Köle pazarından Osmanlı sarayına uzanan bir hikâyenin meyvesi: Osman Hamdi Bey

ÖSYM'nin her sınavda sorduğu Türk sanat tarihine damgasını vuran Osman Hamdi Bey, hala yeteri kadar tanınmıyor

Osman Hamdi Bey ve ünlü tablosu Kaplumbağa Terbiyecisi. (Kolaj: Independent Türkçe)

1830 yılının sonuna doğru İstanbul limanından ayrılan bir gemi, Osmanlı Devleti için tarihin akışını değiştirecek bir misyonla Fransa'ya doğru yelken açtı. Marsilya limanına demir atıldığında yolcuların içerisinde dört Osmanlı talebesi dikkati çekiyordu.

Devlet-i Aliyye tarafından batıya gönderilen bu ilk talebeler Jean François Barbet'a emanet edilerek sıkı bir tedrisattan geçirilmeleri tembihlendi. Öğrencilerin arasında bulunan İbrahim Edhem Efendi'nin hem geçmişi hem de geleceği yanındaki talebelerden oldukça farklıydı.

Köle pazarından saraya

Sakız Adası, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir ada iken isyan çıkmış ve bu isyan sert bir şekilde bastırılmıştı. Bu huruç sırasında adanın sakinlerinin bir bölümü köle durumuna düşmüş ve payitahtın köle pazarlarında satılmıştı. Satılan Rum çocuklardan birisi de İbrahim Edhem'den başkası değildi.

Namık Kemal, sonraları devletin en tepesine kadar yükselecek İbrahim Edhem için "Tanesi ellişer kuruşa satılmış olan Sakız kölelerinden gelme, Hüsrev Paşa daire-i edeb ve terbiyesinden yetişme" ifadelerini kullanacaktı; Ali Suavi ise dönemin Hürriyet gazetesinde köle devlet reislerinin durumunu Batı'daki kölelikten farklı olduğunu belirtiyordu:

Bunlar (Kölelikten gelme Osmanlı devlet adamları) İslâm eline düşünce ta‘lim edildi; terbiye olundu. Bazısı paşa, hatta kimisi sadrazam dahi oldu. Şarkın adât ve ahlakını bilmeyen Avrupalılar, İstanbul'daki köle ve cariyeleri Amerika esirleri gibi zannederler!


Köle pazarındaki Edhem'in kaderi Hüsrev Paşa'nın onu satın almasıyla tamamen değişecekti. Kendisi de geçmişte bir köle olarak yetiştirilen Hüsrev Paşa, yaşadığı konağı bir köle mektebine dönüştürerek birçok çocuğun talihini değiştirmişti. Bu konaktan iki sadrazam ve sayısız devlet adamı çıkacaktı ki bunlardan birisi de İbrahim Edhem Paşa'ydı.

1.jpg
İbrahim Edhem Paşa. (Fotoğraf: Wikipedia)


Haluk Dursun bu ve benzeri konakların işlevini şu sözlerle tespit edecekti:

Hânesinde adam yetiştirip himâye edenlerin en belirgin özelliği daha önce himâye görmüş olmalarıdır. Çoğunlukla siyasette iddia ve ihtirâs sahibi olan, gizli veya açık iktidar üzerine oynayan bu zevâtta aynı zamanda öğrenme-öğretme azmi kuvvetle hissedilir. … Bu kişiler, bir taraftan adam yetiştirmenin lezzetini tatmak, öbür taraftan da yetiştirdikleri adamlarla klik hareketi oluşturarak bir nevi kadro harekâtı meydana getirmek yoluyla iktidardaki hâkimiyetlerini arttırmak düşüncesindedirler.

Paris'teki eğitimini tamamlayıp yurda dönen Edhem Paşa'nın devlet kademesinde engellenemeyen yükselişi de başlamış oldu. Dâhiliye Nazırlığı, Hariciye Nazırlığı ve Sadrazamlık makamları kendisine tevdi edilmişti. Rum kökenli olması Edhem Paşa'nın en büyük zafiyetiydi çünkü artan milliyetçi eğilimlerin arasında devletin başında Türk menşeili olmayan bir zatın bulunması rahatsızlık sebebiydi. Bu sebeple dönemin medyasında kendisine Deli Corci ve mürtedd ü mühîn (Dinden dönmüş hain) gibi sıfatlar takılmıştı.

93 Harbinde devletin başındaki Edhem Paşa idi

93 Harbi olarak nitelendirilen ve 1877-78 yılında Osmanlı ile Çarlık Rusya arasında meydana gelen savaş Osmanlı için büyük bir yıkım olmuştu. Ruslar Yeşilköy'e kadar gelerek karargâh kurmuştu, İstanbul'un Ruslar tarafından işgal edilmesi gündeme gelmişti.

Sultan Abdülhamid tahta yeni geçmiştir ve devlet yönetiminde muktedir değildi. Rusların ilerleyişi İngilizlerin araya girmesiyle durduktan sonra Sultan Abdülhamid ipleri eline almıştı. Sultan, paşaların ve mebusların kendi aralarındaki rekabetinin devleti nasıl yıkıma götürebileceğini görmüş, bu yüzden hükümeti değiştirmiş, meclisi tatil etmişti.

Bu felaket sonucu yaklaşık 400 bin Müslüman Muhacir İstanbul'a akın etmişti. O zamanki toplam nüfusu 1 milyonu bulmayan payitaht için bu göç bir felaket demekti. Tüm bu felaket yaşanırken devletin başında bulunan kişi İbrahim Edhem Paşa'ydı.

İbrahim Edhem Paşa'nın aktif siyaset hayatı bu felaketle bitecekti ama Edhem ailesinin hikâyesi henüz yeni başlıyordu. Arkasında Osman Hamdi, İsmail Galib, Halil Edhem gibi çocuklar bırakan İbrahim Edhem'in çocukları da babaları gibi büyük işlere imza atacaktı.

Bu isimler içerisinde Osman Hamdi'nin ÖSYM'nin neredeyse yaptığı her sınavda sorulması ise tesadüf değil ama onu yalnızca bir ressam olarak hatırlamak yanlış olacaktır. Türk resim tarihine, müzecilik tarihine, arkeoloji tarihine ve hatta tiyatro tarihine damgasını vuran Osman Hamdi Bey'in hikâyesi de babası İbrahim Edhem'inkinde olduğu gibi Paris sokaklarında belirlenecekti.

Paris'te bir paşa çocuğu: Osman Hamdi Efendi

Osman Hamdi Efendi esasen Batı'yı ilk kez babası Edhem Paşa ile çıktığı 1858 Belgrad ziyareti ile görmüştü. Edhem Paşa beraberinde Belgrad'a götürdüğü oğlunu Tuna üzerinden kısa bir ziyaret gerçekleştirmesi için Viyana'ya gönderdi.

Osman Hamdi Bey, bu seyahat sırasında birçok müze gezmiş ve Batı'ya dair olumlu intibahlar edinmişti. 1860 senesine gelindiğinde ise hukuk okumak üzere babası tarafından Paris'e gönderilmişti.

Osman Hamdi Bey, hukuk eğitimi için geldiği Paris'te bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi derslerini takip etti. Burada Jéan-Léon Gérôme'den dersler almaya başlamasıyla hukuk fakültesindeki eğitimini bir kenara bırakarak tamamen sanata yöneldi ve eğitimi tam 12 sene sürdü.

Kendisini sanat çalışmalarına kaptıran Osman Hamdi'nin yanına iki Türk talebe daha katıldı. Bunlardan birisi Ahmet Ali Efendi ve diğeri de Süleyman Seyid'di. Bu üç ismin özelliği ise Türk resim sanatının bugün de en büyük isimleri olarak kabul ediliyor olması.

2.jpg
Osman Hamdi Bey. (Fotoğraf: devletialiyyei.com)


Osman Hamdi Bey'in Avrupa yıllarındaki belki de en önemli gelişme Sultan Abdüllaziz'in 1867 Paris ziyaretiydi. Sanata ve resme karşı büyük hayranlık duyan Sultan, Milletlerarası Paris Sergisi'ni de ziyaret etmeye karar verdi. Osman Hamdi Bey genç bir öğrenci olmasına rağmen Osmanlı Devleti'nin padişahını bu sergide ağırlamış ve padişahın iltifatına nail olmuştu.

İstanbul'a dönüş ve zor yıllar

Osman Hamdi'nin yurda dönüşü ile muazzam öyküsü gerçek anlamda başlamış oluyordu. Avrupa'da eğitim görmüş genç Hamdi Bey'i ilk keşfeden kişi Osmanlı Devleti'nin en kudretli devlet adamlarından birisi olan Mithat Paşa oldu.

Rütbe-i tenzil denilecek Bağdat Valiliği ataması ile payitahtı terk edecek olan Mithat Paşa yanında devletin en kıymetli bürokrat ve aydınlarını götürecekti. Bunlardan birisi de Bağdat'ta Mithat Paşa'nın Vilayet-i Umur-u Ecnebiye Müdürü olacak olan Osman Hamdi'ydi. 

Osman Hamdi çeşitli devlet görevleri almışsa da 1881 senesinde D. P. Dethier'nin yerine Osmanlı Müzesinin başına getirilmesi müzecilik tarihimiz açısından da bir dönüm noktası olmuştu.

Bu görevle beraber Osman Hamdi Bey'in ilk icraatlarından birisi de Asar-ı Atika Nizamnamesinin düzenlenmesine katkı sağlamak oldu. Osmanlı toprakları uçtan uca yabancı arkeologlarca yağmalanıyordu ve kanun boşlukları devletin bunun önüne geçilmesini engelliyordu. David George Hogarth, Henry Layard,Gertrude Bell, Thomas Edward Lawrence, Hofman gibi arkeologlar ise yalnızca Anadolu ve Mezapotamya'nın zenginliklerini yağmalamıyor aynı zamanda ciddi istihbarat faaliyetleri yürütüyordu.

Osman Hamdi Bey, bu nizamname ile yer altı zenginliklerinin yağmalanmasına engel olurken yerin üstündeki zenginlikleri canı pahasına korumuştu. Şüphesiz bunun en önemli delili İskender lahitini koruma çabalarıydı. Hürriyet Dergisinin 1990 Osman Hamdi Bey dosyasında önemli tarihçilerimizden Taha Toros hikayeyi şöyle nakletmektedir:

Binbir zahmetle Sayda'dan çıkartılıp İstanbul Eski Eserler Müzesi'nin büyük salonunda yer alan İskender'in mezarı, o günlerde büyük bir tehlike geçirmekteydi. Lahdin üzerindeki izler, ihtiraslı gözleri kamaştıracak nitelikteydi. Eğer imparator "Bu eseri pek beğendim" derse, Sultan Abdülhamid ne cevap verecekti? Vereceği cevabı, saray mensupları kadar, müze müdürü Osman Hamdi Bey de bilmekteydi. "Size armağanımız olsun" diyecekti ve hususi bir iradeyle bu eserin, hükümdara hediye edildiğini bildirecekti. Böyle bir iradeyi tebliğ etmektense ölmek tercih edilebilirdi!

Bu bunalımlar içerisinde Osman Hamdi Bey, sarayı, daha doğrusu padişahın yakınlarından olan Salih Münir Bey'i ziyaret ederek 'Şayet şevketlü padişahımız, bu eserin imparator cenaplarına hediye edilmesini irade buyuracak olurlarsa, bilsinler ki o lahdin önünde, önce benim intiharımı irade buyurmuş olacaklardır.'

Hamdi Bey'in bu sözleri, canını ortaya koyan tasavvuru, sarayda heyecan uyandırır. Saraya yakın çevreler, Osman Hamdi Bey'e şu öneride bulunurlar: ‘Şayet İmparator hazretleri, o süslü mezarı görür ve padişahımıza çok beğendiğini söylerse haşmetmeâp efendimiz bir dostluk cemilesi olarak hediye eylemek zorunda kalır. Bu nedenle o eseri imparatora göstermeyecek şekilde tertibat almanız uygun olur.'

3.jpg
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunan İskender Lahdi. (Fotoğraf: Twitter, @arkeolojidnyasi)


Osman Hamdi Bey, üstün zekâsı ile bu işi tatlıya bağladı. Hasırlar, tahtalar ve kalaslarla lahdin etrafını çerçeveledi ve alçılar serpiştirdi. İmparator, müzeyi gezerken kendisine önceden methi yapılan eseri göremezdi. Hasırlar ve kalaslarla çevrili yere imparator gelince Osman Hamdi Bey'e: ‘Bu nedir' dedi. Hamdi Bey bütün soğukkanlılığını toplayarak, önemsiz bir esermiş gibi: ‘Tamir edilmekte olan bir eser!' karşılığını verdi.

4.jpg

Alman İmparatoru II. Wilhelm ve Sultan Abdülhamid. (Fotoğraf: Pinterest)


Eğer bu türden bir kombinezon yapılmasaydı, büyük İskender'in ünlü lahdi, belki, tarihi Bergama'nın akıbetine uğrayacak ve o günden sonra Berlin Müzesi'nin çatısı altında yer alacaktı.

Osman Hamdi bir yandan Osmanlı müzeciliğini kurumsallaştırırken bir yandan da babası Edhem Paşa'nın da desteğiyle Türk arkeoloji tarihinde çığır açacak ilk kazı çalışmalarına başladı.

Sayda Kazısı ve İskender Lahdinin bulunuşu

Osman Hamdi Bey, İskender Lahdi'ni yalnızca korumakla kalmamış, onu bizzat bulan kişi de kendisi olmuştur. Aslında ciddi bir arkeoloji eğitimi olmayan Osman Hamdi Bey, buna rağmen muazzam bir sanat tarihi birikimine sahipti ve devletin çeşitli kademelerinde görev alması onu iyi bir yönetici haline getirmişti.

Babasının desteğiyle başladığı kazı çalışmalarında kısa sürede önemli başarılar elde etmişti. Bu kazı çalışmalarının içerisinde Sayda'da gerçekleştirdiği keşifler arkeoloji tarihine damgasını vuracaktı. Fenike Krallarına ait olduğu tespit edilen mezarların içerisinde ‘İskender Lahdi' ve ‘Ağlayan Kızlar Lahdi' gibi değerli eserler Osman Hamdi Bey eliyle gün yüzüne çıkmıştı.

Hamdi Bey, lahitleri keşfetmekle kalmamış; aynı zamanda İstanbul'a da büyük bir ustalıkla nakletmişti.

Osman Hamdi Bey'in sayısız başarısı tüm yurtta olduğu gibi dünyada da takdirle karşılanmıştı. Rabia Kul, "Osman Hamdi Bey'in Resim Sanatında Portre Tarzı" isimli çalışmasında Hamdi Bey'in başarılarını şöyle sıralıyor:

Osman Hamdi'nin Eski Eserler Müzesi müdürü olarak bu başarıları yurt dışında da büyük ilgi yaratmıştır. Atina'daki Fransız Okulu'nun kuruluşunun 50. Yılı dolayısıyla (1898), İspanya Oviedo Üniversitesi'nin kuruluşunun 100. Yılı (1908) ve Berlin Fredrich Müzesi'nin kuruluşu münasebetiyle (1904) de basılan madalyalardan birer tanesi kendisine verilmiştir. Şark Bilimleri Eski Eseler Derneği'nin, Alman İmparatoru'na verdiği madalyayı da Hükümdar, Osman Hamdi'ye hediye etmiştir. Roma Milletlerarası sergisinden şeref diploması ve 1891 de Berlin'de Güzel sanatlar sergisinden de bir madalya almıştır. 1909 Münih sergisi ve Viyana sergisinden de madalyaları vardır. 1909'da Oxford Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk unvanı verilmişti. Keza Fransız Akademisi de hususi bir madalya verdi. Osman Hamdi Bey birçok memleketlerin eski eserler enstitülerinde âza idi.

Osman Hamdi, müzeye alınışının 25. yılı ilişkisiyle (1906), Bon, Haydlberg, Aberden Üniversitesi'nden doktorluk ve Leibzig Üniversitesi de Doktor Honoris Koza sanını vermiş, ayrıca Fransız Enstitüsü'nün özel surette yaptırmış olduğu madalya da kendisine verilmiştir. Berlin Müzeleri Müdürlüğü ile Haydlberg ve Hal üniversiteleri ve Alman Eski Eserler Üniversitesi de işlemeli parşömen üzerine yazılmış kutlama mektupları göndermişlerdir. Son yıllarında kendisine, Bavyera krallığının ‘Bilim ve Sanat' büyük altın madalyası hediye edilmiştir.

Savaş esiri ve köle bir babanın talihinin değişmesi ile başlayan hikâyede Osman Hamdi Bey Türk sanat tarihine damgasını vurmayı başardı. Resimlerindeki oryantalist eğilimle özellikle de portreleriyle bilinen Osman Hamdi Bey, ÖSYM'nin son yıllarda neredeyse her sınavında sorulması ile büyük bir kesim tarafından tanınsa da hala yeteri kadar bilinmemektedir.

Daha ayrıntılı bir okuma için Mustafa Cezar'ın "Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi" eseri incelenebilir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU