Mülteci kamplarının kapısına dayanan tehlike: Koronavirüs

DSÖ, Bangladeş’te salgının neden olabileceği can kaybının Hiroşima bilançosunun 7 katına çıkabileceği konusunda uyarıyor

Rohingyaların yaşadığı bir mülteci kampı (AFP)

Küresel yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını tüm Dünyayı etkilemeye devam ederken hükümetler ise salgının yayılmasını önlemek için halkları sosyal izolasyona ve evde kalmaya çağırıyor. Ancak isteseler dahi bu önlemlere uyamayacak olmayanlar da var: Bir vatanları ve evleri olmayan mülteciler.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), tüm dünyada 70 milyondan fazla yerinden edilmiş insanın bulunduğunu belirtiyor. Bunların 30 milyonu ülkelerinden temel insan hakları ihlalleri sebebiyle kaçan mülteciler iken, 40 milyonu ise ülkelerinin sınırları içerisinde göç etmek zorunda kalanlardan oluşuyor. Mülteci kampları ve gecekonduların salgın öncesinde bile dâhilindeki ihtiyaçlara yetişilmesinin mümkün olmayacağı kadar çok sayıda insanı barındıran yerler olduğu hiç şüphesiz.

Nitekim, koronavirüs mülteci kamplarına ulaştığı taktirde, kötü insani ve sıhhi koşullar nedeniyle, kısıtlı bir mekandaki kalabalık insan grubu arasında hızlıca yayılacağı kesin.

Örneğin, Bangladeş’in sahil kenti Cox’s Bazar’da Myanmar sınırı bitişiğinde bulunan mülteci kampı, birbiriyle dip dibe 34 kamptan oluşuyor. Bu kamplarda, Myanmar iktidarındaki rejimin zulmünden kaçan en az 855 bin Müslüman Rohingya mülteci yaşıyor. Çevrelerinde ise yaklaşık 400 bin yoksul Bangladeşlinin yaşadığı köyler mevcut. The Economist dergisinin tahminlerine göre, burada kilometrekare başına 40 bin kişi, en kalabalık kamplarda ise 70 bin kişi düşüyor. Karşılaştırmak gerekirse, salgının patlak verdiği Vuhan’da kilometrekare başına 6 bin kişi düşüyor.

"Muazzam bir nüfus yoğunluğunun görüldüğü sınırlı bir coğrafyada mahsur kalan on milyonlarca mülteci, salgın karşısında kendilerini koruyan hiçbir kalkan olmadan kör talihlerini bekliyor."

Salgına elverişli ortam

Söz konusu mülteci kampından daha kalabalıkları da var. Ortadoğu ve Afrikalı mültecilerin toplandığı Yunanistan’ın Midilli Adası’ndaki Moria Kampı, bunlardan biri. Buradaki nüfuz, Cox’s Bazar’da bulunan kamplardakinden beş kat daha fazla. Yunan hükümeti, biri Eğriboz Adası’nda diğeri ise Atina yakınlarında bulunan iki mülteci kampını birkaç sakininde koronavirüs tespit edilmesinin ardından karantina altına aldı. Nitekim hijyen şartlarının yokluğu ve umumi kullanım alanların varlığı altında sosyal izolasyona uyulmasının mümkün olmaması nedeniyle salgın bu kamplara ulaştığı taktirde hızlıca yayılacağından korkuluyor.

Cox’s Bazar’da koronavirüs tespit edildiği şüpheleri ile birlikte, Bangladeş’deki UNHCR ofisi, kampları yeni prosedürlere tâbi tuttu. Buralardaki eğitim birimleri, çayhaneler ve temel dükkanlar kapatıldı. Kamplar yalnızca temel ihtiyaçların gireceği şekilde karantina altına alındı. Ancak bu kısıtlamalar insanların çalışıp para kazanmalarını, dolayısıyla karınlarını doyurmalarını engellediği için, karantina uzun vadede bir seçenek olmayabilir. Diğer yandan, İtalya ve ABD gibi gelişmiş sağlık sistemlerine sahip büyük ülkelerdeki can kaybı artışı ve hastanelerin çöküş eşiğine gelişi düşünüldüğünde akıllara şu soru geliyor: Büyük ülkeler dahi salgınla baş edemezken kim bilir kamplarda neler yaşanır?

Hiroşima bilançosunun 7 katı

WHO tarafından hazırlanan ve Bangladeş basınında yer alan müdahale planına göre, acil sağlık planları olmadan koronavirüsün yalnızca Bangladeş’te yarım milyon insanın canına mâl olacağı tahmin ediliyor. Bu rakam, 2. Dünya Savaşı’nda Hiroşima’ya atılan bombanın öldürdüğü insan sayısının -70 bin- 7 katına denk geliyor. Planda "Diğer ülkelerdekiler ile karşılaştırıldığında, bu rakam şaşırtıcı değil. Ancak tehlikenin boyutunu gösteren ve eylem çağrısında bulunan bir rakam" ifadeleri kullanılıyor.

Norveç Mülteci Konseyi Genel Sekreteri Jan Egeland, The Atlantic dergisine verdiği demeçte kamplardaki hassas durumu "Virüsle mücadelede işlerine yarayacak her şeyi kaybetmiş durumdalar. Evlerini, topluluklarını ve hastanelerini" ifadeleri ile anlatıyor. Mart ayında "önleyici tedbirler alınmadığı taktirde yeni tip koronavirüsün mülteci grupları bütünüyle yok edeceği" uyarısında bulunan Egeland, "Mülteciler, güvenli olduğunu düşündükleri için bu kamplarda toplanmışlardı, şimdi ise kendilerini salgın karşısındaki en hassas noktalarda buldular" demişti.

Sosyal izolasyon politikası, birçok ülkede paniğe, stok yapılmasına ve rafların boşalmasına neden olmuştu. Mülteci kamplarındaki durum ise farklı. Bu kampların çoğu, hayatlarını çoğunlukla sivil toplum kuruluşları (STK) destekleriyle idame ettiriyor. Örneğin, Rohingya mültecilerinin neredeyse yarısı yeterli gıdaya ulaşamıyor; Tanzanya’nın kuzeybatısındaki Nyarugusu kampında yaşayan Burundi ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti mültecileri de gıda eksikliğinden şikayet ediyor. Öyle ki, buradaki bir mülteci, içinde bulundukları durumu "Bazen toprakla karıştırılmış un, bazen de yiyebilmek için iki gün boyunca pişirmemiz gereken bayat tahıl yiyoruz" kelimeleriyle anlatıyor.

Bir diğer sıkıntı ise temiz hava ve hijyen eksikliği. Cox’s Bazar kampı sakinleri, tuvalete gidebilmek veya ellerini yıkayabilmek için uzun kuyruklarda beklemek zorunda kalıyor. Bir yardım kuruluşu olan CARE International’ın Asya Bölgesi Direktörü Dr. Deepmala Mahla, "Suya ulaşılan noktaların koronavirüs salgınının odak noktası olacağından endişeleniyoruz" diyor. Bunun yanında, sabun ve diğer sağlık bakım ürünlerinde de ciddi bir kıtlık mevcut. Salgın öncesinde, Nyarugusu sakinleri hem kişisel temizliklerinde hem de kıyafetlerini yıkarken kullanmaları için her ay kendilerine ücretsiz verilen küçük bir sabun parçası ile idare etmeye çalışıyordu. Üstelik sabun dağıtım süreci genellikle düzensiz yapılıyor; sivil toplum çalışanları ise bu konuda "Bazen yiyecek ile sabun arasında seçim yapmak zorunda kalıyorlar" diyor.

Sağlık hizmetleri eksikliği

En endişe verici olan ise salgının sıçramasından korkulan bu kamplarda hiçbir sağlık hizmetinin olmayışı.

Türkiye güvenli ama İdlib değil

Türkiye’ye sığınan mülteciler, buradaki sağlık hizmetlerine güvenebilir. Ancak İdlib’de çadırlarda kalan ya da metruk evleri mesken edinen yüz binlerce kişi, o kadar da şanslı değil. Zirâ hava saldırılarına rağmen ayakta kalabilen hastaneler, koronavirüs salgınıyla başa çıkacak kapasiteye sahip değil.

İdlib Sağlık Müdürlüğü’nde halk sağlığı koordinatörü olarak görev yapan Dr. Abdulhekim Ramazan, 3 milyon kişiden sorumlu ve hala hizmet vermekte olan az sayıda hastanede hepi topu 100 solunum cihazının bulunduğunu, zaten bitkin sağlık çalışanlarının ise en temel imkanlardan yoksun olduğunu söylüyor.

İdlib’de çalışan bir Dr. Vesim Zekeriya, çoğu hastanede ameliyat sırasında takılacak kadar dahi maske bulunmadığını, diğer yandan yalnızca 200 yoğun bakım yatağının mevcut olduğunu ifade ediyor.

Üstelik mülteci kamplarındaki kötü koşulların daha kötü bir duruma geldiği görünüyor. Bangladeş yetkililer, Cox’s Bazar’daki Rohingyaların protesto düzenlemelerini engellemek için kamplarda telefon kullanımını yasakladı, buraya sağlanan internet hizmetlerini ise durdurdu. Bu durum, kamplara erişimi tamamen kısıtlanan STK’ların sosyal medya aracılığıyla salgın hakkında önemli bilgiler yayınlamalarını engelliyor. Böylece geriye broşür, hoparlör ve radyo yayınları kalıyor. Ancak zaten yeterince yaygın olmayan bu yöntemler, artlarında bilgi boşluğu bırakabiliyor, söylentilere zemin hazırlayabiliyor. Öyle ki, Rohingyalardan bazıları, virüsün tuz ve şeker karşımı tüketilerek yok edilebileceğini zannediyor.

İdlib’in çilesi

Tüm bunlara rağmen insani yardım kuruluşları, dünyanın dört bir yanındaki mülteci kamplarını felakete hazırlamak için çaba göstermeye devam ediyor. Sağlık merkezleri, el yıkama istasyonları ve karantina tesislerinin kurulması çalışmaları hızlandırılıyor. Bu bağlamda UNHCR, Nyarugusu kampına sağlanan sabun miktarını iki katına çıkardı, toplu gıda kuyruklarının azaltılması yönünde değişiklikler yaptı. Nitekim kamplarda geçen vakit kılıca benzer, ufacık bir gecikme çok ciddi felaketlere mâl olabilir. STK’lar tarafından ne kadar yardım sağlanırsa sağlansın, birden fazla ailenin tek bir çadırı paylaştığı, akan suya, gıda ve elektriğe ulaşımın nadir olduğu ve karantinanın hiçbir şekilde uygulanamayacağı İdlib’e ulaşmak mümkün değil. Nitekim Ramazan, "Burada insanlardan ellerini ılık suyla güzelce yıkamasını istemek, acımasız bir şakayla eşdeğer gibi görünüyor" ifadelerini kullanıyor. Şimdilik, Türkiye ile Rusya arasında Mart ayı başlarında kabul edilen ateşkes hâlâ geçerli gibi görünüyor. Ancak savaş devam ettiği taktirde daha fazla göç yaşanacak, bu da salgının yayılmasını kolaylaştıracak bir risk teşkil edecek. Nitekim şuanda cephedeki ateşkes hattı, koronavirüse karşı da bir siper görevi görüyor.

Koronavirüs, herhangi bir mülteci kampının kapısını çaldığı taktirde, STK’lar tarafından kurulan kırılgan surların hızlıca çöküşü kaçınılmaz olacaktır. Mahla ise bu konuda sivillerin böyle bir musibet ile yüzleşmeye hazır olmadığını vurguluyor. Bu yüzden, yardım sektörü çalışanları salgının olası sonuçlarından endişe etmekte oldukça haklı. Ancak küresel düzeyde paniğin yaşandığı bu dönemde, dünyanın geri kalanının bu endişeleri görmezden gelmesi şaşırtıcı olmayacak.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Elif Turan

independentarabia.com/node/111276

DAHA FAZLA HABER OKU