaşmasında en önemli neden insanların aşırı ve gereksiz su kullanımıdır"

Dünyanın en etkili bilim insanları listesinde biyoloji, ekoloji ve ornitolojide Türkiye'de ilk sırada olan Prof. Dr. Şekercioğlu, "Örneğin Kars Kuyucuk Gölü'nün kuraklaşmasında en önemli neden insanların aşırı ve gereksiz su kullanımıdır. Küresel ısınma sadece son yüzde 5-10'unda etkili olmuştur. Kuyucuk'un kuruduğunu 2004 yılından bu yana söyledik. Bu gölü besleyen 5 derenin önünü köylüler kapatmış, su gelmiyor. Küresel ısınma olmasa da bu gölün kuruyacağı belliydi çünkü insanlar suyu bırakmıyor ve kapalı havza. Kar ve yağmur suyu var o da yeterli değil. 1997 yılında bu gölün derinliği 13 metre olarak ölçülmüş ama biz 2004 yılında çalışmaya başladığımızda zaten 5 metreye düşmüştü. Her yıl daha da düştü. Yıllarca uyardık ama göl kuruyana kadar kimse derelerin önünü açmadı. Sulak alan kanununa göre dereleri kapatamazlar. Ama yıllardır uğraşmamıza rağmen ve de Kars Valiliği'nin ve Doğa Koruma Milli Parklar İl Müdürlüğü'nün desteğiyle bile henüz bir tek derenin önünü açtırabildik. Can suyu olarak pompayla su verdiğimiz borunun önünü bile çobanlar gizlice tekrar taşlarla kapattı. İneklerine su içirmek için. Halbuki göl kurumadan zaten gölden de su içiriyorlardı. Gölü besleyen derelerin önü kapatıldığı için suyun çoğu buharlaştı, ziyan oldu, göl de kurudu. Hem hayvanlar hem insanlar hem de doğa kaybetti" diyor.

Çağan Şekercioğlu (1).jpg
Çağan Şekercioğlu

 

"2100 yılına kadar karasal kuş türlerinin yüzde 30'unun soyları tükenecek"

Cambridge Üniversitesi tarafından yayınlanan İklim Değişikliği ve Kuşlar kitabının da yazarı olan ve 2008 yılında kuş türlerinin kaçının küresel ısınmadan yok olacağını ekolojik modellemeyle 60 farklı senaryoya göre hesaplayan Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu, "En kötü ihtimalle karasal kuş türlerinin yüzde 30'unun 2100 yılına kadar soylarının tükeneceği ortaya çıkıyor. Bu da 6.4 derece ısınma ve ekosistem senaryolarına göre maksimum doğal alan yok edilmesi senaryosu. Bir taraftan hava ısınarak, hayvanların yaşadıkları alanlar yaşanmaz hale geliyor. Brezilya Amazon ormanı savana olacak. Nemli ormanda yaşayan türleri savanada yaşayamaz" şeklinde uyarıda bulunuyor. 

"Sera gazı emisyonunun üçte biri tarımdan"

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Temsilci Yardımcısı Dr. Ayşegül Selışık,  "İklim değişikliklerinden en fazla etkilenecek sektörlerin başında ise kaçınılmaz olarak gıda ve tarım geliyor. Bu iki sektör de mevsimsel düzen değişikliklerinden kaynaklı olarak ciddi zarar göreceği öngörülüyor. İklim değişikliğinin etkilerine en açık olan yerler dünyanın en yoksul bölgeleri; çünkü iklim değişikliğinin tarım üretimine etkisi, bu yerlerin bulunduğu marjinal üretim alanlarında çok daha sert hissedilecek.  Tarımsal faaliyetler sonucu üretilen sera gazı ve tarımsal metan gazı da bir diğer sorun. Gıda ve tarım faaliyetleri tüm yer kürede üretilen toplam sera gazının üçte ikisine, tarımsal gaz salınımın da yüzde 78'ine neden oluyor. Aynı zamanda israftan dolayı kaybedilen kullanılamayan gıda ve tarım ürünlerin üretimi ise yüzde 8 oranında sera gazı üretiminin kaynağı. Ormansızlaştırma nedeniyle ortaya çıkan sera gazı salınım yüzde 11" diyor.

 

Türkiye de risk altında

"Tarım Türkiye'de de en fazla su kullanan sektördür" diyen Selışık, "Ülkedeki suyun yüzde 72'sini tarım sektörü kullanıyor. Ayrıca, Ankara, İstanbul ve İzmir de su kaynakları bakımından risk altında. İç Anadolu'da kuraklık yaşanma sıklığı dört yılda bir defadan fazla.  En az gelişmiş ülkelerde, kırsal nüfusun yüzde 74'ünün güvenli içme suyuna erişimi yok. Geride bıraktığımız 20 yılda, kişi başına düşen erişilebilir temiz su kaynakları yüzde 20'den fazla azaldı. Bu veri bize, daha az kaynakla daha fazla üretim yapmamız gerektiğini hatırlatıyor.

"Küresel su tüketiminin yüzde 70'i tarım için kullanılıyor"

İklim değişikliğine adaptasyon için değişim gerektiren başlıkları Selışık, şu şekilde sıralıyor:

"Dünyada her yıl yaklaşık olarak 13 milyon hektarlık orman alanı yok oluyor. Bu ormansızlaşma süreci de küresel sera gazı üretiminin yüzde 10-11'ine neden oluyor.  Tarımsal üretim sürecinde kullanılan kimyasal maddeler gıda zincirindeki yaygınlığı önemli bir sorun. Hayvancılık, tek başına küresel sera gazı salınımın yüzde 14'ünü oluşturuyor. Yine hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar da ciddi bir risk unsuru. Daha iyi hayvancılık ve hayvan sağlığı önlemleri hem verimliliği artırıyor hem emisyon gazı salınımını düşürüyor. Aynı zamanda geri dönüşüm sistemleri ve besinlerin korunması da emisyon gazı salınımı düşüren önlemlerden. Üretilen gıdaların 3'te 1'i israf ediliyor. Bunu önlemek için hem işleme ve depolama hem de nakliye yollarına ciddi yatırımlar yapılmalı. Küresel su tüketiminin yüzde 70'i tarım için kullanılıyor.  Tarım arazilerinin de yüzde 33'ü de toprak bozulumundan olumsuz etkileniyor.  Denizler ve okyanuslar atmosferden 50 kat daha fazla karbondioksit depoluyor. Bu kaynaklar toplam dünya nüfusunun yüzde 12'sinin de ana besin kaynağı. Üretim, dağıtım ve tüketim düzenleri değişmeli. Sürdürülebilir Gıda Sistemleri hızlıca adapte edilmeli.  Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimleri geliştirilmeli ve güçlendirilmeli. Toprak yönetimi konusunda etkili yönetim yöntemleri geliştirilmeli. Ormanlarda karbondioksit tutulumunu güçlendiren uygulamaların artırılması ve fosil yakıtların kullanımının azaltılması sağlanmalı. Hayvan atıklarının alternatif ve yenilenebilir enerji kaynağı olan biyogaza dönüştürülmesi sağlanmalı."


 "Türkiye'de korunan alanların oranı yüzde 9'dan yüzde 30'a çıkarılmalı"

"Türkiye'de korunan alanların oranı yüzde 9'dan yüzde 30'a çıkarılmalı" diyen WWF Türkiye İklim Programı Kıdemli Uzmanı Tanyeli Sabuncu, "Dünya Meteoroloji Örgütü'nün açıkladığı verilere göre 2016, 2019 ve 2020 bu güne kadarki en sıcak 3 yıl oldu. Bu verilere göre sanayi devriminden bu yana yeryüzündeki ortalama sıcaklık artışı 1,2 °C'yi buldu. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) de dahil olmak üzere bilimsel çevreler, iklim değişikliğini kontrol altında tutabilmemiz için bu artışı 1,5 °C ile sınırlandırmamız gerektiğine işaret ediyor. Bunu başarabilmemiz için dünya genelinde sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar, 2010 yılındaki seviyeye kıyasla, yarı yarıya azaltmamız gerekiyor.  İklim değişikliğiyle mücadelede şimdiye kadar uluslararası ölçekte kaydedilen en önemli gelişmelerden biri Paris Anlaşması oldu. Anlaşmaya taraf olan ülkelerin koyduğu mevcut hedefler bizi ancak 2,6 oC'ye taşıyor. Dünya'nın en büyük 20 ekonomisinden biri olan ve en fazla emisyona neden olan 20 ülkeden biri olan Türkiye, aynı zamanda Paris Anlaşması'nı henüz onaylamamış olan 6 ülkeden biri. Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadeleye ilişkin ulusal hedefi sera gazı emisyonlarını azaltmaktan ziyade artırmayı öngörüyor. Türkiye'nin bu süreçte üzerine düşeni yerine getirmek için; en kısa sürede Paris  Anlaşması'na taraf olması, 2050 yılında karbon nötr olma perspektifiyle güçlü bir emisyon azaltım hedefi  belirlemesi ve enerjide kömürden çıkışı gündemine alması gerekiyor" şeklinde konuşuyor.

Tanyeli Behiç Sabuncu.jpg
Tanyeli Behiç Sabuncu

 

"Büyük Menderes Havzası'nda pamukta onarıcı tarım uygulamaları yapıyoruz"

WWF-Türkiye Gıda Programı Müdürü Arzu Balkuv, şu bilgileri veriyor:

"Gıdayı üretirken toprağa zarar vermeyen, hatta bunun ötesine geçerek toprağı ve ekosistemleri onaran, su varlıklarını doğru kullanan ve biyolojik çeşitliliği gözeten onarıcı tarım, permakültür gibi doğa ile birlikte çalışan, ekoloji temelli tarımsal üretim uygulamalarına ihtiyacımız var. Bu şekilde iklim krizinin getirdiği ani yağış, taşkın veya kuraklık gibi olaylara daha dirençli tarımsal üretim sistemleri kurgulamış olacağız. WWF-Türkiye olarak Büyük Menderes Havzası'nda pamukta onarıcı tarım uygulamaları, zeytinlik ve özel mera arazilerinde ise yağmur suyu hasadı uygulamaları üzerinde çalışarak bahsettiğimiz etkileri üreticiler için gözle görülür hale getirmeye çalışıyoruz. Ayrıca Eskişehir'de buğdayda anıza doğrudan ekim uygulamaları, Bursa'da domateste toprak organik maddesini artırma denemelerimiz de doğa temelli çözümlerin her seferinde üretici için daha karlı olduğunu gösteriyor."

Arzu-Balkuv.jpg
Arzu Balkuv

 

"Ekstrem hava olayları doğrudan bir türün bireylerini ve o türe ait popülasyonları ortadan kaldırabilir"

Küresel iklim değişikliğinin iklim sistemleri üzerinde yarattığı etkileri düşündüğümüzde akla yalnızca ortalama sıcaklık artışlarının gelmemesi gerektiğini söyleyen Zürih Üniversitesi'nden Dr. Gözde Çilingir, "Küresel su döngülerindeki değişim, artan okyanus asiditesi, deniz seviyelerinde yükselme, buzulların hızlı bir şekilde küçülmesi, beklenmedik hava şartlarının şiddetinin ve görülme sıklığının artması da iklim değişikliğinin sonuçlarından. Bütün bu değişikliklerin canlı türlerinin üzerindeki olumsuz etkisi elbette ki çok büyük, çok katmanlı ve karmaşık. Öyle ki doğrudan küresel iklim değişikliğinin biyolojik çeşitliliği azaltmasının yanı sıra, bu çeşitliliği azaltan diğer faktörlerin de etkisini artırdığı düşünülüyor. Bu karmaşık olumsuz etkilere kısaca ve kabaca değinecek olursak, herhalde en başta belirtmemiz gereken, doğal yaşam alanlarının değişen iklim yüzünden tahribata uğraması ve dahi yok olması olurdu. Diğer taraftan ekstrem hava olayları doğrudan bir türün bireylerini ve o türe ait popülasyonları ortadan kaldırabilir, ya da değişen iklim yüzünden salgın hastalıkların görülme sıklığının arttığı göz önünde bulundurulursa bu salgınların canlılar üzerindeki etkisini kestirmek çok zorlaşır" diyor.

F. Gözde Çilingir.jpeg
Dr. Gözde Çilingir

 

"Küresel iklim değişikliği yüzünden bazı popülasyonlarda hiç erkek ya da dişi dünyaya gelmezse bu popülasyonlar belirli bir süre sonra zaten yok olmaya mahkum olacak"

Artan ortalama sıcaklıkların bazı hayvanların biyolojileriyle bağlantılı olarak popülasyonların dengesini temelden sarsabildiğine dikkat çeken Çilingir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Örneğin, benim şu anda üzerinde bilimsel araştırma yaptığım canlı türü bir dev tosbağa, Seyşeller'e has Aldabra dev tosbağası ve bu hayvanların cinsiyeti sıcaklıkla belirleniyor. Dişi kaplumbağalar yumurtaları toprağa gömüyorlar ve inkübasyon sürecindeki ortalama sıcaklığın belirli bir seviyenin üzerinde ya da altında olması, bir kuluçkadan çıkacak yavru kaplumbağaların hepsinin dişi ya da hepsinin erkek olmasına sebep olabilir. Küresel iklim değişikliği yüzünden bazı popülasyonlarda hiç erkek ya da dişi dünyaya gelmezse bu popülasyonlar belirli bir süre sonra zaten yok olmaya mahkum olacak. Ayrıca küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu deniz seviyesindeki yükselmeler bu hayvanları tehdit eden diğer büyük unsur, çünkü Aldabra dev tosbağaları Hint Okyanusu'nda bir ada topluluğunda yaşıyorlar ve deniz seviyesi önümüzdeki on yıllar içerisinde öngörüldüğü gibi yükselirse doğal yaşam alanları çok küçülecek ve belki de bu türden kurtarabildiğimiz bireyleri başka yerlere, örneğin Madagaskar'a taşımak zorunda kalacağız. Bu kaplumbağaların durumu elbette, yalnızca bir örnek. Bahsettiğim gibi iklim değişikliğinin canlı türleri üzerindeki olumsuz etkileri çok katmanlı ve karmaşık. İş işten geçmeden harekete geçmek, küresel boyutta derin ekolojik krizler meydana geldikten sonra harekete geçmekten çok daha anlamlı ve adaletli, o yüzden acil bir şekilde bu krizin çözümü için elimizden geldiğince çalışmalıyız."

"Evlerimizde her damlayı tasarruf ederek suyumuzu korumayı birlikte başarabiliriz"

Bütün bilimsel verilerin hem küresel ölçekte hem de Türkiye için su krizinin kapıda olduğunu vurgulayan WWF-Türkiye Tatlı Su Programı Müdürü Eren Atak, "Bugün artık iklim değişikliğinin etkilerini ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası'nda ortalama sıcaklıkların artması, yağışların azalması ve kuraklık şeklinde yaşıyoruz. Son 50 yılda Türkiye'deki sulak alanların yarısı, su miktarı ve kalitesi bakımından, sağlıklı yapısını kaybetti. İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya küresel ölçekte su riski yüksek kentler listesinde yer alıyor. Suyun doğduğu ve geçtiği doğal alanları koruyarak, tarımda sulama yöntemlerimizi iyileştirerek, sanayide temiz üretim yatırımlarını teşvik etmeliyiz. Evlerimizde her damlayı tasarruf ederek ve ihtiyacımızdan fazla ürün tüketiminden kaçınarak suyumuzu korumayı birlikte başarabiliriz" şeklinde konuşuyor.  

Eren ATAK.JPG
Eren Atak

 

"Tüm deniz canlılarının yüzde 25'ine ev sahipliği yapan mercan resifleri için yıkıcı etkiler ortaya çıkıyor"

Balık ve deniz ürünlerinin 800 milyon insan için gelir sağladığını belirten WWF-Türkiye Deniz ve Yaban Hayatı Programı Müdürü Ayşe Oruç, "Ayrıca, balık küresel olarak 3 milyon insanın günlük protein ihtiyacını karşılıyor.  Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), denizlerdeki aşırı olayların daha yoğunlaşacağını, daha uzun süreceğini ve daha sıklaşacağını öngörüyor. Bundan özellikle kıyı ekosistemleri ve habitatları etkilenecek ve bazı türlerde, etkileri gıda zincirlerine ve balıkçılık faaliyetlerine kadar işleyecek yüksek ölüm oranları görülmeye başlanacak.  Bu değişiklikler bir araya geldiğinde, tüm deniz canlılarının yüzde 25'ine ev sahipliği yapan mercan resifleri için yıkıcı etkiler ortaya çıkıyor. Resiflerin yaklaşık yüzde 50'si sanayi devrinden önce tahrip olmaya başladı. Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu (IPBES), iklim etkilerinin etkin bir şekilde azaltılmasına dayanan senaryolarda bile 2050 yılına kadar resiflerin sadece yüzde 1'inin hayatta kalacağını düşünüyor. Tüm dünyada küçük ölçekli balıkçıların dörtte birinden fazlası şu anda geçimlerini resiflerden sağlıyor. Mevcut durumu değiştirmek için herhangi bir adımın atılmadığı durumda, iklim değişikliğine bağlı etkenler nedeniyle 2100 yılına kadar bazı tropikal bölgelerde balık biyokütlesinin yüzde 30-40 oranında azalması bekleniyor" şeklinde uyarıda bulunuyor.  

 

[1] WWF Int. tarafından belirlenmiş olan aralarında Akdeniz'in de bulunduğu Dünya üzerindeki 25 farklı bölgeyi içeriyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU