DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan: Sayın Erdoğan’ın sorumluluk almasının vakti gelmiştir

“Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip, suskunluk içinde bu süreci yönetemez”

Fotoğraf: ANKA

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun İmralı'da terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşüp görüşmeyeceği tartışmalarına ilişkin "Artık Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti gelmiştir. Bu konuda elini değil, gövdesini taşın altına koyması gerekenler, taşın yanından bile geçmek istememektedir. Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip, suskunluk içinde bu süreci yönetemez. Bu iş doğruysa, çıkın toplum önünde savunun. Gerekçelerini de açıklayın. Çekinceleriniz varsa, bunu da söyleyin ama milletten kaçmayın" dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, TBMM’de Yeni Yol Grup Toplantısı’nda konuştu. Babacan, sözlerine Kocaeli Dilovası'ndaki yangında yaşamını yitiren yedi işçiyi anarak başladı ve şu değerlendirmelerde bulundu: 

Sadece şu son iki haftada ülkemizde yaşananlara baktığımızda, kaybettiğimiz canları gördüğümüzde kahroluyoruz. Bakın, geçtiğimiz hafta Dilovası’da büyük bir facia yaşandı. Dile kolay, tam 7 can, 7 emekçi vatandaşımız, ihmalsizlikler sonucu, denetimsizlikler sonucu hayatını kaybetti. Şu haberi okudum, içim parçalandı. 'Yangın merdiveni ve acil çıkışı olmayan depoda cenazeler, kapının forkliftle kırılmasıyla çıkarılabildi.' Böyle diyor haber. Yangından kurtulmayı bırakın, cenazelerine bile erişilemeyen emekçilerden söz ediyoruz. Yıl 2025, karşılaştığımız manzara bu. Ölümlerin sebebi ortada: Ölümlerin sebebi ihmal, ölümlerin sebebi denetimsizlik, ölümlerin sebebi alınmayan tedbirler. Bu ölümler, iş güvenliğini maliyet olarak gören anlayışın sonucudur. Bu ölümler, denetimin kâğıt üzerinde yapılmasının sonucudur. Bu ölümler, Kartalkaya'dan İliç’e, görevi ihmali alışkanlık haline getirmenin sonucudur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"İktidardakiler ve etraflarındaki menfaat şebekesi, bu ülkenin kurumlarında ehliyet ve liyakati yok ettiniz"

Böcek ailesi kaldıkları otelden dışarı çıktılar. Yediler içtiler, son kez birlikte eğlendiler, güldüler. Birlikte eğlendikleri o gün, onları hayattan kopardı. Otelde mi bir şeyler oldu, yedikleri bir şeyden mi hala açıklığa kavuşmuş değil fakat, bir aileyi yok eden ihmaller zincirini biliyor, görüyor; buradan haykırıyoruz… Otelse otel, yemekse yemek, hastaneyse hastane. Her birinin denetimi hükümette. Her birinin sorumluluğu ilgili bakanlıkta. Sorumluluk otelde mi? Turizm Bakanlığı orada, gidecek denetleyecek. Sorumluluk ailenin kritik durumunu öngöremeyen hastanede mi? Sağlık Bakanlığı orada, gidecek denetleyecek. Sorumluluk yemeklerde mi? Tarım ve Orman Bakanlığı orada, gidecek denetleyecek. Bu bakanlıklar niçin var?

İktidardakilere ve etraflarındaki menfaat şebekesine sesleniyorum. Bu ülkenin kurumlarında ehliyet ve liyakati yok ettiniz. Bütün kararları bir merkezde toplayıp kurumları zayıflattınız. Malum menfaat şebekesi, bu kurumları vatandaşa hizmet eden kurumlar olmaktan çıkarıp, sadece kendi çıkarlarına hizmet eden aygıtlar haline getirdi. Beslenmeyi denetimsiz hale getirdiniz, insanların elinden güvenli gıdaya erişimi aldınız. Kiraları arşa çıkardınız, insanların elinden barınmayı aldınız. Hukuku, adaleti ortadan kaldırdınız; insanların elinden güvenliği, emniyeti aldınız. Sayenizde koskoca Türkiye Cumhuriyeti, postmodern bir taş devri yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti ilkel bir kabile devleti değildir. Türkiye Cumhuriyeti, yemek yiyen vatandaşlarını toprağa vermeyecek kadar güçlü ve büyük bir ülkedir. Vatandaşın görevi hayatta kalmak değildir, devleti yönetenlerin görevi insanları yaşatmaktır.

"11. yargı paketine Covid düzenlemesinin ve infaza ilişkin taleplerin mutlaka eklenmesi gerektiği kanaatindeyiz"

Adaletin terazisi dengesini çoktan yitirdi. İktidar yargıyı bir sopa gibi kullanmaya devam ediyor. Mahkemeler, farklı düşünenleri susturmak, eleştirilerin önünü almak ve korkuyu büyütmek için bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Gazeteci, siyasetçi, akademisyen fark etmiyor... Kim biraz sesini yükseltirse, baskı görüyor. Kim hak talep etse, keyfi kararlarla karşılaşıyor. Kayırmacılık ve kadrolaşma ile bazı mahkemeler iktidarın tut dediğini tutuyor, sal dediğini salıyor. Bu durumdan, yargı camiamızın büyük bir bölümünün son derece rahatsız olduğunu da ifade etmek isterim. İşini düzgün yapmaya çalışan binlerce savcımız ve hakimimiz, Türkiye’de yargıya olan güvenin bu kadar azalmış olmasını üzüntüyle ve kaygıyla izliyor. Siyasetin yargı üzerindeki bu baskısından yargı camiası da müzdarip. Unutmayalım. Siyasileşmiş, klikleşmiş bir yargı adalet dağıtamaz. Üstelik siyasetin müdahil olduğu ve talimatla hareket eden bir yargının verdiği zararın telafisi imkansızdır.

Bugünlerde herkesin gözü kulağı açıklanacak yargı paketinde ve infaz yasasında. Henüz Meclis'e gelmedi. Bekliyoruz. Detaylı değerlendirmemizi ayrıca yapacağız. Ancak şunu ifade etmek isterim ki, 31 Temmuz Covid yasası mağdurları konusunda da infazda eşitlik isteyenler konusunda da bizim duruşumuz net. Temel ilkemiz 'cezada adalet infazda eşitlik'. Bu nedenle 31 Temmuz Covid yasasında, hukuk devleti ve eşitlik ilkesi gereği, 'aynı tarihte işlenmiş aynı infaz rejimine muhatap aynı suça', 'aynı cezanın' verilmesi ne kadar hak ise uygulanacak indirim ya da iyileştirmenin de aynı olması hukuk ve adalet için gereklidir. Bu nedenle 11. yargı paketine Covid düzenlemesinin ve infaza ilişkin taleplerin mutlaka eklenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu eksiklikler giderilmeden getirilecek olan 11. yargı paketi ihtiyaçları karşılamaktan son derece uzak olacaktır. Meclis tatile girmeden önce, iktidar ortakları, infaz düzenlemesinin en geç ekim ayı içerisinde Meclis’e getirileceği konusunda hükümlülerin ve ailelerinin ciddi bir beklenti içine girmelerine sebep olmuşlardır. İçeride hürriyeti kısıtlı vatandaşlarımıza ve dışarıdaki yakınlarına verilen sözün havada kalmaması ve gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Ekim ayı bitti, kasım ayı geçiyor. Devlet yönetiminde olanların ve iktidar sahiplerinin vatandaşı aldatması söz konusu olamaz. Vatandaşlarımıza bir söz verilmişse mutlaka yerine getirilmelidir. İktidara hatırlatalım, hukuk olmadan, adalet olmadan, bu ülkede hiçbir sorun çözülmez.

"Artık Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti gelmiştir"

TBMM çatısı altında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bugüne kadar yeterince dinleme yaptı. Artık somut adımlar atmanın da vakti geldi. Ancak, aylardır devam eden bir tuhaf tartışma gündemi sürekli işgal ediyor. Malum konu, İmralı’ya gidip gitmeme meselesi. Biz ilk günden bu yana diyoruz ki, İmralı’nın Komisyon’a iletmek istediği mesajlar varsa, bu mesajlar bir şekilde Komisyon’a aktarılmalıdır. Mesajların hangi yöntemle aktarılacağını da Komisyon’da temsil edilen siyasi partiler istişareyle belirlemelidir. Bu konuda Sayın Bahçeli, ilk günden bu yana, ısrarla, Komisyon’dan bir heyetin İmralı’ya gitmesi gerektiğini söylüyor. Mesajların bu yöntemle Komisyon’a aktarılması gerektiğini savunuyor. Ancak, bu konuda ne Sayın Erdoğan’dan ne partisinin sözcüsünden ne de grup başkanından, grup başkan vekillerinden somut hiçbir açıklama duymadık. Şimdi diyorlar ki, cuma günü Komisyon toplanacak, bu konuyu oylayacak. Komisyon’da en çok milletvekili ile temsil edilen AK Parti’nin bu konudaki tutumuyla ilgili kamuoyuna yapılan tek bir kelimelik açıklaması yok. Böyle bir tutumu biz doğru görmüyoruz.

Bu Komisyon niye kuruldu? AK Parti ile Milliyetçi Hareket Partisi'nin Komisyon'da net bir çoğunluğu var mı? Var. Her konuda 'Meclis'te çoğunluk bizde aklımıza eseni yaparız' diyen iktidar niye bu Komisyon'u kurdu? Bilmiyonuz zannetmesinler, bu Komisyon, bu önemli ve yüksek riskli işin riskini muhalefetle paylaşmak için kuruldu. 'Bu yükün altından biz tek başımıza kalkamayız, omuz verin, bu yükü hep beraber taşıyalım, biz bunun riskinden korkuyoruz' dedikleri için bu Komisyon kuruldu. Artık Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti gelmiştir. Bu konuda elini değil, gövdesini taşın altına koyması gerekenler, taşın yanından bile geçmek istememektedir. Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip, suskunluk içinde bu süreci yönetemez. Hep beraber yüklenelim dedik tamam ama bunlar ne yapıyor? 'Yük size eğer bir getiri olursa bize.' Böyle bir şey olmaz. Ben buradan AK Parti yönetimine seslenmek istiyorum: Bu iş doğruysa, çıkın toplum önünde savunun. Gerekçelerini de açıklayın. Çekinceleriniz varsa, bunu da söyleyin ama milletten kaçmayın.

"'Her iki şapkayı da beraber taşımanın nimetlerinden ben istifade edeyim, külfetini başkalarına yıkayım' diyemezsiniz"

Sayın Cumhurbaşkanı; İmralı’ya kimin gideceğine izin vermekten DEM Heyeti ile görüşmeye kadar, kimlerin tahliye edileceğine karar vermekten, komisyonun hangi STK'lar ile görüşeceğine kadar bir çok detayla bizzat ilgileniyor. Yani, Cumhurbaşkanı olarak süreç hakkında izin veriyor, onay veriyor, talimat veriyor. Ancak gelin görün ki, AK Parti Genel Başkanı olarak vermiş olduğu kararları ve bu kararların sebeplerini kamuoyuna izah etmiyor. Bundan kaçınıyor. Sayın Erdoğan, siz 'yaparsa AK Parti yapar' sloganını sürekli kullanmıyor musunuz? Şimdi bu süreci AK Parti adına değil de devlet adına yürütüyormuş gibi davranmanızın kime ne faydası var? Milletimiz olanın bitenin farkında değil mi Allah aşkına? Herhangi bir konu üzerine saatlerce konuşuyorken, bu mesele hakkında bir cümleyi, yer yer bir paragrafı aşan konuşmanız neredeyse yok. Hâlâ sürecin başarısından emin değilmiş gibi daranıyorsunuz. Bir sorun çıktığında 'Buna devlet karar verdi, muhalefette ortak oldu. Benimle alakası yok' diyebilmek için susuyorsanız bu doğru değil. Böyle süreçler inançla, özgüvenle, milleti ikna ederek ve milleti karar alma süreçlerine dahil etmekle yürütülür ve ancak böyle başarılı olunur.

Eğer hala başarısızlık ihtimaline yatırım yapıyorsanız, hem iktidar ortağınıza hem de görevlendirdiğiniz bürokratlara büyük haksızlık yapıyorsunuz. Tarihi bir dönemeçteyiz. Bizim 'yanlıştır' dememize rağmen; çok istediniz; hem devlet başkanı oldunuz, hem de iktidar partisinin genel başkanı oldunuz. Anayasa'da açık hükme rağmen partili, taraflı bir cumhurbaşkanı oldunuz. Bu iki sıfatı bir arada taşımanın ikilemini de işte şu anda yaşıyorsunuz. 'Her iki şapkayı da beraber taşımanın nimetlerinden ben istifade edeyim, külfetini başkalarına yıkayım' diyemezsiniz, sorumluluk alın çıkın ortaya.

 

 

ANKA 

DAHA FAZLA HABER OKU