Seçim öncesi iç ve dış politika arasında sıkışan mesele: Suriyeliler

Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

2011 yılında Suriye iç savaşının başlamasından bu yana Türkiye, hazırlıksız yakalandığı büyük bir sığınmacı akınına ev sahipliği yaptı.

Türkiye, çatışmalardan kaçan insanlara sınırlarını açarak ve onlara "Geçici koruma statüsü" vererek kendi tabiriyle ciddi bir "Açık Kapı Politikası" benimsedi.

Ankara, 2011'de ülkelerinde iç savaşın patlak vermesinden bu yana sınırı geçerek Türkiye'ye gelen Suriyeli sığınmacıları barındırmak için 40 milyar dolardan fazla para harcadı.

Türkiye an itibariyle 3,5 milyon Suriyeli ile dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan ülkesi haline gelirken, bir de bu göç dalgasına Afganistan'da Taliban'ın iktidara gelmesinin akabinde Afganlar eklendi.

12 yıl içerisinde sayıları giderek artan Türkiye'deki Suriyeliler, son yıllarda Türk kamuoyunda artan sığınmacı karşıtlığıyla tartışmalı bir konu haline geldi.
 


Bilhassa son yıllarda yaşanan mali kriz ve ekonomik durgunluğa istinaden bu konu, "istihdam alanında rekabet yaratılması, iş kollarının ellerinden alınması" gibi spesifik sebeplerle bazı Türk vatandaşlarının Suriyeli sığınmacılara yönelik öfkesini ve hoşnutsuzluğunu tetikledi.

Özellikle Şubat ayında yaşanan Güneydoğu depreminin ardından Suriyelilerin hırsızlık ve yağma yaptığı iddiaları yayıldığından beri, Türkiye'de Suriyelilere yönelik kızgınlık ve önyargılar daha çok arttı.

Türkiye'deki sosyal medyada Suriye karşıtı sloganlar yeniden ortaya çıktı ve aşırı sağcı partiler Suriyelilerin sınır dışı edilmesi hususunda seslerini yükseltmeye başladı.

Hükümet tahminlerine göre, depremlerle harap olan Türkiye'nin güneyindeki 10 ilinde 1,7 milyondan fazla Suriyeli sığınmacı yaşıyordu.

Depremlerin ertesi günü Türk makamları, 10 ildeki mültecilerin kendi barınma yerlerini sağlamaları halinde 90 güne kadar İstanbul dışındaki diğer şehirlere veya illere seyahat etmelerine izin veren bir yönerge yayımladı.

Ancak depremlerin ardından ilk günlerde çok sayıda sığınmacının İstanbul'a kaçmasının ardından, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kararını revize ederek, daha önceden Büyükşehirlere gelmiş ailelerin 60 güne kadar kalmalarına izin verdi.

Depremle birlikte evlerini kaybetmeleri ve diğer illerde akrabalarının olmaması sebebiyle bazı Suriyeliler, Suriye'nin kuzeyine doğru yolculuk yapmaya başladılar.

Depremden sonra Bab al-Hawa, Bab al-Salam ve Cerablus sınır kapılarından Suriye'ye gelen sığınmacıların sayısı yaklaşık 40 bine ulaştı.

Deprem sonrası Suriye'de durum bu şekildeyken, 14 Mayıs seçimleri yaklaşırken Suriyeliler konusu Millet İttifakı ve Ata İttifakı kurmayları tarafından dış politika ve güvenlik açısından daha çok dillendirilmeye başlandı.

Millet İttifakına mensup siyasetçilerin seçim kampanyalarında, özelde Suriyeli ve Afgan sığınmacılar başta olmak üzere genel olarak tüm sığınmacılara yönelik "olumsuz" söylemleri ve "geri gönderme" vaatleri, bir ucunda popülizm, diğer ucunda refah milliyetçiliği olan bir sarkaç üzerinde duruyor.

Bilhassa mevcut iktidar döneminde Suriyelilere sağlanan barınma, sağlık, eğitim ve sosyal koruma gibi hizmetler, muhalefet cephesi tarafından kınanarak "refah milliyetçiliği" üzerinden bir oy politikası güdülüyor.

Millet İttifakı'nın en büyük iki partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İYİ Parti, sığınmacılara yönelik keskin açıklamalarda bulunarak, "demografinin değişmesi, işsizlik kaygısı ve güvenlik endişeleri" gibi popülist söylemlerle ise seçmenlerin mültecilere yönelik algısını yönlendirmeye çalışıyor. 

Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, bilhassa Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı illere yaptığı ziyarette, Millet İttifakı'nın hiçbir ülkeye, vatandaşa ve yabancıya karşı herhangi bir önyargısı olmadığını, fakat Türkiye'nin demografik yapısının değişmesinden yana olmadıklarını, dolayısıyla hem Türklerin hem Suriyelilerin kendi ülkelerinde özgürce yaşaması gerektiğini belirtiyor.

Bu noktada Millet İttifak'ının söylemleri öncelikle Suriye Devleti ile müzakere masasına oturulup sorunların diplomatik yollardan çözülmesi, sonrasında ise Suriyeli sığınmacıların güvenli bir şekilde ülkelerine geri dönüşlerinin sağlanması üzerine kurulu.

Zafer Partisi'nin öncülüğünü yaptığı "ATA İttifakı" ise, giderek artan Suriyeli popülasyonu ve bazı bölgelerdeki Türk-Suriyeli çatışmalarına istinaden ileride kurulması muhtemel bir küçük "Suriye özerk devleti" ne vurgu yapıyor.

Millet İttifakı'na göre daha sert ve ayrımcı bir üslup kullanarak popülist bir tutum geliştiren ATA İttifakı, bilhassa Zafer Partisi kurucusu Ümit Özdağ'ı sahaya sürerek Suriyelilerin direkt olarak gönderilmesi, hatta gerekirse zor kullanımına başvurularak sınır dışı edilmesi yönünde bir plan öngörüyor.

Tabii böyle bir geri gönderme şeklinin uluslararası hukuka aykırılık teşkil ettiğini ve insani olmadığını söylemeye gerek yok sanırım.

Suriyeli sığınmacıların gönderilmesi hem Türk milletinin hem de Suriyelilerin huzuru için olumlu bir politika gibi görünse de muhalefet partilerinin bu süreçte halen cevap vermesi gereken bazı sorular var:

"Esad'la uzlaşma sürecinde Suriye muhalefetinin talepleri ne kadar desteklenecek?"

"Geri dönen sığınmacıların Esad'a güvenmesi nasıl sağlanacak?"

"Mallarını kaybeden Suriyelilerin yeni bir yaşam alanı kurmaları için nasıl bir girişimde bulunulacak?"

"Güvenli geri dönüş ve Suriye'de yeni bir ulus inşası için BM'nin ve uluslararası kamuoyunun desteği ne ölçüde alınacak?"

Tüm bu sorunlara çözüm üretmeden yalnızca "Suriyeliler gidecek" vurgusu yapmanın ne kadar rasyonel bir tutum olduğu tartışılır.

Geri gönderme konusunda bir başka realite daha var.

12 sene içinde düzenlerini kuran, iş sahibi olan, kendi işyerini açan, çocuklarını okula gönderen, Türkçe öğrenen, evlilik yapan hatta vatandaşlık hakkı kazanan bu insanları gönderebilmek için, Suriye'deki şartların sığınmacıların Türkiye'de sahip oldukları şartlara yakın olması gerekir.

Onlara bu imkanların sağlanabilmesi için Amerika'nın 20 yıl önce Afganistan ve Irak'ta uygulamaya çalıştığı sözde "demokrasi getirme çabası" ve "ulus inşası" girişimlerinden daha insani ve akıllı bir politika yürütülmesi gerekmektedir.

Keza ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde PYD/YPG'ye yönelik verdiği silah desteği, terör örgütlerine destek veren bir devletin bölgeye barış getirmesi (!) hususunda soru işaretleri yaratmaktadır.

Suriye'nin büyük bölümünde kontrolü eline alan Rusya'nın ise 2022 yılından bu yana Ukrayna'da gösterdiği saldırgan ve hırçın tutum, Ortadoğu'da yeni bir ulus inşası yaratılması sürecinde böyle otoriter bir devlete güvenilmeyeceğini göstermiştir.

Bu noktada ne ABD'ye ne Rusya'ya bel bağlamak, güvenli ve ekonomik açıdan güçlü bir Suriye yaratılması açısından yeterli olmayacaktır.

Fakat ne yazık ki bu iki ülkeyi Suriye denkleminde saf dışı bırakmak mümkün gibi görünmemektedir.

Sığınmacıların güvenli dönüşü ve yeni bir ulus inşası modelinde BM'nin olduğu bir çözüm önerisi en makulü gibi görünse de hem ABD hem Rusya, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerindendir.

Mevcut durumda Rusya-Ukrayna savaşında ateşkes konusunda kesinlikle geri adım atmayan BM üyesi bir Rusya vardır.

Kaldı ki ileriki süreçte Suriye'de barışın sağlanması durumunda veya Esad muhaliflerinin yönetimde yer aldığı yeni bir koalisyon rejiminde, Suriye limanlarında devasa savaş gemilerine sahip olan ve deniz yetki alanlarında doğalgaz çıkarma hakkı elde eden Rusya'nın bölge üzerindeki hakimiyetini kaybetme riski göz ardı edilmemelidir. 

Her ne kadar Ortadoğu'dan çekilip yönünü Asya-Pasifik'e çeviriyor gibi görünse de, IŞİD ile mücadele bahanesi altında PYD/YPG terör örgütlerine destek veren ABD de, Suriye'de meydanı boş bırakmamakta ve Ortadoğu'da bir parça da olsa "ben de varım" mesajı vererek Rusya'yı dengelemek istemektedir.

Suriye'de kurulacak denklemde şüphesiz ki ABD'nin Ortadoğu'ya ucundan tutunmak için piyon olarak kullandığı PYD/YPG güçlerine desteğinin devam edeceği ve yönetimde kendisine rol biçeceği kuvvetle muhtemeldir.

Dolayısıyla sığınmacıların geri dönmeleri ve yeni bir Suriye yaratılması noktasında Rusya ve ABD'nin nasıl bir pazarlığa oturacakları, Ortadoğu'daki çıkarlarını ne ölçüde şekillendirecekleri henüz az çok tahmin edilmekte, bu durum Suriye üzerindeki uzlaşma yollarını daha çetrefilli bir hale getirmektedir. 


Sonuç olarak sığınmacıların geri gönderilmesi, yalnızca Türkiye'nin iç politikasını bağlayan bir mesele değil, uluslararası sistemin dinamiklerinin de belirleyici olduğu kaotik bir süreçtir.

Suriye'deki rejim ve muhalifler üzerinde etkili olan Rusya, İran ve ABD gibi güçlü ülkelerin bu konuya nasıl yaklaşacağı, yine bu ülkelerin bölge üzerindeki çıkarlarına göre şekillenecektir.

Dolayısıyla siyasi liderlerimizin "Suriyeliler gidecek" hesabı yaparken, yalnızca kendi politikalarını değil, bölgesel aktörlerin reel-politik çıkarlarını da göz önünde bulundurmaları gerekir.

Ne yazık ki en baştan yapılan bazı yanlışları birkaç ayda toparlamak kolay olmayacaktır, bu durum ustalık gerektiren bir diplomasi mekanizmasına bağlıdır.

Umuyorum ki seçimlerden sonra iktidarı ele alacak dışişleri kurmayları, bölgesel aktörlerin Suriye üzerindeki kabarık iştahları karşısında bu diplomasi sürecinin altından başarı ile kalkabilirler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU