Sultan Abdülhamid’in sürgünü: Mazlum kalbimin ahı bir gün çıkacaktır

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Sultan Abdülhamid'in cenazesinden bir kare 

Henüz gençliğinin başında bulunan genç şehzade Abdülhamid, yaşama sevinciyle doluydu.

Tahta çıkmak gibi bir ihtimali bulunmadığından zamanını daha çok ticaretle iştigal etmeye ayırıyor ve girişimci fikirleriyle bu konuda ümit de vadediyordu. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dolmabahçe’de bulunan ahşap bir sarayda yaşayan Abdülhamid, ailesine ve küçük kızı Ulviye’ye düşkünlüğü ile biliniyordu.

Genç şehzadenin bulunmadığı bir sırada ahşaptan yapılan sarayın tutuşarak yanmaya başladığı haberi şehzadeye ulaştırıldı.

Abdülhamid koşarak saraya vardığında kendisine henüz 7 yaşında olan Ulviye’nin yangının ortasında kaldığı söylendi. 

Şehzade Abdülhamid üstünde bulunan cübbeyi çıkartarak yangının içine daldı. Küçük Ulviye’nin salon ortasında boylu boyunca uzandığını ve yanıklar içinde kaldığını gördü.

Abdülhamid, minik Ulviye'sini kucağına alıp da dışarı çıkarttığında artık her şey için çok geçti.

Ulviye bir kömür gibi yanmıştı; ama genç şehzade gözlerini biran olsun küçük kızından ayırmıyordu, adeta kaskatı kesilmişti.
 

Sultan Abdülhamid Wikipedia.jpg
Sultan 2. Abdülhamid Han / Fotoğraf: Wikipedia


Sultan Abdülaziz’in yangın yerine gelmesinden sonra küçük kızından ayrılabilen genç şehzade, Sultan amcasını görmesiyle o ana kadar içinde tuttuğu hıçkırıkları ve gözyaşlarını boşaltıvermişti. 

Amca evim yanmadı, içim yandı amca!

Evim söndü, içim yanmaya devam ediyor amca!

(Abdülhamid K. Osmanoğlu- Sürgün)


Genç Şehzade Abdülhamid’in hem siretine hem de suretine çöken mahsunluk hayatının sonuna kadar sürmüş, onu yakından tanıma fırsatı bulan düşmanları bile Sultan Abdülhamid’e karşı yüreklerindeki katılığın mum gibi sönmesine engel olamamışlardı. 

Bu isimlerin içinde en meşhur olanı Sultan Abdülhamid’in devrilmesinden sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin kudretli Sadrazamı Talat Paşa’dır.

Sultan Abdülhamid’in Beylerbeyi Sarayı’ndaki mahpusluğunda onu yakından tanıma fırsatı bulan Talat Paşa’nın içindeki Abdülhamid düşmanlığı yerini büyük bir vicdan azabına bırakmıştı. 
 

talat paşa.jpg
Talat Paşa / Fotoğraf: Wikipedia


Sultan Abdülhamid’in cenazesi mahşeri bir kalabalıkla Beyazıt'ta bulunan türbegahına götürülürken devlet protokolünün bir numarası olarak cenazede bulunan Talat Paşa’nın gözyaşları ve hıçkırıkları cenazeye damgasını vurmuştu.

Sultan Abdülhamid’in sürgünü sırasında yaşadıkları ve sonrasında yaşananlar milletin maşerî vicdanına damgasını vurmuştu.

Selanik sürgünü

Sultan Abdülhamid kendisini tahttan indiren meclis kararını öğrendiğinde herhangi bir muhalefette bulunmadı.

Çoktandır, devlet işlerinden ayrılmayı düşünüyordu. Kendisine bu karar tebliğ edildiğinde yalnızca İstanbul’dan sürgün edilmesine içerlemişti.

Hükümetten Çırağan Sarayı’nda kalmak için ricacı olmuştu; fakat hükümet derhal İstanbul’dan ayrılması için kesin bir emirle cevap vermişti.

Sultan Abdülhamid’in İstanbul’dan gidişi İstanbul gazetelerine şöyle yansımıştı;

...Abdülhamid’in ikameti için Selanik’te Alatini biraderlerin köşkü tahsis edilmişti. Bu köşk Selanik’in en güzel binasıdır.

Abdülhamid’in yanında orta büyüklükte üç çanta bulunuyordu. Sirkeci İstasyonunda bir bardak Taşdelen suyu istemiş, suyu getirene 30 kuruş kadar bahşiş vermiştir.

Tren nısfülleyli bir saat elli dakika geçerek hareket etmişti ve dün gece Selanik’e varmıştır.

Abdülhamid’i Selanik’e götüren zat Binbaşı Fethi (Okyar) Bey olup maiyetinde bir miktar asker vardır.


Selanik’e sanıldığı kadar kolay varılmamıştı. Hem yolculuk hem de yolculuk sırasında karşılaşılan kötü muamele sabık Sultan Abdülhamid ve maiyetinde bulunanları perişan kılmıştı.
 

Alatini Köşkü.jpg
Sultan Abdülhamid'in sürgün hayatını geçirdiği Alatini Köşkü / Fotoğraf: Twitter 


Vardıkları konak gazetede anlatıldığı gibi değildi. İzbe bir bölgede bulunan konak neredeyse harabe denecek kadar eski ve temel ihtiyaçların görüleceği malzemeler konakta bulunmuyordu.

Bu biçareliğe sürgüne refakat eden Fethi Bey’de dayanamamıştı;

Fethi Bey uyumak için odasına gitmek üzere yanımızdan ayrılırken, bir kanepenin üzerinde baygın baygın uyuyan iki yaşındaki kardeşimi gördü ve ona yaklaştı, başını eğdi ve çocuğu öptü.

‘Zavallı yavrucak’ diye söylendiğini ve gözünden akan yaştan bir damlanın çocuğun yüzüne düştüğünü gördüm.

(Şadiye Osmanoğlu- Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri)


Sultan Abdülhamid’in yatacak yatağı bulunmadığı için Alatini Köşkü'nde iki koltuğu birleştirerek kendisine yatak yapmıştı.

Maiyetinde bulunanların duruma üzülmemesi için tebessümle koltukları göstererek “İşte yatağım” diyerek kötü havayı dağıtmaya çalışsa da köşkteki korkunç günler henüz yeni başlıyordu. 


Sultan Abdülhamid’e kurşun sıktılar ve oğluna babasına ‘Eşek’ dedirtmeye çalıştılar

Hürriyet furyası bütün ülkeyi geçici bir bayram havasına soktuğu sırada Sultan Abdülhamid, Alatini Köşkü'nde tam bir tecrit hayatı yaşıyordu.

Ailesinin ilk zamanlar dışarı çıkması yasakken Abdülhamid günün belli saatlerinde terastan yalnızca gökyüzüne bakabiliyordu.
 

abid efendi abdülhamid'in oğlu.jpg
Sultan Abdülhamid'in oğlu Abid Efendi / Fotoğraf: Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye​​​​​​​ - Facebook


Alatini Köşkü sürgününde henüz küçük bir çocuk olan Abid Efendi yazdığı bir mektupta yaşanan dramı gözler önüne seriyor;

...Alâtini Köşkü’ne duhûlümüzü (girişimizi) hatırlamıyorum. Annemin kucağında uykuda imişim. Sonradan işittiğime nazaran, beni taşımaktan annemin yorgun düştüğünün nasılsa farkına varan bir zabit (subay),-ki Emniyet-i Umumiye Müdürü Miralay Galib Bey (sonra paşa) imiş- beni annemin kucağından almak nezaketini göstermiş ve alırken de anneme ‘Verin bana şu yılan yavrusunu!’ demiş.

Anlaşılan, tam mânâsıyla bir centilmenmiş bu kahraman-ı hürriyet! Bunu söyleyen Hareket Ordusu’nun genç ve toy subaylarından biri olsaydı affederdim, lâkin bu adam o zaman miralay (albay) idi ve en az kırk yaşında idi.

O arada Ali Fethi Bey de (yıllar sonrasının başbakanı Fethi Okyar) ‘Zavallı çocuk!’ diyerek beni kucağına aldı, hattâ gözünden bir damla yaş düştü...

...Alâtini Köşkü’ne yerleştiğimiz ilk zamanlarda, bahçenin etrafında gayet alçak bir demir parmaklık vardı, sonra tuğla duvarlar yapıldı. Karaburun’a giden cadde, bu parmaklığın önünden geçerdi.

Ben, ikide bir bahçeye fırlayıp parmaklığa yapışır, caddeyi seyrederdim. Bunu, pedere haber vermişler. Beni yakalayıp pedere götürdükleri vakit, fena halde tekdire uğradım.

‘Bir daha oraya gitmeyeceksin! Bir daha oraya gitmeyeceksin!’ diyerek elindeki kalın bastonu kaldırıp indirmesi hâlâ gözümün önündedir. Korkutmak için, bastonu sadece kaldırıp indirmekle yetinmiş, bir tarafıma vurmamıştı.

...Muhafız subaylar, pek saygısızca hareket ederlerdi. Bunlardan Salim isminde bir teğmen, pencereden bakmakta olan babama ağaçların arkasına saklanıp kurşun bile sıkmıştı!.. Diğerleri de bir hayli saygısızlık yaptılar. Meselâ, bir hadiseyi gayet iyi hatırlıyorum:

...Bir vekilharç Hasan Efendi vardı. Haremin çarşıdan aldırdığı şeyler, onun vasıtasıyla gelirdi. O da, dışarıdan getirdiğini zâbitlerin (subayların) huzurunda harem ağalarına teslim eder, onlar da hareme götürürlerdi.

...Birgün bana yeşil, mavi, sarı, rengârenk oyuncak bastonlar getirmiş. Zâbitlerin yanında bana verecek. Ben de her nedense bu değneklere pek imrenirdim.

Bahçedeyiz, tam değnekler bana verileceği sırada, zâbitler tutturdular: ‘Git babana ‘eşek’ de. Demezsen, değnekleri vermeyeceğiz’.

Ben de bu sözün fena bir şey olduğunu hissediyordum. Fakat, değneklerde de gözüm var. Nihayet, ağlaya ağlaya köşke gidiyorum. Hareme girdim. Bereket versin, karşıma Gülşen Kalfa çıkıyor, bana ‘Efendi, niçin böyle ağlıyorsun?’ diye soruyor.

Ben de meseleyi anlatıyorum. O da beni ‘A, hiç öyle şey olur mu? Sana yakışır mı?’ diye bir güzel haşlıyor. Ben de o sayede babama gidip o hezeyanı etmiyorum. Maamafih, sonunda değnekler yine elime geçti.

Galiba zâbitler nihayet yaptıklarına utandılar ve değnekleri verdiler. Maalesef zabitlerden hangisi idi bana bunu söyletmek isteyen, hatırlamıyorum.

...Alâtini Köşkü’nün bahçesinde yuvarlak, çiçekli bir tepecik vardı... Subaylar, bu tepenin etrafına çiçeklerle ‘Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik’ yazmışlardı. Okuyabiliyordum ama, bu sözlerin ne demek olduğunu bilmiyordum.

Köşkün pencerelerinden, tepenin yalnız bir tarafı görülürdü... Babam öbür tarafta ne yazdığını merak etmiş; beni çağırdı, ‘Oğlum, git bir bak bakalım, öbür tarafa ne yazmışlar’ dedi.

Gittim, okuyup döndüm, söyledim. Sadece bir ‘Yaa!..’ dedi, başka tek söz etmedi. İttihatçı subaylar, ‘Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik’ sözlerini toprağa yazmakla işi olmuş bitmiş zannediyorlardı.

...Haklarını yememek için şunu da ilâve edeyim: Pederime karşı bu derece saygısızlık edenler, benim iyi bir tahsil yapmamı istediler, içlerinden bazılarını beni okutmakla görevlendirdiler.

lk hocam, Nâzım Bey isminde bir yüzbaşıydı, beni altı-yedi ay okuttuktan sonra tayin olup gitti. Ondan sonra, Cumhuriyet zamanında Siirt Milletvekilliği yapan ve Milliyet Gazetesi’ni çıkartan Mahmud Bey (Soydan) hocam oldu.


Ahlaksız zabitler Sultan Abdülhamid’in kızlarının iffetine göz koyar

Sultan Abdülhamid’in gönlünü ve aklını en çok meşgul eden konuların başında izdivaç çağına gelmiş kızlarının durumu geliyordu.

Bu durum onu öylesine bunaltmıştı ki İstanbul’a yazdığı bir mektupta sarayın bu durumla ilgilenmesini rica etmişti. 

Sultan Abdülhamid’in bu konuda yüreğinin darlandığını iyi bilen zabitler, sabık Sultanın kızlarına oldukça ahlaksız bir teklif yaptılar; 

Harem ağalarından birini zabitler odalarına davet ederler ve bana şu haberi yollarlar:

‘Bu gece odalarının altına gaz koyduk. Açıkta duran Musudiye zırhlısı köşkü bombandırman edecek. Babaları ve köşk mahvolacak. Kendileri gençtir, acıyoruz. Gece yarısı kardeşleriyle beraber bizim dairemize gelsinler. Biz onları muhafaza ederiz.’

Bunun ne kadar çirkin bir plan olduğunu anlamak için insanda biraz izan olması kafidir.

Zavallı harem ağası bunu gerçek zannederek, babamın başına gelecek felaketten derin bir endişe duymaya başlamıştı.

(Şadiye Osmanoğlu- Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri)


İstanbul’a dönüş

Birinci Balkan Savaşı ile Selanik’in düşman eline geçeceğini anlayan İttihat ve Terakki yöneticileri Sultan Abdülhamid’i İstanbul’a getirerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirdi.
 

Beylerbeyi Sarayı.jpg
Beylerbeyi Sarayı


Fakat Birinci Cihan Harbi’nin başlamasıyla beraber İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal etmesi ihtimaline karşı Sultan Abdülhamid bu kez Bursa’ya götürülmek istendi.

Bu fikri Sultan Abdülhamid’e arz etmeye giden grubun içinde bulunan Ercüment Ekrem Talu şöyle nakletmişti;

Hakan-ı Sabık, Dahiliye Nazırını sonuna kadar dinledi. O susunca keskin nazarlarını hepimizin üzerinde ayrı ayrı gezindirdikten sonra;

Şevketli biraderimin hakipay-ı şahanelerine arzı-ı ubudiyet ederim. Endişeleri tamamıyla gayr-ı varittir. Eğer dokunulmamış ise, Çanakkale’yi ben zamanında, fevkalade tahkim eylemiştim.

Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Boğaziçi de öyle. Amma farz-ı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde, Hakanın yapacağı şey, tacını, tebasını terk ile zillü firarı irtikap değil, eyvanı-ı payitahtının taşları altında terk-i can etmektir.

Hazret-i Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans İmparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerin altında can vermek celaletini göstermişti. Biz, Fatih’in ahfadı, Kostantin’den aşağı kalamayız...

Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegâne arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümeti-i seniyyeden bu arzuma mümataat edilmesini istida ederim.

(Ercümen Ekrem Talu- Büyük Doğu)


Sultan Abdülhamid en azından bu isteğine kavuşmuş ve çok sevdiği İstanbul’da 10 Şubat 1918 yılında hayata gözlerini yummuştu.
 

Şadiye Sultan mustafaarmagancomtr.jpg
Sultan Abdülhamid'in kızı Şadiye Sultan / Fotoğraf: mustafaarmagan.com.tr


Sultan Abdülhamid öldüğünde 77 yaşındaydı çok sevdiği kızı Şadiye Sultan’ın hastalanarak yatağa düşmesi bu naif Sabık Sultan’da ikinci bir Ulviye Sultan acısı yaşama ihtimali ihtiyar bedenini iyice hasta etmişti.

Havaların soğuk olması sebebiyle doktorların banyo yapmaması uyarısına rağmen Sultan Abdülhamid, kişisel temizliğine olan düşkünlüğü sebebiyle o gün yine banyo yapar.

Fakat sonrasında girdiği üşüme nöbetini yenemeyerek hayata gözlerini yumar. 
 

Sultan abdülhamid'in cenazesi i devletialiyyei.com
Sultan abdülhamid'in cenazesinden bir kare / Fotoğraf: devletialiyyei.com


Sultan Abdülhamid’in cenazesine bütün İstanbul halkı ve devlet adamları katılmıştı.

Sultan Abdülhamid düşmanlığı ile bilinen İttihat ve Terakki’nin üst düzey isimleri de, nedamet getirmek için midir bilinmez, o gün cenazenin en ön saflarındaki yerini almıştı.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU