Türkiye için sırada ne var?

1913’te yayımlanan David Brewer Eddy imzalı kitapta Türkiye’deki Hristiyan misyonerlik faaliyetleri ele alınıyor. Eser, Anadolu’da aktif görev almış misyonerlerin düzenli olarak gönderdikleri raporlardan yola çıkarak hazırlanmış

Kitapta Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerinden örnekler yer buluyor / Fotoğraf: Independent Türkçe

David Brewer’in 1913’te yayımladığı "Türkiye için sırada ne var?" kitabına ilişkin Dr. Necdet Subaşı, "Erken misyoner çalışmalardaki temel motivasyonu, hedef ve yöntemleri açığa çıkaran, içeriden bir çalışma olarak kuşkusuz bir kült değeri taşıyor" yorumunu yapyor. 

Subaşı, Brewer’in Anadolu’da aktif olarak çalışan misyonerler tarafından gönderilen raporlardan yola çıkarak hazırladığı eserde, yola çıkanlara, yolda olanlara ve etkili bir sonuca erişmek isteyenlere kayda değer bir düzeyde rehberlik etmek olduğunun amaçlandığını belirtiyor.

Din sosyolojisi alanında çalışmış bir akademisyen ve bürokrat olan Dr. Necdet Subaşı, sözlerini şöyle sürdürüyor:

İlk kez ABD'de 1810 yılında kurulan ve etki alanını başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok yerinde hızla genişletmeyi başaran “American Board (Amerikan Yabancı Misyon Temsilcileri Teşkilatı)", her şeyden önce bir misyoner örgütlenmesi olarak dikkat çekmektedir.

Türkiye’yi pek çok nedenle önemli bir çalışma sahası olarak gören “American Board”, her şeyden önce burada erişmeyi planladığı hedeflerle kendi dinî yükümlülükleri ve Amerika’nın milli menfaatleri arasında şaşırtıcı ortaklıklar kurma çabasındadır.

David Brewer, gizli ve açık kaynaklar aracılığıyla eriştiği misyoner hareketliliğini, -sonradan bu bağlamda görev ve sorumluluklar özetlenecek- belli başlı aktivistlere rehberlik yapmak üzere kayda geçirmiş ve yer yer birbirinden bağımsız hareket etme durumunda kalan belli başlı misyoner istasyonları arasında hem güç hem de ideal noktasında bir ortaklık ve dayanışma dili üretme kaygısıyla bu kitabı kaleme almıştır.

Brewer ilgili raporlar, anlatı ve duyumlar eşliğinde ortaya koyduğu bu kitabı her şeyden önce bir misyonerlik öğretisi için müfredat, hatta bir strateji ve taktik metni olarak takdim etmektedir. Dikkatli okur, yazarın gerçek bir açık yüreklilikle dile getirdiği gözlemlerini, niyet ve taleplerini kavramakta asla zorluk çekmeyecektir. Gerçekten de özellikle Türkiye’deki misyon görevlileri üzerinden diğer aday misyonerlere motivasyon devşirmek üzere sıralanan bilgilerin gerçek anlamda bir strateji ve taktik metni olarak okunması hiç de zor olmayacaktır.

İlki 1819’da İstanbul’da kurulan ancak yasallık zeminini padişah fermanıyla ancak 1850’de elde eden American Board’ın Türkiye şubesi, kısa sürede Anadolu’nun hemen her tarafında örgütlenmesini tamamlamış ve kendisi için belirlediği hedeflere ulaşma konusunda hemen her türden zorluğu aşmayı önceleyecek bir duyarlılık içinde faaliyetlerine hız kazandırmıştır.

 

Dr. Necdet Subaşı Küre Yayınları.jpg
Dr. Necdet Subaşı / Fotoğraf: Küre Yayınları

 

Yazarın kitabında Türkiye'nin fotoğrafını çektiğini belirten Subaşı, "İslam’ın egemenliği altındaki bu topraklarda hemen her Hıristiyan için kışkırtıcı olması gereken bir hasrete vurgu yapar ve bu coğrafyanın haçlıların geçmişte başarıp ulaşamadığı bir niyete bir an önce erişilebilmesi için ne yapılması gerektiği konusunda kendince sahici hedefler, yol ve yordamlar belirleme çalışır" ifadelerini kullanıyor. Dr. Necdet Subaşı, sözlerini şöyle sürdürüyor:

İstanbul’dan başlayarak Anadolu’da var olan belli başlı dinî grupların Hristiyan misyon davetine açık hâle getirilmesi konusunda ülkenin içinden geçtiği sorunları fırsata çevirme çağrısı yapan yazarın, Balkan bozgunuyla başlayan süreci Batılı bir perspektif içinde okumaya çalışarak, Anadolu’da yaşanan ve sonuçta gelenekle modernlik arasında sıkışmış bir milletin geçiş döneminin huzursuzlukları içinde bir şekilde kendine yeni bir rota belirleme kaygısıyla harekete geçen bir imparatorluğun artık giderek çöküşe doğru ilerleyen mevcut durumunda misyon için bir getiri üretme çabası gözlenmektedir.

İstanbul’un tarihsel kıymetini, İncil’de geçen kutsal yer adlarıyla birlikte sürekli güncelleyerek bir hafıza üretme çabası içine giren yazar, bu kutsi mekânların yeniden “eski sahiplerine” devredilmesi için gereken adımlar arasında misyoner etkinliklerine ayrıcalıklı roller yüklemektedir. Hatta bu bağlamda Anadolu’nun pek çok yerinde hayata geçirilmiş okullar, harekete geçmiş misyonerlerle ve en çok da sembolik ağırlığıyla bilinen İstanbul’daki Robert Koleji, bütün bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için üzerine titretilmesi gereken özel yapılar olarak özenle selamlanmaktadır.

“Türkiye İçin Sırada Ne var?” sorusunu ısrarla takip eden kitapta yazar "Amerikan Board Teşkilatının Yakın Doğudaki Çalışmalarına Bakışlar” alt başlığıyla Türkiye’nin Hristiyan misyonerler söz konusu olduğunda nasıl bir dinî duruma sahip olduğunu tartışmakta, bu bağlamda Müslüman toplumun inanç, ibadet ve ahlak alanındaki mevcut yeterliliklerini sorgulamakta, sözümona sıralamaya çalıştığı zaaflarla da misyon temsilcilerine yol alışlarını kolaylaştırıcı tüyolar vermektedir. Kitap tipik bir misyoner atlası olarak görülebilir ve ortalama bir Hristiyan misyonerinin hem kendi davası için yapabileceklerinin sınırlarını hem de İslam hakkındaki genel geçer ezberlerinin nasıl inşa edildiğini göstermesi açısından da dikkate değer bir hafıza bildirimi hüviyetine sahiptir.

Yazarın 19. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye’de yaşanan sorunları ele alma, değerlendirme ve içinden birtakım çıkarımlarda bulunma gayretiyle ortaya koyduğu münderecat dikkatle incelenmeyi hak etmektedir. Türkiye’de özellikle son 20 yıl içinde giderek çeşitlenen misyoner karşıtlığına ilişkin edebiyatın duygusallık zemininde derinleşen boyutlarına karşılık bu kitap konuya soğukkanlı bir şekilde yaklaşmak için sağlam ve deneyimlenmiş bakış açıları sunmaktadır.

Misyoner faaliyetleri Türkiye’nin son 200 yıllık tarihinde genel Müslüman toplum tarafından çoklukla ayrıştırıcı, bölücü ve tahrik edici bir dış güç enerjisi olarak görülmüştür. Kitap bu kanaatleri doğrulayıcı örneklerle doludur ve Brewer’in bütünüyle adanmışlık ruhu içinde ortaya koyduğu söylemin sahici bir anlama çabasıyla doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve özelikle burada içkin niyetin etki ve sonuçları hakkında gerçek birtakım çözümlemelere kafa yorulması gerekir.

Yazar da bir misyon adamıdır ve asıl derdi artık heyecanla beklediği “hasat zamanı”na hazırlıklı olmaktır. Bir eğitim müfredatı olarak hazırlanan kitap misyonerlik çalışmaları için temel ve kurucu bir metin olarak lanse edilmektedir. Türkiye’deki bağlı kilise ve teşekküllere (okul, sağlık üniteleri, vs.) düşen bu kitaptaki metinleri düzenli olarak ele almak, incelemek, içselleştirmek ve faaliyetleri bu istikamette sürdürmekten vazgeçmemektir.

Kitap yayımlandığında Türkiye’de 200 misyoner bulunmaktadır ve bunlardan her biri de kendi istasyonlarında hem Hristiyan tebaaya belli bir ideoloji içinde erişmeye çalışıp onların kalplerini kazanma çabasındadır hem de genel Müslüman çoğunluğun ilgi ve alakasını çekecek yeni birtakım adımlar atmanın arayışı içindedir. Yazarın hedef kitlesinde hem sıradan okuyucular vardır hem de kitabı satır satır okumaya vakit ayıracak dikkatli okuyucular. Böylece her kademede misyoner faaliyetlerinin yer yer romantik yer yer de sıkı bir başarı hikâyesi olarak kendini ortaya koyduğu Türkiye deneyimi başka diğer misyonlardaki çalışmalar için esaslı bir motivasyon kaynağı olacaktır. Zaten yazar da kitabını bitirirken bu kitabın Türkiye’deki misyon çalışmalarını betimlemekten çok ABD’de hâlâ bu konulara kayıtsız gibi duran sözüm ona Hristiyanları harekete geçirmek, onları tahrik etmek için kaleme aldığını söylemektedir. Türkiye’ye yayılmış misyonerler ve onların çeşitlenmiş ilgi ve faaliyetleri dünyanın başka yerlerindeki gelişmeleri hızlandıracak, sonuca ulaştıracak birer ilham kaynağı olarak selamlanmayı, takdir ve teşviki hak etmektedir.

Kitabın sonunda yazar misyoner faaliyetlerinin bugün nasıl ilerlemesi gerektiği konusunda neredeyse adım adım sayılabilecek bir titizlikle bir yol haritası çizmekte, özellikle de Türkiye’de faaliyet göstermek üzere ikna edilmeye çalışılan ve henüz hazırlık aşamasında olan misyoner tilmizler için Müslüman kalplerin Mesih’in çağrısına nasıl döndürüleceği konusunda uygulamalı bir ders önerisi sunmaktadır. Çalışma gruplarıyla okuma halkalarını hedef kitle olarak gözeten yazar bu bağlamda etkili sonuçlar alabilmek için gerekli bilgiyi, donanım ve yeteneği harekete geçirecek bir maneviyat için de öğreticilere Türkiye’deki deneyim tablolarını kullanmayı salık vermektedir. Türkiye tecrübesi motivasyon için olduğu kadar bütün bu hizmetleri harekete geçirecek bütçe tedariki için de yeterli düzeyde bir maneviyat üretmektedir.

Kitapta tarihsel verileri altüst etme ve misyoner yetiştirme süreçlerini takip etme adına bir tür manipülasyon olarak da görülebilecek pek çok nokta yine dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacaktır. Yazarın “Jön Türk Devrimi”ne olan muhabbeti, 2. Abdülhamid hakkında yer yer hezeyan olarak değerlendirilebilecek suçlayıcı ifadeleri,  Ermeni sorunu henüz daha rüşeym hâlindeyken bile yaptığı ondan yana cesur ve subjektif yorumları, Türkiye'deki dinî hayatın İslami veçheleri hakkında Müslümanları töhmet altında bırakan suçlayıcı ifadeleri, vs. olmakla birlikte misyoner müfredatının nasıl kurgulandığını ve sahada nasıl işlendiğini görmek açısından bütün bu satırları olduğu gibi Türk okuyucusuna ulaştırmak hem ahlaki hem de nesnel bir çaba olarak değerlendirilmesi gerekir. 

Kitabın Türkiyeli okuyucular için zihin açıcı katkılar sunacağından şüphem yok. Bir dinî inancın samimi bir şekilde tebligatına mesai harcamakla, bir coğrafyanın mütedeyyin ahalisini belli bir dinî ideoloji ekseninde dönüştürüp devşirmeyi amaçlamak arasındaki farkı öğrenmek için bile bu kült eseri okumak anlamlı ve değerli bir çabadır.


Independent Türkçe 

DAHA FAZLA HABER OKU