Değişim şart ama nasıl olacak?

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Ülke öylesine çok yönlü bir krize sürüklendi ki radikal toplumsal değişim ve yenilenme bir ihtiyaç, bir zorunluluk haline geldi.

14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin önemli bir sonucu değişimin kaçınılmazlığını siyasetin önüne koyması oldu.

Gerçi bunda Sayın Ekrem İmamoğlu'nun (şimdilerde pek lafını etmese de) esaslı bir rolü olduğunu, siyaset erbabının genelde değişimle ilgili olmadığını belirtmeliyim.

Anlaşılan değişimin değiştirmesi gerekenlerle ilgili umutlu olmak için fazla bir neden yok.

Öte yandan nasıl bir toplumsal değişim, toplumsal ilişkilerin ve yaşamın derinlerine inmeyen, yüzeyde kalan taktik bir değişim mi, yoksa tarihten güncele, geçmişten geleceğe, yüzeyden derine doğru gerçek bir toplumsal değişim mi, henüz bunun cevabı verilmiş değil…

Seçim sürecinin ana ekseni CHP olduğundan, Sayın Ekrem İmamoğlu yenilenecek bir CHP ile kendini bağladığından, buradan doğru değişim talebini değerlendirmek yerinde olur, kanaatindeyim.   


CHP ve Atatürk kültü

CHP, cumhuriyetin kurucu liderinin kurduğu yüzyıllık bir parti. Gelenekleri var.

Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet, laiklik gibi "olmazsa olmaz" türünden "kırmızı çizgileri" var.  

Emsal olsun, Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan Atatürkçüleri yendi, gerçekten yendi.

Ne var ki Atatürk kültünü aşamadı, gerçi aşmaktan vazgeçmiş de değil ama aması var işte…

Atatürk kültünü aşamayışının sonuçları oldu. Yenilen Atatürkçüler, Atatürk kültüne bir kaleye sığınır gibi sığındılar. 

Öte yandan Kürt ve Türk siyasal demokratik hareketlerinin haklı noktalardan yaptıkları eleştiriler, darbeci- iktidar güçlerinin Atatürkçü nizamı "koruma ve kollama" iddiaları üzerinden darbeleri meşrulaştırma tutumunu epey yıpratmıştı. 

Yenilen ve Atatürk kültüne sığınan Atatürkçülerin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarının, cumhuriyetçi, laik toplumun hazmedemeyeceği siyasal İslamcı uygulamalarının da etkisiyle, daha güçlü bir biçimde inşa edilen Atatürk kültüyle Türkiye 21'inci yüzyılı yaşamaya başladı.

Gerçek şu ki günümüz CHP'sinin Atatürkçü düşünceyle örtüşme düzeyi olsun, hatta yapılan darbeleri "Atatürkçü istismar" üzerinden meşrulaştırma yoluna gidenlerin olsun, Atatürkçü düşünceyle ne kadar örtüştüğü de tartışılır.  

Büyük çoğunluğunun "eksiksiz", adeta "insan ötesi" özelliklere sahip bir Atatürk kültünün siyaseten araçsallaşması üzerinden bugünlere geldiğini söyleyebiliriz.

Belki de bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan için kolay lokma oldular. 

Her şeye karşın Atatürk kültü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önünde aşılmaz bir bariyer oldu...


Demokrasisiz "Atatürkçü" cumhuriyet

CHP'nin kendi ölçüleri içinde etkilerini 21'inci yüzyıla taşıdığı yüzyıllık Atatürkçülüğün aslında 1930'ların klasik Atatürkçülüğü olduğu bir vakadır. 

Aradan koca bir yüzyıl geçti. Bu süre zarfında Cumhuriyetin demokratikleşmediği de bir gerçektir.  

Cumhuriyet kavramı 1930'larda adeta donup kaldı.

Emsal olsun, Lozan Antlaşması üzerinden T.C. Devleti uluslararası meşruiyet kazandıktan sonra, Türk Ulusal Devlet ideali çerçevesinde "tek millet (Türkler), tek din (Sünni İslam)" vb. kararlar alınmış, Kürtlerin ve Alevilerin payına tasfiye ve asimilasyon düşmüştü.

21'inci yüzyılı yaşıyoruz, Kürt ve Alevi tasfiyesi ve asimilasyonu hala sürüyor. 

Şimdilerde "Atatürk T. C. Devletini öyle kurdu" diye 21'inci yüzyılı yaşarken dahi halkların ulusal ve inançsal kimliğini yok saymak, yasaklamak kabul edilebilir mi?

O dönemin tarihsel koşullarında Atatürk'ün bu tutumu bir yerde anlaşılabilir...

Ama aradan yüzyıl geçmiş, kıyas götürmez biçimde çoğulcu, demokratik, özgürlükçü eğilimlerin hayatiyet kazandığı bir dünyada yaşıyoruz.

Bugünün sorunlarına 1930'ların koşullarının tercihleri ile çözüm aramak anlaşılamaz.

Atatürk'ün sosyalizme, işçi ve emekçi sınıf katmanların hak ve özgürlüklerine karşı tutumu da olumsuzdu.

Sınıf kavramını dahi kabul etmiyordu. O yılların tarihsel koşullarında bu da anlaşılabilir. Türkiye, ekonomisi zayıf yoksul bir ülkeydi.

Sosyalizm ise yoksulların hayat koşullarına ve gerçek ihtiyaçlarına denk düşüyor.

Üstelik Türkiye'nin yanı başında yükselen ve dünya işçi ve emekçi sınıflarına seslenen, yayılma eğilimi gösteren Sovyet sosyalizmi var.

Öte yandan Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında, sanayileşmede, Sovyetler Birliği'nin yardımlarını tarih yazıyor.

Ancak bütün bunlar Atatürk'ün temel tutumunu değiştirmiyor, Çünkü Batının muasır medeniyet seviyesini model alan kapitalist bir Türkiye düşüncesine sahipti.

Sosyalizmi, işçi emekçi hak ve özgürlüklerini böyle bir Türkiye'nin kurulması önünde engel görüyordu. 

Ancak Atatürk'ü diktatörlüğe yönelten sorunlar bir eleştirellik çerçevesinde koşulları içinde ve siyasal iklim gözetilerek değerlendirilemez miydi?

1938-50 Milli Şef (İnönü) dönemi, Atatürk'ün mirasını sürdürme çabası ile sınırlı kaldı, denebilir.

1950'lerde parlamentarizme geçildi ama demokrasiye geçilmedi. Özellikle bu dönemden itibaren Soğuk Savaş eşliğinde antikomünizm âdeta Türk devlet sisteminin siyasal kimliği oldu.

1960'larda ordu kontrollü nispi demokrasiye geçildi ama eksiksiz demokrasiye geçilmedi.

1960 Anayasası'nın getirdiği nispi demokratik haklar da 68 kuşağının önde gelenlerinin katledilmesi eşliğinde 12 Mart askeri faşist darbesi tarafından gasp edildi.

1974-80 yılları arasında bir büyük kuşak, 78 kuşağı milyonlarıyla hareket halindeydi.

Amerikancı oligarşik muktedirlerin buna yanıtı demokratik hak ve özgürlüklerin önünü kesme, Türkiye'nin hala hesabını vermediği sağıyla soluyla 5 bin gencin katledilmesi oldu.

Sağ-sol çatışması oyunu üzerinden Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti izlenmiş, halk can ve mal kaygısı tuzağına düşürülmüş, antifaşist direniş potansiyeli ağır kayıplarla yıpratılarak derlenip toparlanması, örgütlenmesini tamamlaması önemli ölçüde engellenmişti...

Bütün bunların üzerine dönemin Amerikan Devlet Başkanı Carter'ın "Bizim oğlanlar yaptı" dediği 12 Eylül darbesi oturacaktı.

Yaşadık... Bütün bu sistemli-sürekli insanlık suçları işleyen 1950 yılları sonrasının politikacıları, darbeci askerleri, TÜSİAD'cıları 1930'ların Atatürkçülüğünü referans aldılar.

Hiçbir parti ve iktidar çıkıp da darbelerin, işkencelerin, cinayetlerin, katliamların, hatta "Atatürkçü istismar"ın hesabını sormadı...

Aksine bütün bu suçları işleyenlerin yaptığı Anayasa ile kanun ve kararnamelerle yıllar ve yıllarca bu ülkede siyaset yapıldı.

Bundan dolayıdır ki ne CHP ne de diğer partiler icazet altında değişmediğinden 1930'ların derin siyasi kodlarını aşamıyor…

Dolayısıyla siyasi partiler ve Türkiye demokratikleşemiyor.

Ez cümle;

Değişim şart ama nasıl?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU