Büyük insanlığın ortak ideallerini canlı tutan mücadeleler varsa insanlık ortaklaşır!

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

20'nci yüzyılın ikinci yarısında, özellikle 1960'lı 1970'li yıllarda dünya hareket halindeydi. 

İşçiler ve emekçiler de hareket halindeydi.

Ekonomik/sendikal mücadele, siyasal hak talepleri için mücadeleye bağlanır, sosyalizm için mücadeleye her defasında özel bir vurgu yapılırdı.

Bu da işçilerin, emekçilerin, gençliğin vd. toplumsal halk sınıf katmanlarının devrimci mücadele perspektifli "demokrasi okulunda eğitimi" açısından ufuk açıcı olurdu.

Ancak Batı kapitalizmi, özellikle Amerikan emperyalizminin liderliğinde, emekçi ve emek yanlısı büyük insanlığın en güzel dünya arayışının önüne set çekecekti.

Amerika'nın arka bahçesi Latin Amerika'da Şili den başlayarak, Arjantin, Uruguay başta olmak üzere 1970'li yıllardan itibaren dünyanın kalkınmakta olan ülkelerinde on yıllar içinde askeri darbelerle baskı rejimleri kurulacaktı.

Bu arada Batı kapitalizmi 68 kuşağını "evcilleştirme, evcillleşmeyeni yok etme" politikalarıyla etkisizleştirecekti.

1970'li yılların ikinci yarısında bu kez sıra Türkiye halkının ilerici-devrimci dinamiklerine ve 78 kuşağına gelecekti.

1 Mayıs 1977 katliamı, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamı, 10 Ağustos 1978 Balgat katliamı, 8 Ekim 1978 Bahçelievler katliamı vd. katliamlar ve binlerce insanın katledilmesi yanı sıra, 19-26 Aralık 1978 Maraş da ve diğer kentlerde Alevi-Sünni çelişkisi istismarı üzerinden Alevi katliamları bunu takip edecekti. 

Akabinde Yeşil Kuşak Projesi ile Sovyet Rusya'yı kuşatma ve çökertmeye gelecekti sıra.

Bu kadar mı, bulundukları bölgelerde stratejik öneme sahip ülkelerde alan temizliğiyle yetindiler mi dersiniz?

Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması, sömürünün, sermaye birikiminin bekası ve kesintisizliği için yeni "ince" yollar denenmeliydi.

Bu yollardan biri ama herhalde en önemlisi makinalaşmanın bir evrimi olarak otomasyon sürecinin yeni politikalara eşlik etmesi oldu.

Nitekim çok geçmeyecek işçi sınıfının ve emeğin devlet ve sermaye sınıfı üzerinde yaptırım gücü zayıflayacaktı.
 

Klasik işçi sınıfı ve otomasyon

Otomasyon teknolojisi klasik işçi sınıfının emeğine olan ihtiyacı sınırlıyor, beyaz yakalılar ya da kafa emekçileri olarak adlandırılan eğitimli sosyal sınıf katmanını öne çıkarıyordu.

Büyük patronlar otomasyon üzerinden, üretim maliyetini ucuza mal ediyordu. İşçilerin, ücret, iş koşulları ya da başka bir sendikal hak talebi için direnişe geçmesi halinde, üretim merkezlerini ülkelerin ve dünyanın daha elverişli bölgelerine taşıyordu.

Bu gelişme işsizliğin önemli bir kaynağı olacaktı.

İşsizlik dünya ölçeğinde devasa ölçülerde büyüyor, kapitalizmin işçileri açlıkla terbiye etme ve emek mücadelesinden uzak tutmasının bir yöntemi oluyordu. En meşru haklarını talep eden işçilere kapı gösteriliyordu.

Patronlar rahattı… Derece farklılıkları ile neoliberalizm hâkim ekonomi politikaydı. Ekonomik istikrar adına devlet patron çıkarlarının bekçisiydi.

Muhalefet zayıftı. Ağır sömürü koşulları altında çalışmaya razı sayısız işsiz yurttaş hazırdı.

Bilindiği üzere ileri kapitalist ülkelerdeki işçilerle, geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelerdeki işçilerin iş koşulları aynı durumda değildi…

İleri kapitalist ülkelerdeki işçilerin toplam nüfusa oranı görece düşüktü. Üretimden gelen güçleri zayıfladığı oranda reel ücret düşüklüğü ve işini kaybetme baskısı altında kalıyorlardı.

Otomasyonun asıl bu ülkelerin üretim sürecinde kullanılması, üretimin ve işsizliğin başka ülkelere taşınması tehdidinin temeliydi.  

Geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelerde ise, otomasyon sürecinin hızı daha düşük olduğundan işçilerin toplam nüfusa oranı göreceli fazla oluyordu.

Bu ülkelerde ücretlerin görece düşük olması ve sendikal hareketin zayıflığı, dünya üretiminin önemli ölçüde bu ülkelere taşınmasının nedeni oluyordu.  

Bu ülkelerde temel gelir de içinde sosyal haklar mücadelesiyle, nispi refah ve demokratikleşme koşulları sağlanabilir miydi?

En azından bu taleplerin ileri kapitalist ülkeler düzeyinde karşılanması mümkün görünmüyor.
Tarihin bu aşamasına özgü koşullarda, 1950-70 yıllarının nispi sosyal devlet koşulları da mümkün görünmüyor.

Ancak ekonomik verimlilik artışları ile, işçilerin etkin mücadelesi halinde, -nispi- reel ücret artışları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb. sosyal kazanımlar elde edebilirdi ama...

İşsizlik ve üretimin başka bölgelere taşınması gibi tehditlerin varlığının, bu kazanımları oldukça sınırlı tutacağını da bir kenara not edelim.


Beyaz yakalılar

Ekonomik ve sosyal haklar, temel gelir ve eski refah devletine dönüşün maddi olanakları bu ülkelerde olsa da bunun mücadelesini verecek sınıflar veya sınıf katmanları yok denebilir.

Ancak bu doğru olmaz.

İleri kapitalist ülkelerde görece büyük sayıda bir beyaz yakalılar sınıf katmanı var ve onların olanakları ölçüsünde sınıf mücadelesini üstlenme potansiyelleri de var.

Nitekim nispi ölçülerde de olsa mücadelenin akışı böyle oluyor. 

Son dönemlerde ileri kapitalist ülkelerdeki toplumsal/siyasal mücadelelerin odağında o ülkelerdeki beyaz yakalılar var.

Direnişin toplumsal sınıf katmanları beyaz yakalılardan da ibaret değil; Eğitimli ve az eğitimli işsizler, klasik işçi sınıfı katmanları, sarı gömlekliler, çevreciler, kadınlar vd. toplumsal katmanları da bu bütünlük içinde değerlendirmek gerekiyor. 

Başka bir nokta, beyaz yakalılar ve eğitimli işsizler, kendi ekonomik taleplerinin yanı sıra, siyasal içeriği ağır basan taleplerde de bulunuyorlar.

G7, G20, IMF gibi örgütlerin yıllık toplantılarının yapıldığı yerlerdeki gösterileri, Gezi vb. olayları anımsayalım.

Onlar klasik işçi sınıfı içinde olmamakla birlikte, yeni zamanlarda ekmeğiyle yaşayan emekçilerdir…

 
Beyaz yakalıların çelişkisi

İleri kapitalist ülkelerdeki sosyal haklar ve nispi refah koşullarını ele aldık.

Her şeye rağmen ileri kapitalist ülkelerde, yüzyılın başından itibaren beyaz yakalılar ya da kafa emekçileri gündemi belirleyen olarak ön plana çıkamıyor.

Ön plana çıktıkları eylemlerde de dünya veya ülkeler çapında gelir dağılımı eşitsizliği, çevre sorunu, neoliberalizm, küreselleşme, feminizm, çalışma saatlerinin azaltılması, temel gelir, anti kapitalizm vb. iç içe geçiyor ama bu sorunlardan birinin istikrarlı hakim tema olduğunu göremiyoruz.

Bu muhtemelen dünya demokratik muhalefetinin istikrarlı bir sürekliliği olmayan, yatay, an itibariyle ortaya çıkan sorunla ilgili iktidarı protesto etme şeklindeki mücadele biçiminin bir sonucu…

Elbette ki mücadelenin bu biçimi reddedilemez.

İlke olarak hiçbir demokratik mücadele biçimi reddedilemez.

Ancak ortaya konulan taleplere uygun örgütlenme ve çalışma biçimi zorunluluğu göz ardı edilirse sonuç da alınamaz.

"Göz ardı" edilen bu olmalı!  

İtiraz ve protesto hareketleriyle sınırlı bir salt sivil toplumcu modeller tercih ediliyor. 

Dolayısıyla her defasında kapitalizm -nispi- iç yenilemelerle kendini takviye ediyor ve temelde eski durum bir biçimde yeni koşularda sürüyor.

Yukarıda bir kısmı aktarılan talepler değerlendirildiğinde, "çalışma saatlerinin azaltılması" ve "temel gelir" gibi işçi ve emekçi sınıfların yaşamına dokunan iki talep var, ancak onlar da arka plana atılmış gibi.


Anti kapitalist mücadele deneyimleri...

Bunun temel bir nedeni 20'nci yüzyılda emperyalist-kapitalist sisteme alternatif olarak ortaya çıkan sosyalizmin bir biçiminin kaybetmesi ve yeni biçiminin henüz küllerinden doğmayışıdır.

Sosyalizm kapitalizmi aşma potansiyeli taşıyan, gelişmiş insanın ve gelişmiş bir toplumun yaşayış biçimidir de.

Ancak ileri kapitalist ülkelerde bu yönlü mücadele şimdilik Dünya Sosyal Forumu olsun, yatay ilişkilere ve ağlara dayalı demokratik örgütlenmeler olsun, etki alanları sınırlı sosyalist örgütler olsun verili örgütlenme ve mücadele tarzlarıyla kapitalizmi aşamıyor.

İleri kapitalist ülkelerden doğru, bu ve benzeri sol, demokratik hareketlerin merkeziliği ilke olarak retçi, yatay ilişkilerci ve gevşek katılımcı, protestocu tarzlarının sınırlılığı belirgin…  

Tarihin ironisi, ateşi bu kez de sömürge dahi olamayan statüsüz bir halk mı yakıyor?

Bu bağlamda Rojava devrimci demokrasisi bu yönlü arayışın bir ürünü…

Zapatistalar yıllardır Amerikan kapitalizminin burnu dibinde özgürlükleriyle kendini var ediyor.  

20'nci yüzyıl sosyalizmi deneyimlerini de öyle bir çırpıda toptan "tu taka" etmemeli... 

İşte Küba halkı bütün kuşatma ve ambargo koşullarına karşı "eski" kavramlarımızı güncelleyerek, on yıllardır bitmeyen bir özgüven ve enternasyonalist ruhla direniyor.  

Elbette ki bütün bu ve benzeri gelişmelerin sınırları var.  

Ancak hiçbir şey boşuna yaşanmıyor. 

Her deneyimden de öğrenilecek şeyler var.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU