Hümanizm ve irfân I

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

 Ülkemizde bir çok konuda kafa karışıklığı yaşandığı cümlenin malumudur. Kavram karışıklığının yol açtığı bu durum bir çeşit “yaralı bilinç” travması olarak da yorumlanabilir. Kendi kültür ve medeniyetinin kavramlarını hâkim kültürlerin terimleri ile açıklayıp bir çeşit makbul olma kompleksi yaşayan aydınlar ve bilginler, hakim kültürün ya da kültürlerin bulgu ya da önermelerini kendi kültürlerinin amelini meşrulaştıran bir çeşit fetva gibi göre gelmişlerdir. Bu da bazı düşünürleri kendi kültürlerine ait değinmelerin izlerini hâkim kültürlerde arama güdüsüne sürüklemektedir; ya da ters bir bakış açısıyla başka kültürlerin kendi tarihlerinden doğan kavramlarını öz kültürde aramak da bir çeşit yabancılaşma problemlerini beraberinde getirmektedir. Merhum Cemil Meriç şöyle der:

 “İzmler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşelerinden geliyor; hepsi de Avrupalı.”

Bu izmlerden, kavramlardan biri de hümanizmdir. Özellikle irfan kültürümüz ya da tasavvuf söz konusu olduğunda bir çok yorumcu aslı yoran yorumlarla tasavvuftaki insan sevgisini hümanizm diye adlandırma kolaycılığına sürüklenmektedir. Bununla hümanizmin ya da bütün batılı kavramların yanlış ya da kötü olduğunu söylediğimiz  zannedilmesin. Aksine insanlığın faydasına olan “her hakikat kendi menşe’inden bağımsızdır:”  diyen El Kindî’nin görüşüne katılmaktayız. Fakat yine de bir şeyin güzel ya da makbul olması için onun  ille de bir tek menşeye indirgenmesini de yanlış buluyoruz.  

 Neyse konumuza dönersek insan sevgisinin de ille de hümanizm olarak adlandırılması gerekmez. Biz bu konuyu Yunûs Emre ve Mevlânâ’nın insan sevgisi üzerinden açıklamaya çalışacağız. Önce Yunûs’a bakalım Yunûs Emre’nin şiirlerindeki belirgin temalardan birisi de insân sevgisidir. Yalnız Yûnus Emre’nin insân sevgisi Batılı anlamındaki hümanizm ile karıştırılmamalıdır. Kökenleri daha eskiye dayanmakla beraber Hümanizm 16. yüzyılda kullanılmaya başlanmış bir sözcüktür. Hümanizmin temelinde çatışma ve ikililik vardır. Buna göre evrende her şey çatışma üzerine kurulmuştur. Her şeyi; iyi kötü, yeryüzü-gökyüzü, insân-Tanrı çatışmasının eseri olarak gören hümanizm, Tanrı ile insân arasındaki çatışmada insânın yanında olmayı seçenlerin felsefik duruşudur.

 Daha önce söylediğimiz gibi hümanizmin temelleri 16. yüzyıldan geriye götürülebilir. Bu da bizi Yunan mitolojisine kadar taşır. Mitolojik Yunan tanrılarının çoğu o dönem insânlarının muhayyilesinde insânın, amansız bir düşmanı şeklinde belirmiş, insânı seven tanrıların da (Promete örneğinde olduğu gibi) insânların düşmanı tanrılarca cezalandırdıklarını kurgulamışlardır. Bu olay eski Yunan’da izah edilemeyen bütün tabiat olaylarının insânları cezalandıran tanrıların eseri olduğu şeklindeki zanna taşımıştır. Bunun sonucu olarak da, aşk tanrısı, fırtına tanrısı, deprem ve hastalık tanrısı gibi tasnifler ortaya çıkmıştır. Bu gelenek pagan Yunan kültürünü devralan Hristiyan Batı’da da güçlü bir şekilde varlığını sürdüre gelmiştir. Böylece Hristiyanlıkta da Tanrı-insân çatışması bir izah olarak sürdürülmüştür. Hristiyanlığın Tanrı algısı Yunan mitolojisindeki Zeus benzeri bir algıyla karışık olduğundan, Orataçağ Hristiyan Tanrı anlayışı, insânı ezen, özgürlük hakkı tanımayan bir surete büründürülmüştür. Bu da insâna; bilim, sanat, edebiyat izni verilmemesi anlamına gelir. Bu yüzden Ortaçağ’da genellikle bilim olarak İncil yorumları, sanat olarak da Hz. İsa, Meryem, havari ve azizleri anlatan sanat eserlerine müsaade edilmiştir. Prof. Dr. Ali Torun bu durumu şu şekilde açıklar:

“… Hümanizm için Tanrı kavramının yerine insânı ikâme eden, insânı tek yaratıcı güç olarak gören, onun dışındaki ve üstündeki varlıkları reddeden bu sebeple insânı kutsayan bir düşünce akımıdır diyebiliriz.”

 Yûnus Emre’nin insân sevgisi hümanizmin kalıpları içerisinde değildir. Yunûs’un ve Yunûs gibi olanların elbette ki Allah (c.c) ile mücadelesi çatışması ya da çekişmesi olamaz. Çünkü, İslâm inancında dünyaya yeni gelen her bebek masumdur. Hristiyanlıkta ise “tevarüs eden günah” ( Hz. Âdem’in yasak meyva yemesinden dolayı insân türüne miras kalan günah) anlayışı vardır. Bu yüzden günahkâr ya da suçlu görülen insân doğduğunda vaftiz edilir. Kezâ, İslâm dininde, kişinin rakibi şeytanlar ve nefsidir. Bu yüzden Müslümân şahsın Allah ile mücadele gibi bir sorunu yoktur. Çünkü insân Allah’ın yeryüzüne halife olması için yarattığı ve İslâm literatüründe “eşref-i mahlûkât” (en şerefli yaratık) olarak yaratılmıştır. Yûnus Emre’nin insân sevgisi, Allah’ın muhatabı olan ve en güzel şekilde yarattığı Âdemoğluna yöneliktir. İnsanı, Allah’ın yarattığı bir kul olması hasebiyle seven Yûnus’a göre insân sevgisi Allah sevgisinin bir yansımasıdır. Çünkü, yaratılmışların tamamı lisan-ı hâl ile Allah’ı zikretmektedir ve her şeyin varlığı O’na bağlı olduğu için değerlidir. Yûnus’un insân sevgisi İslâm’ın hoşgörü çerçevesinin dışına taşmaz. Çünkü o, önce Allah’ı sevmeyi emirlerine uymayı tavsiye edip;

“Müsülmânam diyen kişi şartı nedür bilse gerek

Tanrı’nun buyrugın tutup beş vakt namâz kılsa gerek”

 ya da

 “Sensin Kerîm, sensin Rahîm Allâh sana sundum elüm

   Senden artuk yokdur umum Allâh sana sundum elüm”

 dedikten sonra sevgisinin ne üzere kurulduğunu da şu şekilde temellendirir.

 “Çünki gördüm ben Hakk’umı Hakk’ıla olmışam biliş

  Her kancaru bakdumısa hep görinendür cümle Hak.”

 Buna göre Allah’ın veçhi her yerdedir. Hak her yerde tecelli eder. Bu tecellinin idrakinde olan tek cânlı insân olduğu için insân sevgisi Hak sevgisinin başlangıcını ve esaslarından birini oluşturmaktadır. Çünkü “Ben yer yüzlerine ve gökyüzlerine sığmam, fakat mü’min kulumun gönlüne sığarım.” diye buyurulmuştur. Böyle olunca gönül Hakk’ın mekanıdır.

İstemegil Hak’ı ırak gönüldedür Hakk’a turak

Sen senligün elden bırak tenden içerü cândadur.”

 

Öyle ise:

 Gönül Çalab’un tahtı gönüle Çalap bahdı

 İki cihân bed-bahtı kim gönül yıkarısa.

Yûnus’un insân sevgisinin Allah’a ve Allah’ın yarattıklarına dönük olduğunu söylemiştik. Yûnus sevgiyi hem bir ibadet gibi görür hem de dünyadaki çekişme, kavga çalkantı gibi sosyal yaraların dermanı olarak ortaya koyar. Buna göre Yûnus dünya davası gütmeye gelmemiştir. Bunun için sevgi adeta sihirli bir formül olur.

“Gelin tanış olalım

 İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

 Dünya kimseye kalmaz”  (devam edecek)

                                     

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU