Halit Refiğ'e Mektuplar'dan bir dönemin kasvetli havasına dair

Abdulazim Şimşek Independent Türkçe için yazdı

Bu yazı, Halit Refiğ'in düşüncesine ve sinemasına dair değildir. Onun 'ulusal sinema' düşüncesinin, 'devrimci sinema' ve 'milli sinema' ile kesiştiği, ayrıştığı noktaları başka bir değerlendirmeye bırakalım.

Bu yazı, Halit Refiğ'in 1975'ten sonra, Türkiye'de bazı sorunlar yaşaması üzerine bir seneliğine gittiği Amerika'da arkadaşlarıyla, daha çok da Oğuz Atay ile mektuplaşmalarına dairdir.

Halit Refiğ, memleketi terki diyar eyledikten sonra en yakın dostlarıyla, hâl hatır sormayı aşan, memleket meseleleri, edebiyat ve daha çok da sinemanın ahvali hakkında mektuplaşmıştır.

Gülper-Halit Refiğ, Amerika'ya gittiklerinde geride kalan bir elin parmağını geçmeyecek dostları, onları tek bırakmaz, yalnız kaldıkları, terkedildikleri hissinin kavileşmesine müsaade etmezler.

Yıldız Kenter, Adnan Saygun, Pakize Suda, Metin Erksan, Oğuz Atay ve 'Son Levanten' Giovanni Scognamillo ile mektuplaşmıştır.

Giovanni ile mektuplaşmalarında fikir teatisi içerisinde olmuştur. Mektuplardan da anlaşıldığı üzere olağanüstü kültürlü, bilgili Gio, Türkiye'deki kültür hayatına dair yeni gelişmeleri ve projelerini Refiğ'e bildirmişti.

Türk Sinema Tarihi çalışması, nadide eserler içerisinde yerini aldığını bilhassa vurgulamakta fayda var. Halit Refiğ, onun bu özelliğini ön planda tutarak, onunla yıllarca süren dostluk kurmuştur.

Halit Refiğ için her daim önemli bir isim olan Metin Erksan, ilk günlerde 'heyecanla' yazsa da sonrasında gönderdiği mektuplar seyrekleşmiştir.

Gerçi Wisconsin Üniversitesi'nde ders vermek üzere 1976'nın Nisan ayında yola çıkan Refiğ ailesini, Yeşilçam aleminden uğurlamaya gelen sadece Metin Erksan olur.
 

Halit Refiğ.jpg
Halit Refiğ

 

Halit Refiğ, bazı kesimlerin rahatsızlık duyduğu 'ulusal sinema'nın müdafiydi. Bu savunusunu 'Ulusal Sinema Kavgası' başlığı altında ölümsüzleştirmiştir de.

Halit Refiğ, devletin, bu işe omuz vermesinden yanaydı. Bu suretle dönemin Başbakanı Bülent Ecevit (1974) ve yine o sırada TRT Genel Müdürü olan İsmail Cem'in imdada yetişmesinden memnundu.

Lütfi Ömer Akad, Ömer Seyfettin hikayelerinden, Metin Erksan beş farklı hikâyeden uyarlamalar yaparken Halit Refiğ de Halit Ziya Uşaklıgil'in, pek muharrik Aşk-ı Memnu eserini televizyon dizisi yapmanın hazırlıkları içerisindeydi.

İşler rayında gidiyor gibiydi. Gerçi bu hummalı çalışma, TRT bürokrasisinin rahatını bozsa da İsmail Cem'in kararlılığı sayesinde engeller bertaraf edilmiştir.

Aşk-ı Memnu, televizyonda gösterilmeye başlandığında müthiş bir ilgiyle karşılanmıştır. Tam bu sırada Ecevit, başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel'e devredince İsmail Cem de görevinden el çektirilmiştir.

Bu durumda sorunlar uç vermeye başlar ve üç büyük yönetmen; Akad, Erksan ve Refiğ'in işine son verilir. Kendi deyimiyle Yeşilçam'a "aykırı filmler" yaptıkları için sinema dünyası, adı geçen yönetmenlere cephe almıştır.
 


İşsiz kalan Halit Refiğ'e tahammülsüzlük had safhadadır. Burçak Evren'in, Pakiza Barışta'ya aktardığına göre, "Halit Refiğ'in dürüst tutumunu belirten, yokluğunun hissedildiğini söyleyen paragrafımı, Türk sineması ile ilgili yazımdan Milliyet Sanat Dergisi çıkarmış."

Bunda şaşılacak bir şey yok aslında. Milliyet Sanat'ın yönetimi Şakir Eczacıbaşı'nın elindedir ve o da Sinematek olayları nedeniyle Halit Refiğ'e son derece tepkilidir.

Bütün bunlara rağmen, Gülper Refiğ, Halit Refiğ'de serzeniş, yakınmanın olup olmadığı sorusuna içtenlikle verdiği cevapta, Halit Refiğ, ülkesinde eksikler olduğunu düşünmekle birlikte onun memleketine bağlılığından hiç şüphe yoktur. 
 


Mektuplar faslına geçersek, Oğuz Atay, gönderdiği ilk mektubunda Kemal Tahir anmasından bahseder.

Gazetelerin Kemal Tahir gibi bir değerin anmasından hiç bahsetmediğini esefle zikreder. Bunu "çeteler" ve "aptallar ittifakı"na bağlamıştır.

Oğuz Atay, Günlükler'de Kemal Tahir'in, dinamikliğinden kaynaklı, düşüncelerini durmadan değiştirdiğini yenilerini denediğini ifade eder.

Aslında 'herkes' bunu yaparken kendinin düşünce değişimini rahatlıkla bağışlar. Ancak dönem itibariyle Kemal Tahir'in dönüşümünün affedilmediğini söyler.


Bu 'kıyıcı' ortamı anlattıktan sonra kendi iç sıkıntısına dönüp Halit Refiğ'in Türkiye'den gitmekle ne kadar doğru bir karar verdiğini belirtir:

…Ne iyi etmişsin gitmekle. Biraz olsun bu kahredici havadan çıkmak gerek.


Halit Refiğ'e "Bu ülke seni çok üzdü, yordu." Ardından da oralarda biraz daha kalmasını sıkı biçimde tembihler.

Hatta Metin Erksan'ın da "Halit bir süre burayı unutsun. Mektuplardan anlıyorum ki aklı hep burada. Bir süre yalnız Amerika'da yapmak istediklerini düşünsün" tavsiyesini/nasihatını iletmeyi görev bilir.

Kendisi de bir an önce yurtdışına çıkmanın telaşı içerisinde.

Ben burada kalmaya devam ettiğim için aklımdan şüphe etmeye başladım.


Yabancı bir ülkede daha rahat yazma ve yayımlatma imkânı elde edebileceğini ifade eder. Kendi yaptığı işlerin karşılık bulmaması, takdir edilmemesini Batı'dan fetva alınmamasına bağlar.

Ona göre memleketin Batıcısı da Doğucusu da bir şeyi beğenmek için evvela "Batıdan fetva çıkmasını bekliyor."
 

Oğuz Atay.jpg
Oğuz Atay


Oğuz Atay, Günlük'te Türk aydınını ameliyat masasına yatırır. Ona göre, aydınımız, Batılı 'çürümüş' diplomatları, biraz da kompleks duyarak taklit ediyor. Türk aydını ile ilgili daha keskin kanaatlerini şu şekilde serpiştirir:

Türk aydını ülkesine yabancılaşmıştır, insanımız bütün boyutlarıyla kendisine sahip çıkacak aydınları bekliyor…Biz halkımızı sevmediğimiz için kendimizi ülkemizde bir misafir gibi hissediyoruz...Birbirlerine ödül dağıtan, oyunun kurallarını bozmaya cesaret edemeyen bu kuru kalabalık aslında tek bir kütledir; ilericilik-gericilik kavgası görünüşte bir çekişmedir.

İlericiler, yerlerinde kalmak için değil bir namuslu sosyalistin, sahtekâr bir bezirganın yapmayacağı oyunlarla uğraşırlar, kendilerini övenlere pay verirler. Ne yazık ki halkın değerlerine sahip çıkmaya çalışanlar da -kendilerine bir isim vermedikleri halde- gerici ya da sağcı denilen ve orta çağın karanlığında yaşayan zavallılardır…Yaşamaktan, eğlenmekten korkarlar.

İnsanı özellikle de kadını tanımaktan korkarlar. Dünya nimetlerini çağdışı boş inançlar yüzünden teperler…Bu yüzden sosyalizmi ahlaksızlık sanırlar, bu yüzden emperyalizm ile sosyalizmi birbirlerine karıştırırlar.

Allah için bazı sosyalistlerimiz de özel yaşantılarıyla onlara hak verdirecek durumdadırlar. Bir sosyalist eleştirmenimizin dediği gibi 'Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir.' Bu insanlardan Türk halkı bir şey beklememeli.


Yukarıdaki satırların sahibi Oğuz Atay'ın, Türkiye'den ayrılmak fikrine münhasıran değinmek icap ediyor. Zira her mektubunda bir şekilde Türkiye dışına çıkmanın yoluna bakıyor.

Türkiye'de gerginliğin had safhada olduğu günlerde "sinir hastası" olacak kadar bunun ıstırabını yaşıyor.

Türk Dil Kurumu ödülünün, biraz da aşağılamak için 'çarıklı' dediği Dursun Akçam ve Nedim Gürsel'e verilmesine içerlemiştir.

Bir jüri üyesi, Hilmi Yavuz'a "Hilmiciğim, şiir ödülünün sana verilmesi kararlaştırılmıştı, ama okullarda Osmanlıca dersi konulmalı, eski kültür öğretilmeli gibi sözler ettiğin için vazgeçildi. Özür dilerim, Dil Kurumu jürisinde olmam dolayısıyla sana oy vermeyeceğim, çünkü oyumu kendi adıma değil, kurumun ilkeleri adına veriyorum."

Dil Kurumu jüri üyesi aile dostu, Oğuz Atay'a Mustafa İnan'ın hayat hikayesini anlattığı Bir Bilim Adamının Romanı kitabında kullandığı sözcüklerin Türkçe olmadığı ve de Mustafa İnan'ın "tutucu" olduğu gerekçesine sığınarak ödül vermediklerini söylemiştir.

İlaveten de Kemal Tahir'i "tuttuğu" için Oğuz Atay'a yakıştıramamış. Şakir Eczacıbaşı'nın anılarında belirtiği üzere, dönemin aydınları, "Tahiriler" ve "Eyyubiler" olarak iki fırkaya ayrılmış durumdaydı.
 


Oğuz Atay, "Sait Faik yarışmasında" Selim İleri ve Nedim Gürsel'in 5'er oy almasına içerlemiştir. Behçet Necatigil ve Tahsin Yücel gibi muharrirlerin Nedim Gürsel'e oy vermesini anlamlandır(a)maz, bir türlü mantıklı bulamaz.

Eleştiri oklarının hedefinde Yaşar Kemal ve Ülkü Tamer de vardır. Zira mahut iki yazarın, Amerika'da el üstünde tutulmaları ve bunu Politika gazetesinde 3 gün üst üste ballandıra ballandıra anlatmaları biraz zoruna gitmiş gibidir:

Ulan dedim, Batı hayranı diye beni suçlarlar, sonra da Amerika'ya da onlar giderler. İşçi mişçi diyerek Rusya'ya da onlar gidiyorlar.
 

Oğuz Atay2.jpg
Oğuz Atay


Oğuz Atay, solcu yazarlardan olduğu kadar sağcılardan da pek memnun değildir. Hareket'çilerin hazırladığı Edebiyat Ansiklopedisinde çıkan biyografisinin, sağcı yazarların yanında sathi olmasından şikâyet etmiştir.

Bir türlü hakkettiği değeri bulamama duygusu içini kaplamıştır. Memlekette gerçek anlamda, sağda da solda da tarafsızlığın olmadığını ve hatta tarafsızlığa yaklaşanın bile olmadığını ifade edecek kadar karamsardır.

Şu veciz cümlesi meramı çok güzel ifade etmektedir:

Görünüşte birbirlerine karşı olanlar, aslında birbirinin aynı.


Bitirirken

Halit Refiğ'e Mektuplar'ın önemli kısmı, Oğuz Atay'a aittir. Atay, mektuplarında Selim İleri'den çok şikayetçidir, İleri ile de yıldızı barışmıyor. Kitabın sonuç kısmını yazan İleri, duruma açıklık getirmeye çalışmış.

Oğuz Atay'ın mektuplarındaki "dargın", "kırgın" hava, İleri'nin "içini sızlatmış" olsa da bu mektupların bir an önce yayınlanmasını istediğini ifade eder.

Aslında bu konuyu, Kar Yağıyor Hayatıma'da detaylı bir şekilde açıklığa kavuşturmuş. İleri, Oğuz Atay ile aradaki soğukluğa dair yüksek haysiyet ile öz eleştiri yapar.

Sonradan da "reddedebilirsem reddedeceğim" dediği Politika gazetesinde yayınlanan o meşum yazı gelir.

İleri'nin ifadesine göre kırgınlığın sebebi, "erdemliği" ve "özelliklerini" kaybeden Bodrum ile ilgili Oğuz Atay'ın kaygılarını tiye alan bir yazıydı.

Neyse ki Oğuz Atay'ın hastalığını duyduğunda, Selim İleri 'özür' ve 'pişmanlık' yazısını yazar. Ölüm döşeğinde bu yazıyı okuyan Oğuz Atay, Selim İleri'ye yazdığı mektupta "İlgine ve içten duygularına gerçekten teşekkür ederim" der.
 


Mektuplardan da anlaşıldığına göre, Oğuz Atay, iç sıkıntısını, yalnızlığını Halit Refiğ ile mektuplaşarak gidermeye çalışıyor.

Bunalım hali, her mektubuna yansımış durumda, en azından Türkiye'den yazdığı mektuplarda öyle.

1977 yılının hemen başlarında İngiltere'den yazdığı yazılarda, kansere yakalanmış olmasına rağmen, iç sıkıntısından eser yoktur.

Feraha kavuşmuştur. Ama yine de Türkiye'nin gündeminden kopamıyor, o sırada Türkiye'ye dönmüş olan Halit Refiğ'den memleketin halini öğrenmeye çalışıyor. 


Son olarak, 11 Ekim Halit Refiğ'in ölüm yıldönümü. Bu vesileyle onu rahmetle anıyorum.

 

 

Kaynakça

İleri, Selim, Kar Yağıyor Hayatıma, Everest, İstanbul, 2020.
Bir Levanten Şovalye "Giovanni Scognamillo Kitabı", Söyleşi: Emel Armutçu, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, 2008.
Sevgili Halit (Halit Refiğ'e Mektuplar), Yay. Haz. Mehmet Sait Aydın, Everest, İstanbul, 2011.
Eczacıbaşı, Şakir, Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2010.
Atay, Oğuz, Günlük, İletişim, İstanbul, 2019.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU