Latin Amerika'da feminist tsunami ve cinsiyet ideolojisinin siyasi etkileri

Hüsamettin Aslan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikipedia

Türkiye'de İstanbul Sözleşmesi etrafında gerçekleşen tartışmayı bugün Latin Amerika perspektifiyle ele almak istedik.

Her ne kadar iki ayrı kıta da farklı kültür ve yaşam biçimleri üzerinden aile, kadın ve cinsiyetler arasında bir siyasi etki olsa da farklı bir değerlendirmenin ihtiyaç olacağını düşündük.

Latin Amerika'daki kadınlar, Avrupa normlarında haklarını elde etme aşamasında iken; aniden kadın cinayetleri, LGBT ve kürtaj yasaları tartışmalarının ortasında buldular.

Özellikle toplumsal cinsiyet(sizlik) politikasının kamusal alana sokulması için ciddi bir protesto dalgası düzenleniyor.

Ancak bu konulara kadınların tamamı/çoğunluğu ne kadar ilgili ayrı bir mevzu; ancak kadın aktivistlerin büyük gürültü çıkardıkları/dikkat çektikleri ve iktidarları baskı altına alabildiğini vurgulamamız gerekir.
 

Arjantin'de 19 Şubat 2020'de Buenos Aires'te binlerce kadın kürtajın suç olmaktan çıkarılmasını talep eden yeşil başörtüler taşıyor AFP Ronaldo Schemidt.jpg
Arjantin'de 19 Şubat 2020'de Buenos Aires'te binlerce kadın kürtajın suç olmaktan çıkarılmasını talep eden yeşil başörtüler taşıyor / Fotoğraf: Ronaldo Schemidt/AFP


Örneğin Arjantin'de kürtajı yasalaştırmak için bir yasa tasarısı 2018'de Temsilciler Meclisi'nden geçmiş. Ancak 72 üyeden 30'unun kadın olduğu Senato'da reddedilmişti.

Arjantin'in yeni Cumhurbaşkanı Alberto Fernández iktidara gelmeden önce seçim vaadinde bulunduğu 'kürtaj hakları' yasasını 2021 yılında yasalaştırdı.

Böylelikle Arjantin kadınlarına kürtaj hakkı verildi, üstelik Katolik ve Evanjelik kilisesinin yoğun eleştirisine rağmen yasalaştı.


Latin Amerika'da kadın hareketleri/feminizm esas olarak üç temel akım/hareket üzerine inşa edilmiştir. Klasik feminist akım, siyasi partilerdeki kadın hareketi ve siyasi partilerde kadınlar arası iletişim.

Siyasi ideoloji olarak 'kadın cinsiyetini' ön plana alan bir anlayışı sorumluluk ediniyor. Yani klasik ideolojik bir ayrım söz konusu değil.

Feministlerin en çok zorluk yaşadığı ve siyasi erklere nüfuz etmeye çalıştığı konu ise; gönüllü annelik / sorumlu babalık, boşanma yasası reformu, eşit ücret, kişisel özerklik, medyada kadınların olumsuz ve cinsiyetçi tasvir edilmesi, eşit siyasi temsilin resmileşmesi.

Ayrıca ezilen siyahi/yerli kadınlara özel olarak ekonomik hayatta kalma, ırksal evlilik ve etnik adalet konularına odaklamaktadır.


Son yıllarda Latin Amerikalı feministler de Euro-centrism'e meydan okudular. Ayrıca beyaz olmayan kadınların edebiyatını ve sanatını desteklediler, LGBT oluşumlarıyla birlikte hareket ederek kendi sosyal gruplarını kurdular. Geleneksel milliyetçilere meydan okumaya çalıştılar.
 


Latin Amerika'da kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülke 1929'da Ekvador oldu. O zamandan beri, neredeyse tüm Latin Amerika ülkeleri kadınlara oy kullanma haklarını genişletmek için yasalar çıkardı ve yasama organlarında kadınların temsilini artırmak için kota uyguladılar.

Bölgede, seçilen ilk kadın cumhurbaşkanı Nikaragua'da 1990'da Violeta Barrios de Chamorro oldu ve Latin Amerika'da 11 dönem kadın cumhurbaşkanı görüldü. 

Latin Amerika'da bir ülkeyi yöneten ilk kadın, kocasının başkan yardımcısı iken 1974'teki ölümünün sonra onun yerini alan, Arjantinli Isabel Martínez de Perón'du.

Nikaragua, 16 yıl sonra Latin Amerika'nın ilk kadın başkanını seçti. Onu 1997'de Guyana'dan Janet Jagan, 1999'da Panama'dan Mireya Elisa Moscoso, 2006'da Şili'den Michelle Bachelet, 2007'de Arjantin'den Cristina Fernández de Kircher, 2010'da Kosta Rika'dan Laura Chinchilla ve 2011'de Brezilya'dan Dilma Rousseff izledi.

Elbette listede 2019 yılında darbeyle atanan Bolivya Cumhurbaşkanı Jeanne Anez'de var.
 

Şili'nin eski Başkanı Bachelet, Arjantin'in eski Başkanı Fernandez de Kirchner ve Brezilya'nın eski Cumhurbaşkanı Rousseff Rodrigo Garrido Reuters.jpg
Şili'nin eski Başkanı Bachelet, Arjantin'in eski Başkanı Fernandez de Kirchner ve Brezilya'nın eski Cumhurbaşkanı Rousseff / Fotoğraf: Rodrigo Garrido/Reuters


Latin Amerika'da artan feminist tsunami, LGBT hakları savunuculuğunu da beraberinde getiriyor.

Öyle ki bölgede sağcı siyasetçiler/partiler 'cinsiyetçi' ve 'ayrımcı' olarak tasvir ediliyor. Buna rağmen sol kolektifler "eşcinsel ve feminist lobinin" varlığını öneriyor.

Sağ partiler ve kilise yöneticileri 'cinsiyet karşıtları', çocukları ve aileyi, ülkelerin kültürel ve dini değerlerini koruduğunu iddia ediyor. 

Dolayısıyla sağcılar/muhafazakarlar/milliyetçiler solcular, sosyal liberal politikacılara karşı; Batı tarafından desteklenmekle suçlayıp feminist, LGBT ve insan hakları aktivistlerine karşı bir mücadele başlatıyorlar.

Bunun Latin Amerika'daki öncüsü Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro oldu. Seçim öncesi ve İktidarı süresince başta LGBT olmak üzere çeşitli kadın siyasetçileri/aktivistleri hedef alan alaycı ve aşağılayıcı sözler söyledi.

Bu sözlere rağmen cumhurbaşkanı seçildi; üstelik önemli bir kadın seçmenin desteğini aldı!
 


Sağcı parti/muhafazakarların (özellikle Katoliklerin) "toplumsal cinsiyet" dedikleri eleştiriler ülkeden ülkeye değişiyor; cinsiyet eşitliği, cinsel eğitim, üreme ve LGBT haklarıyla ilgili politikalar hem erkekleri hem de kadınları harekete geçirerek siyasi açıdan popülist liderlerin önünü açtı.

Yani sosyal muhafazakarlık artıkça küreselci(lere) sermayeye karşı tutum aldı.

Dünyada ve Latin Amerika'da feminizme ve cinsiyet eşitliği politikalarına muhalefet yeni olmasa da mevcut yoğunlaşma önceki neo-muhafazakar paradigmadan daha sert bir yol ayrımına işaret ediyor.

Özellikle kadın aktivistlerin Brezilya ve Meksika'da öldürülmesi bu yol ayrımının boyutunu gösteriyor.

Örneğin ABD seçimlerinde Trump'ın kadın düşmanlığı büyük bir asabiyet oluştururken kitlesel çekiciliği de beraberinde getiriyor; bu durumu sadece popülizm, ekonomik istikrarsızlık ve korku ile değil, aynı zamanda cinsiyet ilişkileri, ailenin korunması, eşcinsellik ve üreme ile ilgili endişeleri/korkuları da bir araya getiriyor.

Mesela beyaz kadınların yüzde 53'ü Trump'a oy verdi.

Latin Amerika'da sağcılar/muhafazakarlar/kilise müntesipleri arasında 'cinsiyet' farklılıklarını tartışmak; erkeklik ve dişiliğin inşasını analiz etmek için kullanılan bir etiket değildir.

Daha ziyade, 'cinsiyet', cinsel devrimden ve komünist/solcu tarzın zorunlu kıldığı tutarlı bir uluslararası komplo olarak tasvir edilmektedir. 

Birleşmiş Milletler ve küresel sermaye gibi uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen kürtaj, LGBT,ailenin çöküşü, ahlaki sapkınlık; geleneksel toplulukları ve aileleri yok edecek yaygın bir bireyselliği teşvik etmeyi amaçladıkları iddia ediliyor.

Masum çocuklara keyfi olarak cinsiyet değişikliğinin dayatılması hareketin hedeflerinden biri olduğu; 'cinsiyet' kavramı, sürekli olarak cinsiyetler arasındaki farklılıkların ortadan kaldırılması ve dünyanın bazı bölgelerinde nüfusun azalmasına yol açan insan cinselliği kaosla ilişkilendiriliyor.

Bu yüzden de 2015'den 2019'a kadar Latin Amerika'da 10 fazla ülke de sağcı hükümetler iş başına geldi. Yani toplumun büyük bir kesimi, aile, gelenek ve çocuklarını korumak dürtüsüyle sağcı siyasileri iktidara taşıdı.

Katolik ve Evanjelik Kilisesi'nin liderleri, sağcı köktenciler ve cinsiyet karşıtı hareketin liderleri "toplumsal cinsiyet" tanımlamasında ideolojik sömürgeciliği ekonomik güçle ilişkilendiriyorlar.  

Özellikle ABD ve AB'deki küreselci kesimleri hedef alıyorlar. Başta HIV / AIDS, tüberküloz ve sıtma ile Mücadele Küresel Fonu, WHO, BM, UNICEF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, vakıflar ve derneklere de dikkat çekiliyor.

Avrupa "cinsiyetçilik karşıtlığı"nın kilit referansı Gabriele Kuby olurken; Latin Amerika'da ise evanjelik kiliseleri gelmektedir.  

Dünya Katolik Raporu'na göre;

Bu küresel cinsel devrim, iktidardaki seçkinler tarafından gerçekleştiriliyor, örneğin uluslararası örgütler gibi; ayrıca anlaşılmaması için alt örgütler ağıyla Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği; Amazon, Google ve Microsoft gibi küresel şirketler; Rockefeller ve Guggenheim gibi büyük vakıflar; Bill ve Melina Gates, Ted Turner, George Soros ve Warren Buffett gibi son derece zengin kişiler; Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu ve Uluslararası Gey ve Lezbiyen Derneği gibi sivil toplum kuruluşları tarafından hem fonlanıyor hem de organize ediliyorlar'.


Siyasette cinsiyet eşitliği

Cinsiyet eşitliği Arjantin, Kosta Rika, Venezuela ve Ekvador'daki yerel yasama organlarında bir gerçektir.

Meksika ve Bolivya, hükümetin tüm düzeylerinde (topluluk, belediye, eyalet ve federal) üç idare kolunda (yürütme, yasama ve yargı) eşitlik görülmektedir.

Bölgedeki feminist hareketler, Brezilya'da Marielle Franco, Şili'de Beatriz Sánchez ve Kolombiya'da Claudia López gibi figürleri liderlik pozisyonlarına alarak Kadın temalı LGBT nesline ilham verdiler.

Arjantin'de kadınlar Senato'nunyüzde 42'sini ve Temsilciler Meclisi'ninyüzde 39'unu temsil ediyor ve ülke, Kongre için kadın kotalarının kabul edilmesinde bölgede öncü oldu.

Bolivya'da parlamentonun yüzde 52'si kadınlardan oluşuyor ve bu Latin Amerika'daki en yüksek oran. Şili'de son meclis seçimlerinde senatör sayısı 43 senatörden 6'dan 10'a, toplam milletvekili sayısı ise 155 milletvekilinden 19'dan 35'e çıktı.

Brezilya'da federal milletvekili sayısındaki artış yüzde 15'ti ve 51'den 77'ye çıktı, ancak çoğunluğu halen beyaz kadınlarda.

Bunlardan 43'ü ilk kez federal milletvekili olarak görev yaptı. Aslında bu durum siyasette kadınların genel olarak eşitsizliklerin farkına vardıklarında fark yarattıklarını gösteriyor.

Bugün ise Arjantin, Bolivya, Kosta Rika, Ekvador, Meksika ve Nikaragua alt / tek kongre meclislerine kadınların ortalamayüzde 46'sını seçiyor.

Meksika'nın 2019 anayasası yürütme, yargı ve eyalet organlarında eşitliği zorunlu kılıyor. Şili'de kadınların temsiline geniş halk desteğini verildi.

1980'lerde Brezilyalı feministler, polis karakollarına baskınlar yaptığında 2000'li yıllarda, kadın polis karakollarının bulunduğu belediyelerde daha az kadın cinayetleri oldu.

Bu etki özellikle büyük şehirlerdeki genç kadınlar için, yani ekonomik özerkliğe sahip olanlar için önemliydi. Ancak ataerkil şiddeti siyasallaştırmak ve kamuoyunu yönlendirmek için kadın hareketleri ajitasyon yapmaya devam etti.

Siyasi alanlarda kadınların temsilini artırmak sadece bir toplumsal cinsiyet sorunu değildir. Genel nüfusa yönelik politikaları geliştiren bir kurumsal değişim meselesidir.

Aslında kadın hakları/feminizmin görünürlüğünün artması, her düzeyde baskın erkekliğe bağlılığın değişmesini gerektirmesine rağmen gay, homoseksüellik, lezbiyenlik ve feminizm arasında ayrılmaz bir bağlantıyı da ortaya çıkartıyor.

Bu durum toplum önünde özellikle büyük bir toplumsal basınca neden oluyor.

Latin Amerika'da kadın hakları/ feminizmindeki özerklik tarihinin kökleri, militan feministlere yani 1970'ler ve 1980'lerin silahlı/siyasi aktivizmine dayanmaktadır.

Solcu partilerle ilgiliydi. Birçok Latin Amerika ülkesinde solun yükselişi, siyasi rejimlere karşı direnişi içeriyordu ve feminizm ile sosyal değişim arasındaki ilişkiyi yansıtıyordu. 

Ataerkilliğe odaklanmanın yerini alan cinsiyet perspektifi ("perspectiva de género") veya cinsiyet odağı ("enfoque de género") Latin Amerika'da kadın ve kadın sorunları hakkında konuşmanın metodolojik çerçevesi haline geldi.

Kadın, temel bir kategori olarak cinsiyetle değiştirildi ve bu genel bir terim haline geldi.

Bu durum kadın sorunları/hakları üzerinden LGBT hareketlerine ciddi bir görünürlük/bilinirlik yarattı. Çünkü 'kadını' konuşmak, 'cinsiyeti' konuşmak oldu. 'Cinsiyeti' konuşmak da 'LGBT' (lezbiyen, gay…) konuşmaya dönüştü.

Dahası, Latin Amerika ve Karayipler'in ırkçı kadınlarını, ırksal ve etnik kimlikleri kavramsallaştırmak için yeni yapıcı çerçeveler sağlamıştır.

Böylece Amefricanidad veya Amefricanicity'nin kullanımına dayanan terimin bölgedeki Afro kökenli feminizmin görünürlüğünü artıran ayrıcalıklı bir epistemoloji olarak kullanılmasını sağladı.

Irkçı kadınların çok boyutlu bir analizine yönelik çağrı, aynı zamanda ırkçı kadınlar için kamusal ve özel alanların hegemonik feminizmin iddia ettiği gibi ayrı varlıklar olmadığını göstermeyi gerektirdi.

Dolayısıyla, Amerika'daki kadınların tarihlerini daha iyi anlamak; ırkçılık ve cinsiyetçilik arasındaki ilişkiyi aydınlatmanın bir yolu olarak feminizmin engellenmesini ortaya çıkardı.

Nitekim bu engellenme erkeklerden ziyade kadınlar arasında daha yaygınlaştı. Nitekim ABD'de Trump, Brezilya'da Bolsonaro, Arjantin'de Macri, Şili'de Pinera'nın kadınlardan yüksek oranda destek almasının arkasındaki motivasyon tam olarak cinsiyetçilik ve ırksal ayrımla ilgiliydi.

Yani kadın, kadına karşıydı.

Örneğin, şiddet konusu, pek çok feministin kaygılarının merkezinde yer alır. Bununla birlikte, yerel feminizmin perspektifinden, şiddet yalnızca cinsiyete dayalı inşa edilmemiştir.

Latin Amerika ve Karayipler'deki sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı-feministler için eşitlik ve adaletin anlamı, politikalarının özgüllüğünü izler, bu, topluluğun rolünü kimliğini merkeze alır.

Bu nedenle bireysel feminist talepler ile kolektif dönüşüm arasındaki ilişki hakkında yeni düşünme yolları gerektirir.

Latin Amerika feminist felsefesi politiktir. Ancak Latin Amerikalı feminist filozofların varlığı büyük ölçüde reddedildi ve teorik özellikleri, felsefenin cinsiyetçi ve Avrupa merkezli yönelimi altında silindi.

Dolayısıyla son 20 yılda özgünlüğünü kaybetti. İthal bir feminist akımın varlığı sosyal değişimi okumakta zorlandı. Bu yüzden de geniş kitlelere ulaşmakta inandırıcılıklarını kaybettiği için sıkıntı yaşadı/yaşıyor.

 
Bugüne kadar Latin Amerika'da 30'a yakın ülke, aile içi şiddete karşı yasalar çıkardı veya şiddeti suç olarak nitelendirdi.

Ancak kadınların fiziksel olarak saldırıya uğramaları artarak devam ediyor. Çünkü feminizm tsunamisi, ataerkil temelleri daha önce hiç olmadığı kadar ortadan kaldırıyor.

Dolayısıyla büyük karmaşıklık yaratıyor. Bu bağlamda post-modernite rüzgarları ile karışan çelişkiler ve söylemler de büyüyor.

Sonuç olarak, feminist hareketin son yıllardaki siyasi deneyimi, küresel bir özgürleştirici mücadeleye güçlü bir aidiyet duygusunun gelişmesini teşvik etti.

Bu süreç, mücadele biçimlerinin çeşitliliği, çok kültürlülük, eşitsizliklerin, dışlamaların ve ayrımcılığın; ortaya çıkardığı farklı yorumların üstesinden gelme yollarının bulmayı mümkün kılmıştır.

Kadınların ulusötesi alanlardaki artan varlığı, onları yasaların ve düzenleyici çerçevelerin oluşturulması süreçlerinde diğer hareketlerle birlikte (insan hakları, çevreciler, cinsel azınlıklar, siyahlar, yerli halklar, göçmenler) uluslararası ilişkilerin görünür kahramanları haline getirmiştir.

Uluslararası siyasi gündemler dünya çapında farklı feminist grupları birbirine bağladı. Fikirlerin, kaynakların ve dayanışma davranış biçimlerinin dolaşımına izin verdi. 
 

Eraldo Peres AP.jpg
Fotoğraf: Eraldo Peres/AP


OECD 2020 Latin Amerika ve Karayipler (LAC) Sosyal Kurumlar ve Cinsiyet Endeksi'nin (SIGI) 29 LAC ülkesini kapsayan raporuna göre; bölgenin cinsiyet eşitliğinde ilerleme kaydettiğini gösteriyor.

SIGI raporunun 2014'teki raporundan bu yana, 7 ülke erkek ve kız çocukları için asgari evlilik yaşını 18 olarak kabul etti.

LAC bölgesindeki 7 ülke, kadın cinayetleri de dahil olmak üzere kadına yönelik şiddete karşı yeni yasal çerçeveleri uygulamaya koydu.  

Ayrıca bölgedeki parlamentolarda kadın oranı 2018 yılında yüzde 24 iken, küresel ortalama olan yüzde 30'un üzerine ulaştı. Rapor ayrıca bölge de güçlü feminist hareketlerin varlığını da vurguluyor.

Bugün Latin Amerika'da çoğu ülkede temsil için kota şart koşulmasına rağmen, Latin Amerika'daki kadınlar Bakanlar Kurulunun üçte birinden daha azına, yasama sandalyelerinin üçte birine, yüksek mahkeme  atamalarının üçte birine ve belediye başkanlıklarının beşte birinden daha azına sahip.

Meksika, Arjantin ve Şili'de son zamanlarda kadınların öncülüğündeki protestolar, bölgedeki kadın haklarına yönelik zorlukları ve bunlara yönelik finanse edilmiş, uygulanabilir politikaların eksikliğini ortaya koyuyor.

Ancak Meksika'da sadece 2019'da binden fazla kadın cinayeti gerçekleşti. Özellikle bazı aktivistlerin ve çocukların öldürülmesi Meksika Cumhurbaşkanı Lopez'den bazı yasal düzenlemelerin talep edilmesini gerektirdi.

Meksikalı feministler, şiddet dalgasıyla mücadele etmek için Başkan Andrés Manuel López Obrador'dan daha etkili politikalar talep ettiler.

Benzer bir durum, son 10 yıl içinde en yüksek kadın cinayetinin 2019'da yaşandığı Peru'da da kaydedildi.

Latin Amerika'daki feminist hareketler çok dinamik. Diğer ülkelerden çok daha iyi bilgilendiriyor ve harekete geçiriyorlar.

Bölgedeki birçok ülke, eşitliği teşvik etmek ve kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için "öncü yasalar" geçirdi. Latin Amerika'da nerede olduğunuza bağlı olarak, kürtaj söz konusu olduğunda farklı kanunlar vardır.

Mesela 2017'de Şili'de, tecavüz veya annenin veya bebeğin hayatını tehlikeye atma vakalarında kürtajı yasallaştıran bir yasa kabul edildi.

Uruguay, Küba ve Meksika'da prosedür tamamen yasaldır, ancak Orta Amerika'nın çoğunda, bir kadının düşük yapması bile hapse atılması için yeterli görülüyor; El Salvador da tamamen yasaklanmıştır.

Kolombiya'da, ciddi tartışmalar söz konusu. Öyle ki Latin Amerika'nın tamamında 'kürtaj' sadece yalnız başına bir mesele olarak tartışılmıyor.

Zira kadın hakları, LGBT, kokain-esrar kullanımı, ötanizi hakkı, cinsiyetsizlik, aile içi şiddet gibi konu başlıkları etrafında bir paket şeklinde tartışmalar gerçekleşiyor.

Geçen yüzyıl boyunca kadın hakları büyük adımlar attı. Kadınlar halen dünyanın her yerinde oy verme, okula gitme ve kendilerini ifade etme hakkı için mücadele ediyor.

2010 itibarıyla çeşitli ülkelerde ve belirli yasalar (2009'da Arjantin ve 2013'te Uruguay) veya anayasa mahkemelerinin kararları (2011'de Brezilya, 2016'da Kolombiya, 2019'da Ekvador) yoluyla eşitlikçi evliliğin tanınması.

Aynı cinsiyetten çiftlerin evlat edinme konusu da vurgulandı.

2016 ve 2019 yılları arasında Latin Amerika'da gerçekleşen protestoların video ve afişlerinde ağırlıklı olarak dört çerçeve yer alıyordu: Bunlar aile, cinsiyet, çocuklar ve feminizmdir.

  1. Aile, çoğunluğun değerlerine aykırı yasalarda ve kamu politikalarında değişiklikler getiren feminist ve LGBTQ lobicilerinin eylemleri tarafından tehdit ediliyor. Özellikle seküler siyasetçiler, aktörler ve ekran yüzü olan kişilerle meşrulaştırılıyordu.
     
  2. Küresel ekonomik seçkinler. BM gibi uluslararası kuruluşlar ve küreselleşmiş ulusal elitler, ulusal geleneklere karşı, toplumsal cinsiyet gündemi aracılığıyla yeni bir sömürgecilik türünü teşvik etti. Cinsiyet ideolojisi bir kültürel yıkımdır ve ulusal güvenliği de tehdit etmektedir.
     
  3. Çocuklar, feminist ve LGBT gruplarının ana hedefindedir. Çünkü Feminist ve LGBT'ye göre çocuğun cinsiyeti olmamalıdır/yoktur ve cinsiyetin çocukluk için bir tehdit olduğu fikrini yayarak aile ve toplumsal etkiyi minimize etmektedir.
     
  4. Feminizm aslında "Kültürel Marksizm"in bir ajandasıdır. Eşitlik ve çeşitliliğe feminist yaklaşım, ideolojiden başka bir şey değildir. Tıpkı "radikal feminizm" gibi bilimsel olarak savunulamaz ve ahlaki olarak kabul edilemezdir.

Bazı ülkelerde "cinsiyet ideolojisi" kavramı, farklı muhafazakar grupları bir araya getirmek, otoriter liderlik ve politikalara destek sağlamak için etkili bir stratejiye dönüşmüştür.

Bu bağlamda feministler açısından cinsiyet ideolojisi, yer yer kontrolden çıkmıştır. Ancak bazen de sağ muhafazakarlar eliyle feminel kazanımlar sağlanmıştır. Tıpkı Şili örneğinde olduğu gibi.


2019'da Freedom House'un yıllık raporu, Dünyada Özgürlük, "Geri Çekilmekte Demokrasi" başlığını taşıyordu. Yani demokratik gerilemenin nedeni olarak muhafazakarlık, neoliberalizm ve aileyi görülüyordu.

Ancak aile, demokratik gerilemenin ekonomik ve ahlaki boyutlarını birbirine bağlayan anahtarıdır.  

Sonuç olarak feminist hareketler tam tersi kadını korumuyor, bilakis ebeveyn otoritesini, çocukluğu ve gelenekleri tehdit eden ahlaki bir bozukluğa zemin hazırlıyor.

Giderek ticarileşen sağlık, eğitim ve barınma için aile birimlerinin sorumluluğunu artırdıklarından, aileler arasındaki eşitsizlikleri güçlendiriyor.

Ayrıca hizmet edebilir azınlıklara yönelik şiddeti meşrulaştırıyor. Belirsizliklerin ahlaki hale getirilmesi, demokratik kısıtlama süreçlerinin otoriter ve aşırı sağ liderlerin yükselişinin merkezi bir siyasi bileşeni haline getiriyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU