Nuruddin Farah'ı okumak

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Nation Africa

Çağdaş dünya ve Afrika edebiyatının en önemli romancılarından Nuruddin Farah'ın son romanı North of Dawn, Somali diasporasını, mülteci ailelerin kültürel çatışmalarını ve uyum sorununu çok zekice bir ustalıkla resmeder.

Kültür krizinin şiddete uzanan hikâyesini anlatır Farah. 

Norveç vatandaşlığı kazanan Somalili mülteci bir aile, çocuklarını Oslo'da büyütür.

Kızları Timiro iyi uyum sağlamış bir yetişkin olurken, oğulları Dhaqaneh ise Norveç ve Somali arasında sıkışıp kalmış, arayış içinde bir genç olarak büyür.

Dhaqaneh, her iki kültüre de uyum sağlayamayınca dışlanmışlıkla beraber radikal İslamcı bir örgüte katılıp intihar bombacısı olur. 


Son yıllarda sıkça tartışılan kavramlardan birisi Küresel Güney, yani Global South problemidir. Farah'ın diaspora romanlarının da Küresel Güney/Küresel Kuzey Global North ikilemi içerisinde tartışılması lâzım.

Bana göre Farah'ın romanlarıyla "küresel güney" kavramsallaştırılmasına kayda değer katkılar yapıyor.

Farah bu çatışmanın/krizin boyutlarını bize göstermenin yanı sıra uyum süreciyle dışlanma faktörlerinin içi içe geçtiği gelişmiş ülkelerde kimlik krizinin doğal olarak patlak vermesi ve şiddete meyilli oluşu da resmeder.

Farah'ın romanlarında diaspora bir "gerginlik durumu" olarak yansıtılır. 


Farah, yarım asırdır Somali bağlamında Afrika insanını, diktatör rejimleri, dinsel ve seküler şiddeti, cinsiyet ayrımcılığını, ataerkilliği konu edinen romanlarıyla, ayrıksı ve özgün bir duruş sergiler.

Somali'nin sömürge tarihi, Nuruddin Farah'ın içinde geliştiği zengin dilsel ortamı anlamak açısından önemlidir.

Farklı dillerde eğitim almak, Farah'a çok şey öğrendiği dünyanın öteki kapılarını açtı. İtalyanca, İngilizce ve Arapça eğitim alan Farah, farklı kültürlerin içine doğmuştu.

Farah, 1998 yılında sürgünlük durumuna dair yazdığı bir yazıda romanlarının sürgünlük durumları hakkında olduğunu söyler.  

Romanlarım erkeklerin yönettiği bir dünyanın haşin soğukta tir tir titreyen kadınlar hakkındadır; adaletten yoksun sıradan insanlar hakkındadır, vicdanıyla işkence gören işkenceci hakkındadır; ihanete uğramış hain hakkındadır.


Charles Sugnet'ın dediği gibi, Farah'ın gerek diktatörlük üçlemesinde -Sweet and Sour Milk', 'Sardines', 'Close Sesam'e- gerekse konuşmalarından açık olan şudur:

Farah, ataerkil ailenin bir mikrokozmik model ve diktatörlük okulu olduğuna inanıyor.

Babaların ailelerini despotça yönettiği, kadınların eşya olarak görüldüğü ve çocukların hevesle dövülebildiği bir ülkede, "aydınlanmış bir hükümet" mümkün değildir, ona göre. 
 


Farah'ın en önemli romanlarından birisi şüphesiz Haritalar (Maps) adlı eseridir. Roman, Türkçe'de Kayıp Ülkenin Haritası diye yayımlanmış. 

Haritalar, Soğuk Savaş döneminde emperyalist güçlerin (İtalyanların ve İngilizlerin) Somali üzerindeki ayrımcı politikalarının sonuçlarına dayanır. 

Romanda yer değiştirme, yersiz yurtsuzlaştırma (deterritorialisation) biçiminde ulus-devlete bir karşı çıkış, isyan olarak görünür. 

Sugnet, Haritalar'ın şaşırtıcı bir biçimde milliyetçiliğin kutsal metnini ihlal ettiğini düşünür. 

David Lloyd ise milliyetçiliğin tarihsel olarak yerinden yurdundan edilen kimlikleri yeniden bölgeselleştirdiğine ve emperyal egemenliğin bağımsızlık sonrası bile devam ettiğini söyler.  
 


Haritalar romanında öznellikler yine mekân tarafından belirlenir; ulus-devlet kendi tebaasını bölgeler arası sınırlar çizerek oluşturur.

Bu siyasal/bölgesel özne olma durumu romanda sömürgecilik sonrasında ayrımlaştırma sonucunda ortaya çıkan ulus devlet vatandaşını inşa etmesidir başka bir deyişle. 

Ancak şunu unutmamalıyız: ulus devlet inşası tamamıyla bir modernite projesinin bir ürünüdür. Roman tam da modernitenin dayattığı sömürgeci ve sömürgecilik sonrası kimliğin parçalanışına direnir. Ulus devlet modernitenin bir aygıtıdır. 


Michel Foucault modern devleti ıslah edici bir toplumsal formasyon olarak görür. İktidarı vatandaşlarının kılcal damarlarına kadar işler, baskı yoluyla değil, içselleştirerek, okullar, eğitim kanalları, hastaneler ve ıslah evleri yoluyla bir denetim ağı kurarak yapar. 

Bunu Afrika bağlamında düşündüğümüzde özellikle kırsal kesimde yaşayanların kayıt altına alınmaması büyük sorun teşkil etmekteydi.

Kayıtlı olmamak, bir ulusa ait olmamakla eşdeğerdir, romanın ana kişisi Askar kendi ulusunu bulamayan, ulus-devletin bölgeselleştirme politikası yüzünden parçalanmış bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. 


Şunu da hatırlatmam gerekiyor, Afrika sömürgecilikten bağımsızlıklarla sonra kurtuldu diye bir yanılsamaya kapılmamamız gerekiyor. 

Zira Soğuk Savaş döneminde Somali ve diğer Afrika ülkelerinde dikta rejimlerinin, ulus devletleşme sürecinde ne kadar baskıcı rejimler ortaya koyduklarını ve bunun da sömürgecilikle doğrudan bağlantısının olduğunu unutmayalım.

Bu bağlamda ulus devlet oluşurken sömürgeciliğin haritalama sürecini aynen devam ettirdiklerini söylemekle yetineyim şimdilik.


Harry Garuba'ya göre "haritalama söylemi/taktiği" emperyalizmin hem maddiyatının hem de tahayyülünün bir parçasıdır. 

Haritalar'da ana hikâye yetim bir çocuk olan Askar'ın roman boyunca aidiyet hissettiği ulusa, kökenlerine ulaşma hayali etrafında geçer.

Somalilidir Askar, anne-babasını kaybettikten sonra dayısı tarafından Ogaden köyünde Somalili olmayan Etiyopyalı bir kadın olan Misra'ya bakması için teslim edilir. Askar'ın babası özgürlük savaşında ölmüştür. 

Askar uzun süre Misra birlikte yaşayınca aralarında bir bağ oluşur, hatta bir keresinde Misra'ya dokununca hallenir Askar.

Askar ile Misra arasındaki bağ Askar'ın vatan hasretiyle özdeşleşir, Askar'la Misra adeta birleşen bir beden haline gelir, ayrılmaz bir metafor olarak da okunabilir şüphesiz.

Ancak Ogaden sınır köyünde Etiyopya ile Somali arasında savaş patlak verince Mogadişu'da yaşayan dayısı Hilaal'ın yanına gitmek zorunda kalır.

Askar'a okula gitmesi teklif edilir fakat o Ogaden'ı geri almak için, savaşmak için Özgürlük Cephesine katılır. 


Milliyetçiliği sorgulayan romanda iki ana çizgiden bahsetmek lazım:

Birincisi; Askar'ın Misra'ya bağlılığı ki roman boyunca bu hep devam edecektir. Bu bağlılığı bir anayurt eğretilemesi olarak okumak hayli mümkün; Misra'ya bağlılıkla ulusun bütününe bağlılığı, arayışı eşdeğerdir. 

Askar'ın bütün ideali Batılı sömürgeci güçlerce parçalanan Somali topraklarını bir araya getirmektir. 


Askar aynı zamanda haritalara düşkünlüğüyle de bilinir. Ogaden'den ayrıldıktan sonra her gün neredeyse savaşın durumuna göre haritanın nasıl değişeceğini merak eden, haritaları karıştırarak kendince bir yol arayışına girer.

Şu alıntı dönemin Somali topraklarının paylaşımını açıkça göstermektedir:

Eski bir atlası aldım: İtalyan Somalisi, İngilizlerin hüküm sürdüğü Somali, Fransız Somalisi, Kuzey Sınır Bölgesi, (sonradan Kenya'dan bağımsız olarak himaye edilen bölge) ve büyük Ogaden.


Askar için haritalar kendi gerçeğinin somutlaştığı anayurt -Ogaden'in de içinde olduğu bütün Somali topraklarını kapsayan bütün bir-tahayyülüdür:

Benim haritalarım hiçbir şey keşfetmezler. Onlar mevcut gerçeği kopyalar, rüya görenin yürüdüğü yolları çizerler.


Ogaden'in düşüşüyle iki arada kalan Askar dayısına nereye bağlı olduğunu söyler, kim olduğu sorusu onun zihnini hep ıskalar durur.

Somali Cumhuriyeti dışında yaşayan Kenya'daki ya da Ogaden'daki Somalililerin durumuyla ilgili dayısı ona "yok kişi" hükmündedirler, der.

Dayısına konsepti tam anlamadığını söyleyen Askar'ın aklına başka bir soru gelir yıllar sonra:

"Misra Somalili mi?", "Ben mülteci miyim?" ,"Ben yokkişi miyim?", "Misra Mogadişu'ya gelse 'yokkişi' mi olur?"

Bu soruların hepsi ulus devletin toprakları parçalarken yeni kimlikleri oluşturmasıyla birlikte ortaya çıkar, roman aslında parçalanmanın eşiğinde milliyetçiliğin bütüncüllüğün imkansızlığını da gösterir. 


Mogadişu'ya gelirken ansızın Askar'ın devletsiz, kimliksiz olması ve hiçbir zaman bölünmüş toprak parçalarını birleştiremeyecek olması, milliyetçilik anlatısının imkansızlığını göstermiş olur. 

Romanın özelliği üç farklı anlatıcı tarafından anlatılmasıdır: Ben, Sen ve O.

Farah'ın bu tarz anlatımı tercih etmesi, bireyin arayış quest öyküsünü daha da zenginleştiriyor. Sözgelimi İkinci tekil kişi anlatımından bir alıntı yaparsak:

Rüyalar seni ayırır. Bundan başka her şeyi paylaştın—ancak rüyalarını değil.  O (Misra) her sırrını biliyordu, vücudunun her yerine dokundu ve kalp atışlarını bile hissetti. Aynı örtünün altında aynı yatakta yattınız ve aynı atmosfer basıncını, oksijeni ve havayı soludunuz. Ancak rüyalarını değil.


Düşünde "Kimim ben, neredeyim" diye bağırır Askar. Aidiyet yoksunluğu/arayışıdır onu savaşa sürükleyen.

Askar'ın bir ulusa ait olamaması, öznenin yersiz yurtsuzlaşması anlamına gelir ki, bu da şu anlama gelir: Kısacası, Askar, postkolonyal bir özne olarak modern ulus-devletin bir kurbanı haline gelir. 

Özetle şunu söylemekle yetineyim: Haritalar romanı modern devletin harita yapımcılarının ulusu nasıl bölgeselleştirerek yarattıklarını ve bunun doğurduğu aidiyet açmazlarını ortaya koyar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU