"Asrı Saadet ve Dört Halife dönemi anlatılanlardan bir hayli farklıdır"

Faik Bulut, Independent Türkçe için araştırmacı, yazar Tunay Bayrak ile konuştu

Tunay Bayrak, Independent Türkçe için Faik Bulut'un sorularını yanıtladı

İmam-hatip okulu mezunusunuz. Kuran, Hadis, Hz. Muhammed ve dört halife hakkında kitaplar yazdınız. Peygamber ile "Hulefa-i Raşidin" dönemleri, Müslüman kesimlerce İslam'ın altın çağı manasına gelen "Asrı Saadet" diye anılır, bilinir ve öyle sunulur. Efsaneleştirilip anlatılanlar ile tarihte yaşananlar arasındaki fark nedir?

Bilirsiniz, tarihi egemenler ve galipler yazar. İslam tarihinde de bu böyledir. Farklı olan nokta Müslüman din adamlarının, yöneticilerin; en eski yazılı tarihsel kaynaklarda yer alan olaylardan sadece işlerine gelen bölümleri ve olayları geniş kitlelere iletme çabalarıdır. Eğer kendi İslam yorumlarına ters gelen bölümler varsa bunlar iletmezler; hatta kitaplarına almazlar. 

Böylece bir süre sonra en eski kaynakların anlattığı bazı farklı, eleştirel olaylar unutturulmuş olur; iletmek istediklerine uygun ama tarihsel gerçeklere aykırı ütopik bir dönem ortaya konulur. İşte sizin efsaneleştirerek anlatıldığını vurguladığınız gerçeklik böyle ortaya çıkıyor. 

Örneğin Müslüman yazarların çok büyük bir kısmı Hz. Muhammed'in ölümünden hemen sonra Halife Ebu Bekir'in bir seçimle başa geldiğini anlatırlar. Bu seçimi neredeyse dünyada demokrasinin, demokratik seçimin ilk örneklerinden sayarlar.

Oysa yine Müslüman yazarların yazdığı en eski Siyer ve Megazi (Hz. Muhammed'in hayatını ve şahsiyetini, tebliğ faaliyetlerini, siyasî ve askerî mücadelelerini konu alan eserler) kitaplarında halife seçimi olayı anlatılırken, ikinci Halife Ömer'in baskı ve şiddet uyguladığının anlatıldığını görürüz.

Gerek İbni İshak'ın yazdığı "Siyer-i İbni İshak", gerek İbni Hişam'ın kaleme aldığı "Siret-i İbni Hişam" ve gerekse Vakid'iye ait "Kitab'ül Megazi" isimli çalışmalardan bunları okuruz.

Yine bu kitaplarda Ensar (Medine Müslümanları) ile Muhacirin (Mekke'den Medine'ye sığınan ilk Müslümanlar) kesiminin iktidar kavgasına giriştikleri, Ömer'in tartaklaması nedeniyle Ensar lideri Sad b. Ubade'nin Medine'yi terk ettiği; hatta Ömer'in halife olunca adam gönderip Sad b. Ubade'yi öldürttüğü yazılıdır. 

Ben, hem "İslam Tarih Sorgulamaları 1: Hz. Muhammed Dönemi" hem de "İslam Tarihi 2: Dört Halife Dönemi Asrı Saadet mi?" adlı kitaplarımda işte böyle en eski tarih kitaplarındaki unutulmuşluğa terk edilen bu ayrıntıları yakalamaya ve okura iletmeye çabaladım.
 

Gezi Parkı-Faik Bulut, gazetemiz adına Tunay Bayrak ile buluştu.jpg
Faik Bulut, Independent Türkçeiçin Tunay Bayrak ile buluştu (Gezi Parkı)

 

Asrı Saadet devrinden itibaren yapılan İslam fetihleri yaygınlaşıp da ortaya bir imparatorluk çıktıkça, Medine'de temelleri atılan ve Mekke'de güçlendirilen İslam devleti nasıl bir değişim geçirmiş oldu?

Hz. Muhammed'in Mekke'deki 12 yıllık mücadelesi başarıyla sonuçlanmaz. Önce Taif'e gitmiştir Peygamber; ama orada da çok olumsuz davranışlarla karşılaşmıştır. Bu yüzden Medine'ye göç kararı alınır. Medine'de neredeyse iki yılda bölgede ilgi çeken bir güç odağı olmuştur. 

Tunay Bayrak'ın yeni çıkan kitabı.jpg

Hz. Muhammed vefat ettiğinde Mekke, Hayber, Tebük, Taif Hz. Muhammed'in yönetimine girmişti. Bu çok büyük bir başarıdır; ama bugünkü anlamda değil. Ortaçağ ölçütlerinde bile O'nun tam anlamıyla bir devlet kurduğu söylenemez.

Medine Şehir Devleti'nin çeşitli kurum ve kuruluşlarıyla bir devlete dönüşmesi Halife Ömer döneminde gerçekleşir büyük ölçüde. Mesela Hicri Takvim oluşturulması ve uygulaması da devletin gelir-gider kayıtlarının geçirildiği yer, sistem ve defter anlamlarını taşıyan Divan uygulaması da bu dönemde başlatılmıştır.

Böylece fetihlerde elde edilen fey (savaş yapılmadan elde edilen ganimet, gayrimüslimlerden alınan haraç), ganimet, cizye vb gelirler kayda alınmış, bunlardan yurttaşlara düzenli aylıklar verilmiştir. 

İbni Haldun, Halife Ömer'in yaptığı en önemli yeniliklerden birinin "yargı sistemindeki uygulamalar olduğunu" söyler. Peygamber ve Ebu Bekir döneminde yargılamanın bizzat kendileri tarafından yapılmasına rağmen Ömer başka insanlara da görev verir. Medine, Basra, Kûfe ve Şam gibi vilayetlere kadı ataması yapar.

Yine bu dönemde hapishaneler kurumsal hale getirilir. Fustat, Basra, Kûfe gibi yeni şehirler de Ömer döneminde kurulur. 
 

Cihangir'deki terasta Faik Bulut ve Tunay Bayrak röportajı (1).jpg
Cihangir'deki terasta Faik Bulut ve Tunay Bayrak röportajı

 

İslam imparatorluğunun temellerinin gerçek anlamda Halife Ömer tarafından atıldığını, Sasani ve Bizans devlet aygıtlarını örnek alarak başarıya ulaştığını belirtiyorsunuz. Hz. Ömer'i diğer üç halifeden ayıran esas özelliği neydi? "Peygamber olacak kadar" yetenekli ve ferasetli bir devlet anlayışına sahip olması mı, yoksa Hz. Muhammed'e önermelerde bulunması mıydı?

Ömer b. Hattab yani ikinci Halife Ömer çok iyi incelenmesi gereken bir tarihsel kişilik. Öncelikle adının Amr değil de Ömer (Omar) oluşu, dikkat çekici. Bu adın daha önce neredeyse hiç kullanılmamış olması da önemlidir.

Kaynaklara göre Ömer, Mekke'nin merkezinde değil de çeperlerindeki bir Kureyşli sayılır. Yani Kureyş'in güçlü boyları Ümeyye oğulları, Haşim oğulları, Mahzum oğulları vb kabilelerden değil.

Ömer'in Müslüman oluşu Hz. Muhammed'e inanan insanlarda sevinç yaratmış, anlatılanlara göre ondan sonra Müslüman olduklarını açıkça söyleyebilmişlerdir. Ancak Ömer, Hz. Muhammed'in Mekke'de baskı görmesini engelleyememiştir. Örneğin Peygamber Taiflilerden yardım isterken, onlar tarafından hakaret ve saldırılarla uzaklaştırılırken Ömer ortalıkta yoktur. 

Hadislerin varlık ve doğruluk derecesini irdeleyen kitap.jpg
Hadislerin varlık ve doğruluk
derecesini irdeleyen kitap

Diğer yandan Medine'deki birçok olayda hatta bazı ayetlerin inişinde Ömer'in uyarı ve isteğinin etkili olduğu hadislerde anlatılır. Örneğin Bedir esirlerine takınılacak tavırda Hz. Muhammed, Ömer'in önerisini değil de Ebu Bekir'in önerisini yerine getirince bir ayet iner ve burada yapılanın yanlış olduğu vurgulanır. Bu savlarımızın kanıtları en eski kaynaklardan alıntılarla kitaplarımızda var.

Evet, ben Ömer'in asıl etkisinin halife olduğunda ortaya çıktığını düşünüyorum. Öncelikle kendisine halife değil "Emir'el müminin" denilmesini istemiştir. Sembolik bir tavırdır bu ama çok önemlidir. Çünkü Ebu Bekir Halifet'ül Resulullah yani Allah Resulünün Halifesi'dir. Ömer Allah'ın Resulünün Halifesinin Halifesi gibi bir unvanı uzun ve sürdürülemez görerek değiştirir. Kendisine Emir'el Müminin, Müminlerin Emiri denilmesini ister. 

Ömer'in 10 yıllık iktidarında Arap İslam Devleti İran, Irak, Azerbaycan, Suriye, Filistin ve Mısır'ı sınırları içine alır. Yermük'te Bizans ordusunu; Nihavend'de ve Kadisiye'de Sasani ordusunu yener Arap İslam orduları. Ömer bu dönemde ele geçirilen Bizans ve Sasani kentlerinde gördüğü devlet mekanizmalarını yeni devlete yerleştirir. Bu bence çok önemlidir, çünkü böylece Peygamber'den gelen yapı bir devlete dönüşmeye başlar.

Ömer'in Osman'dan farkı, olabildiğince ehliyetli ve dirayetli adamlarla çalışma prensibidir; nepotizme (torpil, adam kayırmacılık) kapılmamasıdır. Tarihçi İbni Esir'in aktardığı rivayet çok önemlidir.

Ömer saldırıda yaralanıp da durumu kötüleştiğinde kendisine "Oğlunu halife yap!" diyenlere şu cevabı verir:

…bu iş hayırlı bir iş ise zaten ailemizden bir kişi buna erişti, eğer şerli bir iş ise Allah bizden bunu gidermiş oldu. Ömer'in ailesinden bu iş için bir kişinin kurban olması yeterlidir.


Ömer, devlet gelirlerini harcamada çok dikkatlidir. Kanımca adil unvanı bu uygulamalarından dolayı verilmiştir. Ancak, hem kitabımızda alıntıladığımız "Ömer'in Şartları" belgesini, hem de Ali'ye ve eşi Hz. Muhammed'in kızı Fatıma'ya karşı yaptıklarını okuyunca, bugün geçerli olan anlamda adaletli bir tavırdan söz edilemez.
 

Tunay Bayrak-.jpg
Araştırmacı, yazar Tunay Bayrak

 

Hz. Ebubekir'in "zehirlenme sonucu vefat ettiğine" dair ispatlanmamış rivayeti bir kenara bırakırsak, diğer üç halifenin katledildiğini biliyoruz. Kâmil İnsanlar manasına kullanılan "Hulefa-i Raşidin" yahut "Çar Yarî Güzîn" devri sahiden de huzur ve mutluluk dönemi miydi? Değilse, halifeler arasında iktidar uğruna yaşanan gizli ve açık çekişmenin sebepleri nelerdi?

Dört halife dönemi, mutluluk çağı ya da saadet yüzyılı gibi adlandırılamaz. Bu adlandırmayı yapanlar ideolojilerinin ütopyasını yansıtabilirler ama tarihsel kaynaklar, Hz. Muhammed'in ölümünden sonra geçen yaklaşık 30 yılın; savaşlarla, çatışmalarla dolu olduğunun kanıtıdır. 

Ebu Bekir döneminde İslam'dan dönenlere karşı Ridde (İslam'dan dönme) savaşları ve yalancı peygamberlerle savaşlar söz konusudur. Sadece bu iki yılda Arap yarımadasında yerinden, yurdundan edilen, tutsak alınan, köleleştirilen ve öldürülen insan sayısının çokluğu bile dönemin huzur ve mutluluk çağı olduğu savını çürütür. 

Evet, Ömer döneminde Müslümanların iç mücadelesi sona ermiş gibidir, ama küskünlükler, kırgınlıklar devam eder. Halife Osman, bir ayaklanmayla öldürülmüştür. Ali döneminde Müslümanlar kendi aralarında Cemel, Sıffin, Nehrevan savaşlarını yapmışlardır. Bu savaşlarda 100 bini aşkın insanın -hepsi de Müslüman- birbirini öldürdüğünü kaynaklar anlatır.

Böyle bir tabloya mutluluk çağı, saadet yüzyılı vb demek tarihsel tespitlerle örtüşmez. Bu çekişmelerin, çatışmaların, savaşların tek nedeni varır. O da evrenseldir: Gücü ve iktidarı elde etmek ya da elinde tutmak. Din, mezhep ve kabile farklılıkları bu mücadelelerde sadece motive edici unsurlardır.

Bu durum, Hz. Muhammed döneminde de onun halifeleri döneminde de geçerli olmuştur. Sonrasında Emevi-Abbasi güç mücadelesi, Fatımi-Abbasi güç mücadelesi, Osmanlı-Safevi güç mücadelesi şeklinde devam eder. Bu durum Hıristiyanlar arasında da aynı minval üzeredir. Otuz yıl savaşları bunun en önemli örneğidir.
 

 

Dört Halife devrini Peygamber'in kurduğu Asrı Saadet (Mutluluk Çağı) dönemi içinde görmüyorsunuz. Neden?

Bu net bir durum değil. Ben Asrı saadeti ikiye ayırdım: 1-Hz. Muhammed Dönemi, 2-Dört Halife Dönemi. İkisini tek dönem saymak da mümkün...

Hz. Muhammed Döneminin Müslümanlar onu gördüğü, onunla konuştuğu için mutluluk çağı olarak nitelenmesi mümkünse de Medine'nin yerli halkı özellikle de Yahudi kabileleri açısından mutluluk çağı olmadığı açıktır. Çünkü Medine, Mekke'den gelen Kureyşlilerin yönetimine girmiştir. Ebu Bekir'in halife olması süreci buna kanıttır.
 

Tunay Bayrak  fuarda kitaplarını imzalıyor.jpg
Tunay Bayrak,  fuarda kitaplarını imzalıyor

 

Halifelik geleneği Muaviye'nin Hz. Hasan'dan halifeliği almasıyla birlikte bitmiş sayılır. Dördüncü halife Hz. Ali, önce Ayşe-Talha-Zubeyr üçlüsüne karşı Cemel Vakası diye bilinen savaşa tutuştu. Ardından kendi halifeliğini tanımayan Muaviye ile Sıffin'de savaştı. Son olarak Nehrevan'da Hz. Ali ile ona itiraz eden Hariciler arasında kanlı çatışmalar yaşandı. Buradan hareketle, Ali'nin iyi bir cengâver ama mahir bir siyasetçi olmadığını yazmışsınız. Niçin?

Ali, Talha, Zübeyr ve Ayşe İslam tarihinin ilk döneminin çok önemli isimleridir. Bunlar "Cennetle müjdelenmiş Sahabeler" olarak anılır. Ne yazık ki erken İslam tarihinin en büyük savaşlarının içinde Muaviye ve Amr b. As'la birlikte bunlar da vardır. Cemel Savaşında Ali'ye karşı Talha, Zübeyir ve Ayşe güç birliği yaparlar.

Düşünün ki Ayşe Hz. Muhammed'in eşi, Zübeyir Hz. Muhammed'in halasının oğlu, Ali de amcasının oğlu ve peygamberin evinde büyümüş sahabesidir. Bunların savaşmasının iki temel nedeni var: Güç elde etme, çekememe...

Biz kitabımızda anlattık; Ayşe'nin tavrında "Gerdanlık Olayı"nın da etkisi olabilir. Öne sürülen neden, yani Osman'ın katlinde Ali'nin rolünün olması iddiası, bana inandırıcı gelmemiştir. Sıffin Savaşı da açık bir iktidar kavgasıdır. Arka planında Haşim oğulları ve Ümeyye oğullarının geleneksel sürtüşmesi olsa da asıl mesele yeni devletin dizginlerini ele geçirmektir. 

Nehrevan Savaşı'nı biraz farklı görüyorum. Burada Ali'nin siyasal konjonktürü iyi değerlendirememesi, zekice yaklaşımlar üretememesi var diye düşünüyorum. Kitabımda Halife Ali'nin siyaset alanında başarısız olduğunu öne sürüyorum. Bunun kanıtlarını da sıralıyorum. Bunlardan biri Nehrevan Savaşı'dır.

Düşünün ki Ali, Muaviye ile savaşıyor, tam kazanacakken Amr b. As'ın kurnazca önerisini önde gelen birçok insanın 'kabul etme' demesine rağmen kabul ediyor ve hakem heyetine gidiyor. Üstelik de daha önce valilik görevinden aldığı Ebu Musa El-Eşari'yi kendi adına hakem olarak atıyor.

Bunlara itiraz eden ve daha birkaç gün önce kendi saflarında savaşan Müslümanları (Haricileri) ikna edecek yol, yöntem üretemediği için de Nehrevan'da onlarla savaşıyor. Onlardan binlercesini öldürtüyor. Sonra da Muaviye ile savaşacak adam bulmakta zorlanıyor. Bu tam bir siyasal yetersizliktir, körlüktür.

Başka siyasal yetersizliklerini de anlatıyorum "İslam Tarihi Sorgulamaları 2 Dört Halife Dönemi"nde. Ali'nin; hançerlendiğinde "Kâbe'nin rabbine yemin olsun ki kurtuldum" demiş olması, başarısızlığını bizzat kendisinin de kabul ettiğini göstermektedir.
 

 

Bilhassa Hz. Hüseyin ve yakınlarının katledildiği Kerbela Faciası sonrasında Muaviye oğlu Yezit'in pratikleri sonucu İslam Halifeliği aşamalı olarak sultanlığa, padişahlığa dönüşmüştür. Her ne kadar Emevi ve Abbasi Halifeliği diye tarihe geçmişse de, aslında her iki devrin halifelerinin yaptıklarının Ortaçağ dönemindeki taht kavgaları veya Bizans saray oyunlarından farkı yok gibidir. Bu konudaki fikriniz nedir?

Aslında bazı Müslüman yazarların da, İslamcı yazarların da görmek istemediği ya da göremediği nokta şudur: Her çağ kendi dinamikleriyle hareket ediyor. Kendi koşullarını yaratıyor. Aynı zamanda yeni dönemin koşullarının da temellerini atıyor. 

Bakın, Ortaçağın bütün büyük güçlerinde benzer süreçler görürüsünüz. İster kral olsun, ister imparator olsun isterse halife ya da emir, hepsi de ülkenin ve insanların sahibidir. Halk tebaadır. Böyle bir gücü elde etmek isteyen de elinden çıkarmak istemeyen de en acımasız davranışları gösterir, en amansız mücadelelere girmekten kaçınmaz.

Gün gelir bunlar aynı milletten aynı dinden insanları birbirine kırdırır. Ne yazık ki tarihsel gerçeklik budur. Biliyorsunuz Abbasiler Emevi devletini yıkınca -ki sizin "Ebu Müslim Horasani-Bir İhtilalcinin Hikâyesi" kitabınız bu süreci anlatır- neredeyse bütün yetişkin Emevi erkeklerini öldürürler. Endülüs'e kaçanlar kurtulur sadece.
 

Yazar Bayrak, bir tv programında.jpg
Yazar Bayrak, bir TV programında

 

Malum, son zamanlarda İslam tarihi ve devlet anlayışı çeşitli kesimler tarafından tartışılmaya başladı. Silahlı cihatçı militanların bir ara hüküm sürdükleri Irak ile Suriye'de (IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi) yaşanan vahşeti bir kenara bırakırsak, ılımlı siyasal İslamcılık/modern Selefilik pratikleri İran, Türkiye, Mısır, Tunus, Libya, Fas ve Afganistan'da başarısız oldukça, "Gerçek İslam bu değildir!" söylemi yaygınlaştı. Tarihi arka planıyla bakıldığında, gerçek İslam nedir sizce?

Ben "Mukavemet" dergisinde bir yazı yazmıştım. Orada, "Gerçek İslam yoktur, İslam'ın yorumları vardır" demiştim. Aynı düşüncem devam ediyor. Üstelik sadece İslam için değil, diğer dinler hatta ideolojiler için de geçerlidir bu.

Hatırlayalım, 1970'lerde Türkiye'de 47 sol fraksiyon vardı. Hepsine göre de "en hakiki sosyalist, en hakiki Marksist, en hakiki Leninist" kendileriydi. Bu tavır İslamcılar için de geçerlidir.

Ülkemiz bağlamında örneklersek, kendilerini "en hakiki Müslüman" sayan Cübbeli Ahmet'in ya da Ali Erbaş'ın İslam anlayışları, Profesör Mustafa Öztürk'ün İslam anlayışıyla örtüşüyor diyebilir miyiz? Hatta Cübbeli ile Menzil şeyhi aynı İslam'dan mı söz ediyorlar; ediyorlarsa niye aynı tarikatta değiller?

Ben İslam tarihinin en eski kaynaklarındaki Hz. Muhammed ya da sahabelerine ilişkin anlatıların IŞİD, Taliban ve benzerlerinin ortaya çıkmasına yol açtığını düşünüyorum. Bunu doğal karşılıyorum. Bu da bir İslam yorumudur. Çağdışıdır, insanlık dışıdır, kadını yarım erkek sayan yorumdur; ama bir yorumdur.

Bunun gibi Yunus Emre'nin, Hallac-ı Mansur'un, Mevlana'nın, Hacı Bektaş Veli'nin yorumları da İslam yorumudur. Ama daha insancadır. İlginç olan nokta, bu birbirinin karşıtı İslam yorumlarının her ikisine de Kuran'dan dayanak bulunabilmesidir. Özetle GERÇEK İSLAM YOKTUR; İSLAM'IN YORUMLARI VARDIR, diyorum.
 

Tunay Bayrak-.jpg
Tunay Bayrak

 

İslam dininin Hz. Muhammed'in temelini attığı ve uyguladığı şekliyle devam ettirilemediği şeklinde bir tespitte bulunmuşsunuz. Neden? 

Aslında bütün dinlerde görülen çok doğal bir durumdur bu. Hıristiyanlık için de geçerlidir, Yahudilik için de Budistlik için de. Çünkü her ne kadar ilahi bir süreç yaşanmış olsa da peygamberler de insandır ve toplumsal yaşamın içindedirler. Geleceğe yönelik her şeyi planlamaları olanaksızdır. Bunu ölümünden sonra ona inananlar, takipçileri biçimlendirir.

Zaman ve koşullar değiştikçe yorumlar da değişir. Mezhepler böyle ortaya çıkar. Peygamberlerin yapmadığı birçok şey sonra gelenler tarafından dinsel ritüellere eklenir. Düşünsel paradigma giderek değişir.

Düşünün ki Kur'an'da birkaç ayette, "De ki ben de sizin gibi bir insanım" denildiği halde sonraki dönemlerde Hz. Muhammed; mucizeler göstermiş, gelecekle ilgili kehanetlerde bulunmuş, olağanüstü bir kişiliğe dönüştürülmüş ve seyidi kâinat (kâinatın efendisi) ilan edilmiştir.

Yazarın  Asrı Saadet hakkındaki kitabı.jpg

Biz "İslam Tarihi Sorgulamaları 1: Hz. Muhammed Dönemi" adlı kitabımızda Kur'an'daki Muhammed Peygamber, Kur'an Dışı Kaynaklarda ve Hadislerdeki Hz. Muhammed başlıklarıyla konuyu ele almıştık. 

Hz. Muhammed asabiyeden, yani kavmiyetçilikten, ırkçılıktan söz etmediği halde, hele Kur'an'da Kureyş ile ilgili övgülü bir söz yokken, Ebu Bekir; Ensar'dan birinin halife olamayacağını ve halifenin mutlaka Kureyş'ten olması gerektiğini söylüyorsa ve bunu da hayata geçiriyorsa daha o andan itibaren Hz. Muhammed'in getirdiği dinin niteliği değişmiş olmaz mı?


Tecrübelerinizden yola çıkarak İslam tarihi araştırmacı ve yazarlarına ilişkin gözlem ve önerileriniz nelerdir? 

Olaylara ve belgelere olabildiğince çok yönlü yaklaşmak, ileri sürülen tezlere yönelik inandırıcı kanıtlar sunabilmek gerekir. Ben kitaplarımda savlarıma ilişkin tarihsel kaynakları olduğu gibi aktarıyorum.

Mushaf ve Kur'an hakkında araştırma.JPG

Örneğin "Mushaf (Bugünkü Kur'an), Kuran-ı Kerim midir?" adlı kitabımda en eski ve yeni İslam tarihi, Kur'an tarihi kaynaklarından 20'yi aşkın alıntıyla Mushaf'ın Peygamber zamanında ve onun onayıyla bir kitaba dönüştürülmediğini yorumsuz olarak okuyucuya sundum. Kendi düşüncelerimi o metinlerden bağımsız olarak anlattım.

Temel ölçütüm, anlatılanlara, olaylara, olabildiğince nesnel bakabilmektir. Tarihsel belgeye ya da sava ilişkin kanıtları olduğu gibi vermek gerekir. Elbette yorumlarken kendi birikimlerimiz, dünya görüşümüz etkili olacaktır; ama bu tutum tarihsel gerçekliği örselememelidir.


Röportaj için teşekkür ederim. 

Böyle bir olanak tanıdığınız için size ve gazetenize teşekkür ediyorum.
 

Tunay Bayrak.jpg
Araştırmacı, yazar Tunay Bayrak

 

Tunay Bayrak kimdir?

1954 Çemişgezek/Tunceli doğumlu. Elazığ İmam Hatip Okulu ve Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 12 yıla yakın bir süre MEB'de çalıştı. 17 yıl da dershanelerde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Yaklaşık yirmi yıldır İslam tarihi, Kur'an ve Hadisler üzerine okumalar yapıyor. 

Yayımlanmış kitapları: Mushaf (Bugünkü Kur'an) Kuran- ı Kerim midir?, Hadisler Hadis-i Şerif midir?, İslam Tarihi Sorgulamaları 1 Hz. Muhammed Dönemi, İslam Tarihi Sorgulamaları 2 Dört Halife Dönemi Asr-ı Saadet mi?, Anlamlandırma (sözün, sözcüğün, tümcenin, paragrafın anlam ve yapıları üzerine yapılmış bir çalışma), Dudaklarım Sünnetsiz (şiir-2011), Ömer Hayyam'ın Rubaileri-Yırtılsın Gecenin Eteği (2021).

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU