Sararmış bir anı ve eskimeyen bir fotoğraf…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Uzun zaman oldu... Belki de varlığımı unuttun.

Sokakta görsen tanımazsın büyük bir ihtimalle.

Ben de öyle.

Zaman ikimizi de değiştirdi.

Sen genç, olgun bir delikanlı, ben kır saçlı, ellisinde birisi oldum.

Yıllar akıp geçti..

Çok öğrenci, çok sınıf gördüm, çok tahta eskittim. 

Fazla duramadım, durduğum yerde. 

Bazen ben kaçmak istedim görev yerimden, bazen devlet memnun kalmadı benden. 

Bu nedenle çok gezdim...

Her yıl bir yerde dersem abartı olur, ama hakikaten çok yer değiştirdim. 

Sürüldüm, sürgüne gittim. 

Kimi zaman zorunlu, kimi zaman gönüllü...

İyi bir öğretmen miydim? Bilmiyorum. 

Sonuçta bir yerde dikiş tutturamadığım gerçeği ortadayken, sanırım ben iyi bir öğretmendim dersem öğrencilerime haksızlık etmiş olurum.

Elbette en iyisini onlar bilir...

Çünkü öğretmenlik apayrı bir meslek. 

Diğer mesleklere hiç benzemiyor. 

Malzemen insan. Nasıl yoğurursan öyle şekil alıyor...

Yani insanın kişiliğini şekillendiren unsurlardan biridir öğretmen...

Yazımın başında da yazdım. Çok zaman geçti aradan. 

Adın zihnimde saklı.

Muzaffer'di sanırım. 

Hatta kesin sen Muzaffer'din...

Karlı bir gündü...

Sen ve arkadaşlarını bir başına eve göndermek içime sinmemiş, sizinle yürümüştüm...

Köy derin bir vadide, yol ise vadiden yukarıya doğru uzanan zorlu bir yokuştu. 

Sen ve arkadaşların için tehlikeli de olsa, patika yollardan, inişli çıkışlı kayalardan ve karlı yolu aşarak evinize varmak üzereyken basmıştım deklanşöre.
 

1 (1).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


O gün öylesine çeksem de, sonra ölümsüz bir anıya dönüşeceğini tahmin ettim o fotoğrafı.

Biraz boynunu bükmüş, yorulmuş, dağılmış ve üşümüş olduğun besbeliydi. 

Kolay değildi elbet.

Neredeyse 3 km yol kat etmiştin. 

Hem dağ bayır, kış kıyamet, hem de karlı bir havada.

Dolaysıyla o günü ve o fotoğrafı hiç unutmadım...

Yıl 1992 yılı, ocak ayıydı sanırım. 

Çermik Musayan, yani Türkçe ismiyle Kartaltaşı Köyü.

Sen her gün bir kaç arkadaşınla birlikte Karvan Çivani Mezrasından yürüyerek gelir, akşam çökmeden tekrar dönerdin evine.

Ben de biraz sana benziyordum. 

Mesai saatleri bitti mi köyden çıkar, senle biraz yayan yürür, yönü belirlemeden bir yerlerde konaklar; ertesi gün erkenden yine senin gibi derste olurdum...

O zamanlar kar yağardı her kış... Kurak geçmezdi mevsimler.

Ayaklarımız üşürdü okulda, ama içimiz sıcaktı sanırım. 

Katıksız birbirimize bağlıydık. 

Ben Türkçe konuşurdum, hani öğretmendim ya... 

Bilirdim Zazaca'yı. Ama Türkçe konuşurdum...

Dinlerdin, dinlerdiniz sorgusuz sualsiz...

Sonra teneffüslerde kaçamak yapardık, başlardık Zazaca konuşmaya.

Yüzünüz gülerdi, heyecanınız vururdu yanaklarınıza...

Ma öğretmen sınıfta Zazaki konuşsan ne olur ki?

"Olmaz" derdim, "sınıfta Türkçe konuşulacak"...

Bahçe ev serbest...

Yarım ağızla gülerdin...

Bir fotoğraf makinesine bakarken yüzün sertleşir, her nedense gülmekten kendini alıkoyardın...

Belki fotoğrafı da bir sınıfa benzetirdin...

Gülmenin yasak, kasılmanın kural olduğu bir sınıf olarak düşünürdün...
 

1 (3).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş​​​​​​​


Doğru aslında..

Fotoğrafta dikdörtgen, sınıf da.

Bu ne ya bu dikdörtgenlerden çektiğimiz, sınırlıyor her bir şeyimizi.

Muzaffer nerdesin, ne yaparsın bilmiyorum...

Dilerim ki mutlu ve aydınlık bir yaşam sürdürüyorsun. 

Belki boy boy çocukların olmuştur.

Bu fotoğrafı o zaman sana vermemiştim.

Bugün sana ulaşabilsem, fotoğrafını teslim edeceğim...

Bir emanet misali...

Bende duran, ama bana ait olmayan bir emanet.

Bu nedenle sana ulaşacak mutlaka...

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU