Tunus Cumhurbaşkanı Said'den diktatör çıkmaz

Tunus cumhurbaşkanının, bir kısmı bazı siyasi partilerin kendisine karşı beslediği siyasi düşmanlıklar çerçevesinde tartışma yaratan kararlarının hepsinde izlediği tutum bunların yürürlükteki yasalar uyarınca alınmış kararlar olduğunu her zaman gösteriyor

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said / Fotoğraf: AFP

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in 25 Temmuz tarihinde aldığı cesur ve reformist kararların akabinde bir krize tanık oldu.

Söz konusu kararlar kapsamında parlamentonun çalışmaları 30 günlüğüne donduruldu, milletvekillerinin dokunulmazlığı askıya alındı, başbakan görevden alındı, Said kendisini ülkenin başsavcısı olarak atadı ve gelecek hükümeti kurmakla görevli yeni bir başbakan atanacağını bildirildi.


Söz konusu kararlar ülkenin dışında ve içinde bazı tarafların tepkilerine ve endişelerine yol açtı.

İslami çizgideki Nahda Partisi'ndeki bazı isimler bu kararların anayasaya yönelik bir darbe niteliğinde olduğunu öne sürdü.

Ancak bu Tunus Cumhurbaşkanı tarafından şiddetle reddedildi. Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Anayasa Hukuku Profesörü Said "Anayasa metinlerini çok iyi biliyorum ve saygı duyuyorum. Bu metinleri inceledim. Bunca zamandan sonra bazılarının dediği gibi diktatör olmayacağım" dedi.

Bu açıklamayı inceleyen Fransız Le Point dergisi bu sözleri Fransa'nın eski lideri General Charles de Gaulle'nin daha önceden sarfettiği sözler ile ilişkilendirdi.

Anayasa Hukuku Uzmanı Maurice Duverger bir basın toplantısında Gaulle'ye 1950'lerin sonunda iktidara dönmesinin akabinde temel kamu özgürlüklerini garanti altına almaya hazır olup olmadığını sormuştu.

Gaulle ise "Neden 67 yaşında bir diktatör olarak kariyere başlayacağımı düşünüyorsunuz?" demişti.


63 yaşında olan Cumhurbaşkanı Kays Said, muhaliflerinin iddialarına karşılık Gaulle'nin bu sözünü alıntılayarak aslında bu yaşta bir diktatöre dönüşmeyeceğini söylemek istedi.

Bu diktatörün tanımı, diktatörlüğün ne olduğu ve bazı yöneticilerin erken yaşta diktatörlük uyguladıkları olgusu gibi soruları gündeme getiriyor.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diktatör kelimesinin kökeni Latince "dictator" kelimesine dayanır. Roma İmparatorluğu sırasında bazı olaylar ve siyasi krizler devlet görevlilerini, geçici süreliğine olağanüstü bir şekilde iktidarı yargıçlardan birinin eline vermek zorunda bırakıyordu.

Böylece bu yargıcın ülkenin yönetiminde mutlak söz sahibi olabilmesi amacıyla o sırada yürürlükte olan bütün anayasal kısıtlamalar iptal edilirdi. Kendisine verilen bu yetkiler yüzünden bu geçici yargıç, diktatör olarak adlandırılırdı.


Mussolini, Hitler ve Franco gibi İkinci Dünya Savaşı'nın en ünlü diktatörlerini incelersek, hayatlarının baharında diktatörlük yaptıklarını görürüz.

Benito Mussolini, Temmuz 1883'te doğdu ve 39 yaşındayken başladığı İtalya'yı yönetme sürecinde (1922-1943) rejimi faşizm ile karakterize edildi. 60 yaşında hayatını kaybetti.

Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler, 1889'da doğdu, 1933'te Almanya şansölyesi oldu ve 1945'te Berlin'de yaşamını yitirdi. Bu da Hitler'in 44 yaşında iktidara geldiğini, 56 yaşında ise hayatını kaybettiğini gösteriyor.

İspanya'nın durumuna gelince, İspanya'nın diktatörü Francisco Franco, 1892'de doğdu, 1939'da iç savaşa yol açan İkinci İspanya Cumhuriyeti'ni devirdi. Kazandığı bu zafer sayesinde 1939 yılından öldüğü 1975 yılına kadar ülkeyi diktatörlükle yönetti.

Ferdi diktatörlüğün yanı sıra parti diktatörlüğü de vardır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne liderlik eden Josef Stalin ve Çin Komünist Partisi'ne liderlik eden Mao Zedong'un deneyimleri buna birer örnektir.

1960'lar dönemi, çok sayıda üçüncü dünya ülkesinin bağımsızlık dalgasıyla birlikte Batı sömürgeciliğinin pençesinden kurtularak askeri darbeler geçirmesine tanık oldu.

Bu askeri darbeler Latin Amerika ve Afrika kıtası ülkelerindeki bazı liderlerin iktidarı ele geçirmelerine ve herhangi bir hukuki veya anayasal bir kısıtlama olmaksızın mutlak bir güce sahip olmalarını sağladı.

Bazı analistler ve gözlemciler bazı eski diktatör rejimlerin gerek parti diktatörlüğü (Tıpkı modern Çin'de olduğu gibi partinin genel sekreterinin bütün güçler üzerinde egemenlik kurduğu tek parti sistemi ile) gerekse ferdi diktatörlükle (Tıpkı Rusya'da olduğu gibi anayasal düzenlemelerin mekanizmasını yenileyerek) olsun 21'inci yüzyılda varlıklarını devam ettirdiğini düşünüyor.


Yukarıda bahsettiğimiz bilgiler ışığında bazı ülkelerde diktatörlük olgusunun ortaya çıkmasının totaliter rejimlere sahip ülkelerle sınırlı olmadığı, aksine "popülizm" olgusunun oluşmasıyla bazı demokrasilere de yayıldığı görülüyor.

Bu, siyaset sosyolojisini, siyaset bilimini ve hukukçuları ilgilendiren bir mesele. 1950'li yılların sonundan beri Fransız filozof Raymond Aron, Paris Sorbonne Üniversitesi'ndeki derslerinde diktatörlük olgusunu inceledi ve bunu güncelleyip "Demokrasi ve Totalitarizm" adlı klasik kitabında bastı.


Raymond Aron'a göre felsefi analiz, hangi siyasi sistemin diğerinden daha iyi olduğunu ve bir sistemin diğerine göre ne kadar meşru olduğunu değerlendirmekle ilgilenirken sosyoloji, bir değerlendirmeye tabi tutmadan sistemlerin gerçekliğini olduğu gibi incelemekle ilgileniyor.

Hukuki çalışmalar ise yöneticilerin nasıl seçileceği ve kanun ve kararnamelerin nasıl oylanacağı ile ilgili anayasa metinlerini incelemeye odaklanıyor.

Örneğin bir hukuk insanı, bir ülkede meydana gelen bir olayın anayasa hükümlerine ne kadar uygun olduğunu ve bu hükümlerin uygulanma şeklini inceliyor.

Öte yandan sosyoloji, anayasal kuralları başka unsurlar arasında analiz unsurlarından biri olarak değerlendirmekle ilgileniyor.

Ayrıca, anayasanın yazılı hükümlerini ve bunların siyasi partilerin hayatını kontrol eden gerçek hayatta uygulanmasını dikkate alarak bir ülkedeki siyasi partilerin ve nüfuz sahibi çıkar gruplarının oluşumlarını ve siyasi oyun kurallarını incelemeye özen gösteriyor.
 

 

Şimdi bu ayrımları, hukuki yorum ve siyaset sosyolojisinin ölçülerini dikkate alır ve bunları Tunus örneğinde Cumhurbaşkanı Kays Said'in karakterine uygularsak şöyle bir sonuç elde ederiz:

Cumhurbaşkanı Said'in -şahsen söylediği gibi- bu kadar geç bir yaşta diktatör olması mümkün değil.

Bu, General de Gaulle'ün Fransa'da Said'den önce gösterdiği yaklaşımın aynısı.

Buna ilaveten Tunus Cumhurbaşkanı, yukarıda bahsettiğimiz diktatör tanımına da uymuyor.


Cumhurbaşkanı Said bağımsız bir isim. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Tunus halkı tarafından ezici bir çoğunlukla doğrudan seçilerek oturdu.

Kendisine oy verenlerin çoğu genç. Bu da Said'in modern, eğitimli ve aydın neslin; devrim ve sosyal medya neslinin vizyonunu temsil ettiğini gösteriyor.

Said fikirlerini ve seçim propagandasını yaymak için gençlere güvendi ve partileri tarafından desteklenen diğer adaylar gibi büyük fonlar almadı.


Daha önce bu gazetede 1 Ağustos tarihinde paylaştığımız makalemizde açıkladığımız gibi Said'in aldığı tüm kararlar anayasa hükümlerine dayanıyordu.

1 Ağustos'taki yazımızda ülkenin bütünlüğünü, güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eden yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde cumhurbaşkanının kullanma hakkına sahip olduğu istisnai yetkilere ilişkin Tunus Anayasası'nın 80. maddesi ile Fransız Anayasası'nın 16. maddesi arasında bir irtibat kurmuştuk.

Said 25 Temmuz tarihindeki kararlarını 80. maddeye dayanarak almıştı. Bu kararlar, özellikle bazı Tunuslu insan hakları aktivistlerinin öldürülmesinden sorumlu tutulan ve hakkında soruşturma açılan İslami çizgideki Nahda Partisi'nde kargaşaya yol açmıştı.


Tunus cumhurbaşkanının, bir kısmı bazı siyasi partilerin kendisine karşı beslediği siyasi düşmanlıklar çerçevesinde tartışma yaratan kararlarının hepsinde izlediği tutum, bunların yürürlükteki yasalar uyarınca alınmış kararlar olduğunu her zaman gösteriyor.

Bir yetkilinin diktatörlük eğilimi varsa o kişi aldığı kararları böyle açıklamaz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU