Netflix’in yeni popüler filmi The Platform’dan sonra izleyebileceğiniz 10 bilimkurgu yapımı

*Spoiler içerir – bizden uyarması*

İspanyol yapımı distopik bilimkurgu gerilim filmi The Platform (El hoyo) Netflix’te geçen ay yayına girdi ve hatırı sayılır bir izleyici kitlesi yakaladı.

Film bir buçuk saat sürse de çok sayıda konuya değiniyor. Bunların içinde en önde geleni, Bong Joon-Ho’nun Parazit’inin (Parasite) başarısıyla sinemada yeniden gündeme gelen sınıfsal eşitsizlik.

Film, her biri ikişer mahkum barındıran çok sayıda kattan meydana gelen fütüristik bir hapishanede geçiyor.

platform - 3.jpg
Fotoğraflar: IMDb


En üst kattan başlamak üzere, çeşitli ender lezzeti barındıran bir platform aşağı katlara doğru iniyor. Ne var ki, insanların açgözlülüğünden bekleneceği üzere, üst katlardakiler yemeklerin çoğunu bitirip aşağı katlardakilere yalnızca kuru kırıntılar bırakıyor.

Mahkumlardan biri tüm katlara eşit düzeyde yemek dağıtmaya kalkışarak kurtarıcı olmaya karar veriyor. Filmin benimsediği felsefi bilimkurgu bakışı, türün benzer konuları veya önermeleri ele alan başka cevherlerinde de mevcut. Screen Rant, The Platform’un ardından izleyebileceğiniz bu türdeki 10 filmi derledi:

10. Okja


Parazit, Bong Joon-Ho’nun toplumsal eşitsizliğe değinen tek filmi değil. Hatta Güney Koreli yönetmen konuyu neredeyse tüm filmlerinin bir parçası yapmış. Görünürde, bir kız çocuğuyla evcil hayvanının (laboratuvarda üretilmiş bir “süper domuz”) bu öyküsü kalpleri ısıtan bir arkadaşlık hikayesine benziyor. Ancak aslında önümüze gelen, zenginlerin et ticaretini nasıl yürüttüğü ve kendi sermaye çıkarları için doğayı ne şekilde manipüle etmeye çalıştıklarını anlatan 18 yaş sınırlamalı bir hiciv.

Vuhan’daki gıda pazarlarına bakıldığında (koronavirüsün buradan çıktığı varsayılıyor) film bugün çok daha güncel hale geliyor. Burada zengin Çinlilerin küçük bir kısmı egzotik hayvanların öldürülmesini ve ticaretini faal olarak destekliyor.

Bu yoğun olay örgüsünün yanı sıra bu Netflix filmi Jake Gyllenhaal, Paul Dano ve iki rol birden canlandıran Tilda Swinton’dan gösterişli performanslara da ev sahipliği yapıyor.

9. Cube

 

Cube mükemmel bir bilimkurgu filmi sayılmaz ama Kanada yapımı bu bağımsız işe özgün Kafkaesk atmosferinden dolayı atıf yapmamak da olmaz. Film, bir kısmına tuzaklar kurulu küp şeklindeki farklı kabinlere kapatılmış kişileri içeriyor. İzleyenler arasında filmi, The Platform’la da karşılaştırılan korku klasiği Testere’nin (Saw) selefi kabul edenler var.

Hikayeyi bugünün standartlarına göre zayıf bulmak mümkün olsa da filmin görüntü boyutu yine de öne çıkıyor. Filmde karakterler, bir matematikçinin her birini kesinlik ve incelikle bizzat inşa ettiği kabinlerden bir kaçış yolu bulmaya çalışıyor.

8. Son Umut (Children of Men)

 

Alfonso Cuaron’un 2027’de geçen distopik bakışı insan ırkının kısır olduğu bir dünyayı ele alıyor. Bir kadın mucizevi şekilde hamile kalıyor ve toplumun tüm kesimleri art niyetle peşine düşüyor. Clive Owen kadının güvenliğini sağlamaya gönüllü erdemli bir adamı canlandırıyor. Önermesi, Emmanuel Lubezki idaresindeki görüntü yönetmenliği ve Cuaron’un senaryosu çağımızın bu klasik filmini izlemek için geçerli sebep.

Bu filmdeki yenidoğan bebek pek çok yönüyle toplumun hayatı veya yeniden doğuşuna dair bir metafor. Biraz zorlama olabilir ama The Platform’daki çocuk unsuru da umudun bir sembolü gibi görünüyor. Kahraman bu kutsal çocuğun toplumu değiştirmesi için yalnızca bir rehber.

7. Metropolis

 

Bilimkurgu filmlerinin atası, Alman yapımı bu sessiz film zamanının alabildiğine ilerisindeydi. Aynı şekilde 2027’de (gösterim tarihinden 100 yıl sonra) geçen Metropolis, varlıklı bir işadamının oğluyla bir işçi sınıfı önderinin arasındaki romantik ilişki ve sanayi toplumundaki sınıf mücadelesinin uçları arasında köprü kurma çabalarını konu alıyor. Karışımın içinde çılgın bir mucit ve bu distopik dünyanın kontrolünü ellerine almaya çalışan robotik icatları da var.

Fritz Lang’ın yönettiği vizyoner filmin mirası, bir karakterin eşitsiz bir toplumu yöneten otoriter bir sistem karşısında halkının kurtarıcısı olmaya karar verdiği çok sayıda bilimkurgu filminde yaşamaya devam ediyor.

6. Dünyanın Son Günleri (Los Ultimos Dias)

 

Los Ultimos Dias, namı diğer Dünyanın Son Günleri, ofisinde kapalı kalmış bir adamın dünyanın sonu olması muhtemel bir olayla başa çıkma çabasını anlatan İspanyol yapımı bir film. “Bertaraf olmuş gezegendeki yalnız kurtulan” konusu, tür içinde etiket haline gelmiş olsa da bu film ayıracağınız zamana değer, özellikle de The Platform’un tuhaflıklarından keyif aldıysanız.

Yönetmenliği iyi yapılmış ve özel efektler Hollywood yapımı olmayan bir film için hatırı sayılır seviyede. Baş karakterin olaylardan önce sevgilisiyle kavga etmiş olmasıyla kıyamet-sonrası önermeye insani bir boyut da kazandırılmış. Dolayısıyla şimdi, bu distopik atmosferden kurtulmak onu sevdiği insanla da yeniden bir araya gelmeye yönlendiriyor, tabii hayattaysa.

5. Ay (Moon)

 

Yalnızlık, felsefi bilimkurgu filmlerinin ana konularından biri ve Ay (Moon) bunun timsali. Diğer çok sayıda bilimkurgu ana karakterine benzer bir şekilde Ay’ın baş karakteri Sam Rockwell de görevinin, hayattaki amacının ve nihayet varoluşunun ardındaki nedeni bulmaya çalışan bir astronot.

Rockwell, Ay’ın ücra bir köşesinde konuşlandırılmış, nihayetinde bulunduğu yerde yalnız olmadığını fark eden (bu dönüm noktasını açık etmek büyük spoiler olurdu) bir astronotu hatırı sayılır şekilde canlandırıyor. Duncan Jones’un ilk yönetmenlik denemesi olan film, bilimsel gerçekçiliğe iyi temellendirilmiş yaklaşımıyla beklenmedik bir sürpriz olmuştu. Jones buradaki diğer başarısını diğer filmlerinde sürdüremedi ama an itibarıyla Ay’a devam niteliğinde bir çizgi roman üstüne çalışıyor.

4. Gün Işığı (Sunshine)

 

Danny Boyle’un bir önceki filmle aynı damardaki filmi Gün Işığı (Sunshine), Güneş’i tekrar ateşleme görevini üstlenmiş bir grup astronotu ele alıyor. Astronotlar, yıldızlararası yolculukları sırasında bir kazaya uğruyor ve Güneş’in “neredeyse doğaüstü” tesiri davranışlarını etkiliyor.

2001: A Space Odyssey ve Solaris gibi klasiklerin etkisi açıkça görülüyor ama Boyle, insan ruhu üzerine o kadar özgün bir hikaye yaratıyor ki filmin kendi başına da tuttuğu hatırı sayılır bir yer var. Payına düşen aksiyon sahnelerini de içeren film, yalnızca akıl durgunlaştıran felsefeden ibaret değil.

3. Gökdelen (High-Rise)

 

Tom Hiddleston’ın başrolde oynadığı film, The Platform 1970’lerde geçseydi, olacağı film. Bir hapishane yerine mekan kurgusu her türlü konforla bezeli bir bina. Bina öyle bir ütopya ki sakinleri nadiren dışarıya adım atıyor ve yavaş yavaş binayla bir tür parazitik ilişki geliştiriyor.

Binanın altyapısı çökmeye başladığındaysa kaos meydana geliyor. Aynı The Platform gibi, Gökdelen (High-Rise) de metaforik bir yolla bizi kaynakların fazla kullanımının biz insanlar üzerindeki başa çıkılamaz sonuçlarına karşı uyarıyor.

2. Elysium: Yeni Cennet

 

Avatar’ın gişe rekorlarını kırdığı sene, Güney Afrikalı yönetmen Neil Blomkamp, insanlar ve uzaylılar arasındaki ırk ilişkilerini konu alan buluntu (found-footage) filmi Yasak Bölge 9 (District 9) ile radar altında da kalsa birinci sınıf bir çıkış yakalamıştı. Apartheid rejimiyle paralellikler taşıyan film, bilimkurgu türünde sınıfsal eşitsizliği ele almanın tanımını baştan yazmıştı.

Blomkamp bu işinin üzerine benzer konuları ele alan bir de aksiyon gerilim filmi ekledi. Elysium: Yeni Cennetı’in (Elysium) başrolündeki Matt Damon, kıyamet sonrası bir Dünya’da yaşayan ve imtiyazlı elitlerin yaşadığı dünya dışı bir cennet olan Elysium’a ulaşmaya çalışan bir adamı canlandırıyor. Bu belki de gerçekten gezegenimiz yaşanamaz hale gelirse gerçekleşebilir, zira uzay yolculuğu muhakkak pahalı olacaktır.

1. Kar Küreyici (Snowpiercer)

 

The Platform yayımlanır yayımlanmaz internetteki tartışmalarda giderek sıklaşan şekilde bir başka Bong Joon-Ho bilimkurgu filmi Kar Küreyici’ye (Snowpiercer) benzetildi. İki film pek çok yönleriyle benzer. Renk paletleri birbirine benzer ve imtiyaz sahibi olmayanlar sıklıkla açlıktan ölmek üzere resmediliyor. Zenginler en iyi yemekleri yerken yoksullar gerçekliğin bağrında hayatta kalmak için hamamböceği yemeğe zorlanıyor. Öte yandan iki film yalnızca eşitsizlikte değil, iyimserlikte de ortak.

Chris Evans’ın oynadığı baş karakter de, hiç durmayan bir treninin ilerlemeye devam etmesi için yoksulları kullanan bir sistemi yıkmak amacıyla bir yöntem geliştirmeyi hedefliyor. Aynı The Platform’daki hapishane gibi trenin de zenginlerin zevk ve sefa içinde yaşadığı vagonları var. Nihayetinde iki filmde de izleyici umudun ve başkaldırının sembolü olarak birer genç kızla karşı karşıya kalıyor. İki filmde de baş karakterlerin başarılı olup olmadıkları tartışmaya açık olsa da sistemi değiştirmek için ellerinden geleni yaptıkları açıkça ortada.

 

Screen Rant

Independent Türkçe için çeviren: Şafak Küçüksezer

DAHA FAZLA HABER OKU