Süper güçler ve Arap dünyasının çatışma üçgeni

Rusya eğer batıya bakacak olursa en iyisinin, ABD ile ekonomik ya da askeri rekabet olasılığına değinmeden özellikle Ukrayna ve Ortadoğu’da elde edilen başarılarla, küresel saygıyı yeniden kazanmak olduğunu anladı

ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin / Fotoğraf: AFP

Dünya, uluslararası olayları, büyük imparatorluklar ile yeryüzünün zenginliklerini kontrol altına almak isteyen ve muazzam güvenlik ve askeri yeteneklerini konuşturarak etki alanlarını artıran süper güçler arasındaki rekabet veya çatışmalar perspektifinden takip eder.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın nüfuz sahibi eski Avrupa ülkeleri olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünya, Sovyetler Birliği (Doğu) ve ABD (Batı) liderliğinde iki kutuplu bir çatışmaya tanık oldu. Her ikisi de jeopolitik rakiplerdi. Bu süreç, Batı liberalizmi, pazar ekonomisi, merkeziyetçilik, komünizm ve sosyalizm arasında ortaya çıkan ideolojik bir çelişkiyle yönetildi. Bağlantısızlar Hareketi (NAM) ve 77′ler Grubu ülkeleri bu iki rakibin kötülüklerinden korunmaya ve onlara av olmamaya çalıştılar.

Sovyetler Birliği çökene ve dağılana kadar bu durum böyle devam etti. Sonrasında ise dünya önce Amerikan karakteri ve kimliğine bürünmüş tek kutuplu bir döneme ardından sorunların bölünmesi, çokluğu, bölgeselleşmesi ve daha fazla ülkenin ortaya çıkmasıyla çok kutuplu bir döneme girdi. Tüm bunlar, ekonomik ve sosyal küreselleşmenin yanı sıra teknoloji ve iletişim alanlarındaki gelişmelerle, küresel politik ve ekonomik kararlar üzerinde etkili oldu. Geçmişte, öncelikle ekonomik ve askeri güce dayanan ‘bilgi’ gücün tanımlanmasında önemli bir unsur olarak ortaya çıktı.

Son iki haftadır ABD, Çin ve Rusya'da yaptığım görüşmelerde süper güçlerin vizyonlarını izlemek beni bir takım düşüncelere sürükledi. ABD’de ne zaman Rusya, Çin veya başka bir konuda tartışma çıksa Başkan’ın kendi taraftarlarından, medyasına hatta yönetimine kadar herkes Trump’ın alışılmadık politika ve uygulamalarıyla meşgul oluyor. ABD’de ‘geleneksel siyasi ve ekonomik liberalizmde mi kalacakları yoksa siyasal sistemi değiştirmek ve yararlanmak isteyen öfkeli ve marjinalleşmiş grubu en iyi şekilde temsil eden bu kurumları reddeden bir akım mı takip edecekleri’ sorusunun cevabı, ülkenin kimliğine dair en temel endişe kaynağı olmaya devam ediyor.

Başkan Trump, başlıca rakiplerinin veya ABD için en büyük tehdidi oluşturanların kim olduğu konusu üzerinde çok fazla durmuyor.  İstihbarat güvenliğine önem veren ve mütevazı bir ekonomiye sahip olan Rusya ve Devlet Başkanı Vladimir Putin ile büyüyen bir ekonomik güç olan Çin ve Devlet Başkanı Şi Cinping’i kast ediyorum.

Bununla birlikte Trump’ın başkanlığı sırasında ABD, Çin’i, büyüklüğü ve etkisi sınırlı olan Rusya'dan farklı ve gelecek vaat eden bir ülke olarak karşılaşabileceği en büyük tehlike olduğunu düşünebilir. Rusya, ise son zamanlardaki bir takım siyasi başarıları bir kenara koyulduğunda gerilemeye devam ettiği görülüyor.

Trump, Çin’in haksız ticaret uygulamalarına karşı mücadeleye öncülük etse de bu mücadeleyi sürdürecek gibi görünmüyor. 2020 yılında yapılacak başkanlık seçimleri kampanyası sürecinde siyasi gücünü sürdürmek için Çin’le ekonomik bir anlaşmaya varmaktan çekinmeyecektir. Bu da Asya bölgesinde kendisi hakkında bir takım siyasi değerlendirmelerin empoze edilmesini ve teknolojik gelişmelerle küresel ekonomiye katılmasını sağlayacak kapının kapanmasını engellemek için ABD ile doğrudan bir çatışmaya girmek istemeyen Çin'in inanmaya, başarmaya ve yatırım yapmaya çalıştığı bir durum.

Çin’in rolüne oldukça olumsuz bakan ABD’nin siyasi ve askeri kurumları, askeri yetenekleri ve uygulamaları şu anda ABD'nin prestiji ve liderliği için bir tehdit oluşturmasa da Çin’i ülkeleri için gelecekteki gerçek bir tehlike olarak görüyorlar.

İki ülke arasında kısa vadede bir ticaret anlaşması yapılsa bile her şeye ticari ve ekonomi açısından bakan Trump’ın seçilmemesi halinde ABD’nin Çin’le ilgili gittikçe artan endişelere kapıldığını göreceğimize inanıyorum. Trump göreve gelmeden önce de ABD’li yetkililer, eski Başkan Barack Obama'nın dediği gibi Asya’ya daha fazla dikkat etme eğilimindeydiler.

Çin Devlet Başkanı Şi’nin tüm kamuoyuna ülkesinin uluslararası ekonomik reform ve serbestleşme sistemine öncülük edebileceğini açık bir şekilde ifade etmesi bile bu endişeyi azaltmadı. Aksine bu yıl Çin’de Ulusal Gün kutlamaları vesilesiyle Çin ordusunun geçit töreninde yaptığı gövde gösterisi ABD’nin endişelerini daha da artırdı. Bununla birlikte Çin’in orta menzilli balistik füzeler alanındaki yetenekleri ve özellikle yapay zeka çalışmalarında sivil ve askeri uygulamalarıyla ilgili teknolojik eğilimine dair ciddi endişeleri var.

Çin ise geliştirdiği bu silahların öncelikle savunma amaçlı olduğunu söylerken ABD’nin Çin sınırı yakınlarına silahlar konuşlandırmasının Çin’in ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. ABD’nin uluslararası rekabeti kabul etmediğini, ekonomi alanındaki liderliğinden vazgeçemediğini ve bununda farklı ülkeler üzerinde ekonomik ve politik baskı uygulayabilmesini sağladığını vurgulayan Çin, bu baskıların ABD ve Batılı müttefikleri tarafından ulusal güvenlik meseleleri gibi lanse edilerek haklı gösterilmeye çalışıldığını ifade ediyor.

Bazı Çinli analistler, Çin’in başta Rusya, Avrupa Birliği, (AB)  Brezilya, Hindistan ve hatta Meksika gibi önemli Orta Amerika ülkeleri olmak üzere ilişkilerinin iyi olduğu ülkelerin çoğunun ABD’ye baskı yapma ya da en azından ABD politikalarından ve baskılarından bağımsız kararlar alma yeteneklerini desteklediğini düşünüyorlar.

Buna karşın Çin’de Batı dünyasının son dönemde uluslararası alanda öncü ve baskın olduğuna inananlar da var. Bu kişiler, Batı'nın tecrübelerinden ders çıkarmak ve ABD ile boşuna rekabet etmek yerine Batı çatısı altındaki kalkınma çabalarına odaklanmanın daha iyi olduğunu düşünüyorlar.

Ancak bu iki eğilimin tarafları, Çin'in konumunun, AB ve Rusya dahil diğer ülke ya da blokları aştığına ve Çin’in Rusya’ya karşı yeteneklerini arttırmanın daha iyi olacağına dair ortak bir görüşte buluşuyorlar. Çin, komşusu Rusya’nın özellikle Sibirya'nın doğusundaki bölgelerinde etkisini artırmaya yönelik dikkat çekici bir ilerleme kaydetti.

Çin’in özellikle yoğun bir nüfusa sahip olmayan bu Rus bölgelerindeki yoğun ve sürdürülebilir yatırımları ciddi endişe yarattı. Putin, Çin ile olan sınır sorunlarını kabul ederken Rus analistler, Çin’in uzun vadeli risklerine daha fazla dikkat edilmesi uyarısında bulundu.

Rusya eğer batıya bakacak olursa en iyisinin, ABD ile ekonomik ya da askeri rekabet olasılığına değinmeden özellikle Ukrayna ve Ortadoğu’da elde edilen başarılarla, küresel saygıyı yeniden kazanmak olduğunu anladı. Bununla birlikte Rusya’nın uluslararası siyasi arenada konumunu sağlamlaştırmayı kolaylaştırması için ekonomisinin, ABD gibi yardımlarda bulunmasına veya Bir Kuşak Bir Yol gibi Çin’in küresel projeleriyle yarışabilecek projelere olanaklar sunamayacağı da bir gerçek. Bu yüzden ABD ve Avrupa ne zaman bir alandan uzaklaşsa Rusya, fırsatları değerlendirmek için yaptığı sıkı bir planla oraya hücum ediyor.  Batının siyasi sistemindeki zayıflıkları, farklı siyasi akımlarla etkileşime girerek veya ideolojik olarak Batı liberalizmi kavramını sorgulayarak, uluslararası toplumun büyük bir bölümü tarafından desteklenen ‘gerçek politika’ çağrısına odaklanarak ABD’nin boşluğu ve Batı’nın yaşadığı karışıklıklar ışığında vurgulamayı tercih ediyor.

Bununla birlikte Rusya’nın Çin'e yönelik artan ilgisine ve Batı’ya yönelik uygulamalarında doğrudan karşı karşıya gelebileceği stratejik çatışmalardan uzak duran yeni bir yönelime tanık oluyoruz. Rusya ne zaman Batı’da bir karışıklık çıksa ya da ABD’nin bir boşluğu olsa bunu fırsat bilip, etki alanlarını belirli ve sınırlı uygulamalarla genişletmeyi tercih ediyor.

Tüm bunların Arap dünyası için de bir takım olumsuz etkileri var.  ABD’nin Ortadoğu’dan tamamen çıkmayacağına inanıyorum. Arap ülkelerindeki enerji kaynaklarına olan bağımlılığı azaldıktan ve Soğuk Savaş sona erdikten sonra önceliklerine göre hareket ettiğini söylemeye gerek yok. ABD’nin Arap dünyasına olan ilgisi azaldı. Bu, Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerde de hakim olan bir gerçek.

Buna karşın Ortadoğu’da Rus nüfuzunun daha da arttığını göreceğiz. Putin’in son haftalarda gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyaretleri bunun sinyalini verdi. Levant’ta (Biladuş’Şam) çatışma taraflarının kendisine başvurduğu etkili bir oyuncu olmayı ustaca başaran Putin, Suriye arenasında elde ettiği güveni kaybetme korkusuyla rolünü ve hırslarını abartmamaya dikkat ederken hesaplamalarında riske girmekten kaçınıyor.

Çin ise hala Ortadoğu’daki ülkelerin işlerine ve siyasi sorunlarına karışmama gibi bir eğilime sahip. İran da dahil olmak üzere Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını güvence altına alması gerektiğine inanan Çin, Arap dünyasında ürünlerini satacağı yeni pazarlar açtı ve yatırımlar yaptı. Bununla birlikte ABD ile çatışmaya niyetli olmadığını da gösterdi. Öte yandan yakında Çin’in Rusya’nın Sibirya’daki enerji projelerinden doğalgaz aldığına tanık olacağız. Çin, 2022 yılında ihtiyaç duyduğu enerjinin neredeyse yüzde 10’unu bu projelerden alacak.

Sonuç olarak Amerikan varlığının küçülmesi, Rus fırsatçılığının çeşitlenmesi, Çin’in dikkatli ve kademeli genişlemesiyle birlikte süper güçlerin stratejik okumalarında ve Arap dünyası ile Ortadoğu’ya olan ilgilerinde bir değişiklik söz konusu. Herkesle ilişkilerimizi geliştirmeliyiz ve kendimize daha fazla güvenmeliyiz.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Seda Demiröz

https://www.independentarabia.com/node/72411

DAHA FAZLA HABER OKU