Vizyonda bu hafta: Gün batımından şafağa; “Viking Kuşatması”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Yapım tarihinden iki sene sonra Türkiye’de gösterime giren Viking Kuşatması (Viking Siege- Attack of the Tree Beasts) film afişinden bir kare

Her hafta neredeyse en az yedi filmin gösterime girdiği, çoğunun vizyondaki ömürlerinin de bir haftayla sınırlı olduğu, dolayısıyla sinemanın bile bir tüketim ürününe döndüğü ve hızla tüketildiği günümüz dünyasında benim film seyretme ritüelim biraz da keşif üzerine kuruludur.

Bu nedenle iyi bir şeyler bulmak ümidiyle yaptığım film seçimlerimde karşıma çıkan düşük bütçeli yapımlar benim için her zaman ilgi çekici olmuştur.

Özellikle dünyanın belli yerlerinde prömiyeri yapılmış ve Türkiye’den evvel gösterim imkânı bulmuş, beğenilme durumu internet veri tabanlarına düşük puanlarla yansımış genel beğeni düzeyinin çok altında olan filmler bende daha çok merak uyandırmıştır.

Günümüzde sinema seyircisi tarafından itibar görmeyip televizyon filmleri cehennemini boylayan bu filmler aslında bir kesim için hala hazine değerindedir ve ilham vericidir.

Çoğunlukla B-film türünde olan bu filmleri böylesi bir yaklaşımla seyretmeyi, gözden kaçmış ise onu öne çıkarmayı daha çok tercih ederim.

Ancak bu tercihim elbette sanatsal bir kaygı taşımayan çok kötü filmler izlememe de neden olabiliyor.

Hollywood’un buhran dönemindeki ihtiyaçları sonucu ortaya çıkan bu B-film türü, sinemadaki “iki film bir arada” konseptli çift gösterimlerde yer alan ve ana filmin ardından gösterilen ikinci film olduğu için bu sınıflandırma yapılmış.

Esas filmden önce ya da sonra gösterilen düşük bütçeli, reklamı yapılmamış, genellikle korku, bilimkurgu, western, gangster gibi türlerde çekilmiş olan bu filmler bir dönem sektörün hayatını kurtarmışsa da ilerleyen zamanda çoğunlukla televizyon ya da video pazarı için üretilmeye başlamış.

1920’lerin sonlarında ticari bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkan ama yıllar geçtikçe A tipi filmleri destekleme amacından sıyrılıp tür olarak kendi statüsünü kazanan bu filmler nihayetinde sinema literatürüne girmeyi başarmış.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Yaklaşık yüz yıl önce ekonomik sebeplerle ortaya çıkmış olan “iki film bir arada” konseptine günümüz Türkiye koşullarında ironik bir şekilde yeniden hayat veren Cem Yılmaz’ın bu hafta vizyona giren “Karakomik Filmler” isimli yeni projesi de aslında bu kapsamda incelendiğinde ayakları oldukça yere basıyor.

“Kaçamak” ve “2 Arada” isimli iki farklı orta metrajlı öyküden oluşan film ekonomik krizin hayatlarımızı alt üst ettiği böylesi bir dönemde tek bilet parası ödeyerek aynı seansta hem iki film izlettiriyor, hem B-film türünü sahipleniyor, hem de bu yaklaşımla birbirinden iki farklı hikâyeye sahip olan filmde sanatsal bir ağırlık taşıyan “2 Arada” isimli bölümün öne çıkmasını sağlıyor.


Gün batımından şafağa; “Viking Kuşatması”

Yönetmen: Jack Burton / Oyuncular: Michelle McTernan, Sarah Driver, Rosanna Hoult, Alan Booty, James Groom / 99 dakika
 


Yapım tarihinden iki sene sonra Türkiye’de gösterime giren Viking Kuşatması (Viking Siege- Attack of the Tree Beasts) her şeyiyle bir ilk film.

Senaryo yazarlarının ve yönetmenin ilk çalışması olan film az bilinen aktörlerle, oldukça düşük bir bütçeyle çekilmiş.
 


Bu nedenle, gişede görmeye alıştığımız; dekorları ve efektleriyle hayranlık uyandıran filmlerin üretim kalitesinden çok uzak.

Hatta neredeyse vasata yakın çekimleriyle de üretim değeri olarak aslında tam manasıyla bir B-film örneğidir.
 


Bütçesi olmadığı için elindekilerle yetinmek zorunda kalan bir film yapımcısının ilerleyişi için B-filmler sektörün önemli bir parçasıdır.

Bu tür zamanla film çekenlere değerli beceriler kazandırır.

Hatta bazen de tüm zorluklara rağmen ortaya çok kıymetli bir eser çıkmasına vesile olur.
 


Ancak Viking Kuşatması tam olarak böylesi bir süreçle kendisine değer katmış filmlerden biri elbette değil.

Ama yine de ilk defa yapılan bir üretim olarak o kadar kötü bir film de değil.

Sadece performansları ve kurgusu zayıf kaldığı için potansiyeline ulaşamamış bir film olduğunu söyleyebilirim.

Zira bundan daha kötülerini de gördüm.
 


Yeri ve zamanı bilinmiyor olsa da kilisenin Tanrı korkusu ile insanların üzerinde hegemonya kurduğu bir orta çağ dönemine aitmiş gibi görünen hikâye, etrafı hırçın bir denizle çevrili sarp dağların tepesindeki gizemli bir kasabanın manastırında geçmektedir.

Fakat hikâyenin geçtiği zamandan sekiz yıl önce bir köylünün Tanrı’ya isyanıyla birlikte gökten düşen bir meteor parçası bu kıyı kasabasının hayatını da değiştirmiştir.
 


Zevk ve eğlencenin sarhoşluğuyla etraflarında ne olup bittiğinden habersiz bir grup keşiş ve onlara yiyecek-içecek servis eden kadınların olduğu kervansaraydan bozma olan kasabanın manastırı, sinsi bir planın içinde oldukları anlaşılan bir grup kadının kontrolündedir.

Keşişlerin manastırdaki sefahat gecesinde onlara hizmet eden bu kadınların amacı zamanında ailelerini ve sevdiklerini köle olarak satan bu yozlaşmış rahiplerden intikam alarak manastırdaki herkesi katletmektir. 
 


Liderlerinin tam bütün her şeyin kontrol altında olduğunu ve saldırıya geçmenin zamanı geldiğini düşündüğü bir anda toprak sahibi bir lordun mekâna girmesiyle kendilerini örgütlemiş olan bu kadınların planları bozulur.

Bu da yetmezmiş gibi bir süre sonra da İngilizce konuşamayan ve kısa bir süre sonra peşlerinde şeytani varlıkların olduğu anlaşılan yağmacı bir grup Viking çetesi ortaya çıkınca işler düşündüklerinden daha da zorlaşır.
 


Bu Vikinglerin tecavüz ve yağma konusundaki itibarlarının rahiplerden daha kötü olduğunu duyan kadınlar hayatta kalmak için onlara da olabildiğince misafirperver davranmaları gerektiğinin de farkındalardır.

Ancak kadınların bu İskandinav savaşçılarının adada kendi yollarına giren herkesi yok etmeye çalışan bir şey tarafından avlandıklarını keşfettiklerinde endişelenmeleri gereken şeyin Vikingler olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu andan itibaren kendilerini manastırın içinde hapsolmuş bir şekilde bulan kadınlar Vikinglerin beraberlerinde getirdikleri bela sonucu kendilerini farklı bir savaşın içinde buluyor.
 


Dışarıda kendilerine karşı saldırıya geçmiş olan ağaç görünümlü canavarlarla mücadele edebilmek için herkesin birbirlerine karşı düşmanlığını bir kenara bırakıp güçlü bir ittifak oluşturmaları gerekiyor.

Kadınlar, keşişler ve Vikinglerden oluşan üç ayrı grubun yanı sıra manastırın zindanında bekleyen tutsakların firar ederek ortaya çıkmasıyla günbatımından şafağa dek sürecek bir mücadeleyle ölüm-kalım savaşı onları bekliyor.
 


Boğazı kesilenler, yüzü yananlar, gözleri dağlananlara kadar filmin insanı ürküten çok fazla sahnesi var.

Ancak Viking Kuşatması’ndaki şiddetin çoğu aslında bu sahnelerden ziyade birisini öldürmek için gerekenden çok daha fazla darbe uygulanmasına ve oluk oluk akan kanlara dayanıyor.
 


Robert Rodriguez’in Günbatımından Şafağa (From Dusk till Dawn) filmini andıran ve hatta yer yer Quentin Tarantino filmlerine öykündüğü de görülen film Orta Çağ’ın çapkınları, yozlaşmış keşişleri ve insan kaçakçılığı gibi konulara girerek hikayesini zenginleştirmeye çalışsa da suikast girişimi, gergin katilleri ve rehineleriyle kayda değer bir şeye dönüşemiyor.

Dolayısıyla kısa öyküsü, kötü oyunculukları ve basit özel efektleriyle kendi sınırları içinde eğlenen bir korku komedisine dönüşmekten kendini kurtaramıyor.
 


Yine de filmdeki tüm ucuzluğa ve hatalara rağmen yaklaşık doksan dakika süren film zevkli bir şekilde izlenebilir.

Hatta daha iyi çalışılmış bir senaryo ve biraz daha yüksek bir bütçeyle daha iyi bir şeye dönüşebileceğinin ipuçlarını da verdiği için filmin ekibi doğrusu bir umut da vaat ediyor.


Haftanın diğer filmleri

En Uzun Gece

En Uzun Gece, bir grup göçmenin bir kamyonun arkasında ölü bulunması sonrası bu olayın soruşturmasını üstlenen Komiser Murat’ın hikayesini anlatıyor.

Orhan Kılıç, senaryosunda ve yönetmenliğinde kendi imzası bulunan ilk projesinde oyuncu olarak da katkıda bulunarak “Fırtına” lakaplı baş komiser Murat karakterine hayat veriyor.

Eda Erol, Umut Özkan, Gamze Dar, Murat Aydın, Ayça Denker, Ece Müderrisoğlu, Serkan Kuşari, Mustafa Yılmaz ve Bülent Aydoslu’nun da kadrosunda yer aldığı film, mülteci sorunlarından uyuşturucu baronlarına ve organ mafyasına kadar birçok konuya hikayesinde yer veriyor.

Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilen filmin baş kahramanı Komiser Murat, iyinin ve kötünün savaşında doğru kalınabileceğini seyirciye göstermeyi istiyor.

Karakomik Filmler

Cem Yılmaz’ın “iki film birden” konseptli projesi Karakomik Filmler, Kaçamak ve 2 Arada isimli iki orta metraj filmden oluşuyor.

Cem Yılmaz, Özkan Uğur, Zafer Algöz, Necip Memili, Nilperi Şahinkaya ve Can Yılmaz’ın yer aldığı ve dört arkadaşın çıktıkları tatil sırasında başlarına gelen olayları eğlenceli bir dille konu alan Kaçamak, eşlerine yalan söyleyip felekten bir hafta sonu geçirmek için lüks bir işletmede bir araya gelen bir grup erkeğin, yakınlarına dünya dışı varlıkların iniş yapmasıyla gelişen olayları anlatırken;

Cem Yılmaz, Ozan Güven, Cem Davran, Cemre Ebuzziya, Uraz Kaygılaroğlu gibi isimlerin yer aldığı 2 Arada ise arabalı vapurda çaycı olarak görev yapan Ayzek’in seyirciyi farklı hayatlara ve farklı mekanlara taşıyacağı maceraları anlatılıyor.

Karışma Bende

Karışma Bende, sosyal medya fenomeni olmayı kafaya koyan Sefa’nın bir kız uğruna gittiği İzmir’de başına gelen trajikomik olayları konu alıyor.

Adana’dan ev arkadaşları olan Mami ve Fatih’in de Sefa’yı yalnız bırakmadıkları sürprizlerle dolu macerada başlarına gelen trajikomik olayların üstesinden gelmeye çalışan üç kafadar karşılaştıkları facialardan kurtulmanın yollarını arayacaktır.

Malefiz: Kötülüğün Gücü

Angelina Jolie’nin başrolünde yer aldığı Maleficent: Mistress of Evil, Malefiz ve Aurora’nın arasındaki karmaşık ilişkiyi ve Moors topraklarına gelen yeni tehditlerle karşılaşmalarını konu ediniyor.

Yıllar Maleficent ve Aurora’ya iyi davranmıştır. İlişkileri kalp kırıklıklarından, intikam öyküsüne ve sonunda sevgiye dönüşür.

Ancak hala insanlar ve periler arasındaki nefret ilişkisi sürüyordur. Aurora’nın Prens Phillip ile gerçekleşecek olan evliliği, iki bölgenin birliğini sağlayacağı için Ulstead ve Moors Krallığı’nda kutlanacaktır.

Beklenmedik bir karşılaşma ise yeni ittifakları doğuracaktır. Büyük Savaş içerisinde Maleficent ve Aurora ise ayrı düşeceklerdir.

Böylece sadakatleri test edilecek ve gerçek bir aile olup olmadıklarını sorgulayacaklardır.

Oray

Mehmet Akif Büyükatalay’ın Berlin Film Festivali’nde En İyi İlk Film ödülüne layık görülen filmi Oray, Almanya’da İslam'a bağlı bir hayat süren Oray’ın, karısı Burcu ile aralarında geçen bir tartışma anında İslami kaidelere göre boşanma anlamına gelen talak hakkını kullanmasıyla gelişen olayları konu ediniyor.

Almanya’da gurbetçi bir ailenin oğlu olan Oray, ilk gençlik yıllarında suça bulaşmış, hapis yatmıştır. Eşi Burcu’yla mutluluğu yakaladığı yeni hayatında eski alışkanlıklarından uzak durmaya çalışır.

Bir yandan da Almanya’daki İslamcı akımlara kapılır.

Eşiyle tartıştığı bir gün İslam’a göre boşanma anlamına gelen “boş ol” sözlerini söyler. Danıştığı imama göre üç ay eşinden uzak kalması gerekmektedir.

Köln’e gidip üç ayın geçmesini bekler, fakat Köln’de danıştığı başka bir imam tamamen ayrılmaları gerektiğini öne sürer.

Yönetmen, Oray ile “Almanya’da, Batılı, demokratik, seküler bir ülkede Müslüman olmak, din yoluyla kendini ifade etmek istemek ne demek?” sorusuna yanıt aradığını söylüyor.

Vahşet Oteli

Michael Melski’nin yönettiği The Child Remains, bebek beklemekte olan bir ailenin hafta sonu tatili için gittikleri otelin karanlık gizemini keşfetmeleriyle başından geçenleri anlatıyor.

Bebek bekleyen bir çift hafta sonu tatili için doğa içerisinde sakin bir otele giderler.

Ancak bir süre sonra otelin aslında istenmeyen bebeklerin ve annelerin öldürüldüğü lanetli bir doğumhane olduğunu keşfederler ve bu tatil bir ölüm kalım savaşına döner.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU