Ahmet Altan, üç yıl önce bugün gözaltına alınışını “Bir Cümle”de anlattı

Ahmet Altan'ın Türkçe'den önce en az 10 dilde yayınlanan Dünyayı Bir Daha Hiç Görmeyeceğim” adlı kitabının ilk denemesi "Bir Cümle", Altan'ın 10 Eylül 2016'da nasıl gözaltına alındığını anlatıyor

Fotoğraf: AA

Ahmet Altan’ın 26 Eylül 2016’da çıkan, aralarında İspanyolca, Almanca, Norveççe, İtalyanca, İngilizce, Flamanca, Danca, Fransızca, İsveççe, Hintçe ve Korece’nin de olduğu birçok dile çevrilen “Dünyayı Bir Daha Hiç Görmeyeceğim”  adlı kitabının bir bölümü Türkçe’ye çevrildi. 

19 denemeden oluşan ve henüz Türkçe baskısı bulunmayan kitabın başlangıcındaki deneme, “Bir Cümle” başlığıyla P24 tarafından Türkçe yayınlandı. 

Ahmet Altan’dan özel izinle yayınlanan denemenin bazı kısımları şöyle: 

Uyandım.
 
Kapı çalınıyordu.
 
Hemen karşımdaki ışıklı elektronik saate baktım… 05:42 rakamları yanıp sönüyordu.
 
“Polisler’’ dedim.
 
Ülkedeki bütün muhalifler gibi ben de her gece, şafak vakti kapının çalınmasını bekleyerek yatıyordum.
 
Geleceklerini biliyordum.
 
Gelmişlerdi.
 
Polis baskını ve ardından yaşanacaklar için giysiler bile hazırlamıştım.
 
Beli, kendi içinden bir iple bağlanan, kemere gerek göstermeyen ketenden bol siyah bir pantalon, bilekte biten kısa siyah çoraplar, yumuşak, rahat bir spor ayakkabı, ince pamukludan bir tişört ve koyu renk bir gömlek.
 
“Baskın elbiselerimi” giyip kapıya gittim.
 
Gözetleme deliğinden baktım.
 
Terörle Mücadele Şubesi’nin baskınlarda giydiği, göğüslerinde büyük harflerle
“TEM” yazan yelekleriyle polisler duruyordu merdiven sahanlığında. Altı kişiydiler.
 
Kapıyı açtım.
 
“Arama ve gözaltı emri var” diyerek içeri girdiler.
 
Evin kapısını açık bıraktılar.
 
Karşı komşunun ve alt katın kapılarını da çaldılar… Komşuları da “tanık” olmaları için getirdiler.
 
Uykulu gözleri, ürkmüş bakışlarıyla iki komşum geldi… Üzgündüler…
 
Polisler, aynı apartmanda oturduğumuz kardeşim Mehmet Altan için de “gözaltı” kararı olduğunu, ikinci bir ekibin de onun kapısında beklediğini ama açılmadığını söylediler.
 
“Kaç numaralı daireye gittiklerini” sorunca yanlış bir evin kapısını çaldıkları anlaşıldı.
 
Mehmet’e telefon ettim.
 
--Misafirlerimiz var, dedim, kapını aç.
 
Telefonu kapatınca polislerden biri uzanıp “ben onu alayım” diyerek telefonu aldı.
 
Evin içine dağılarak aramaya başladılar.
 
Şafak söküyordu.
 
Tepelerin ardından kendini gösteren güneşin ışıkları, beyaz bir gül yaprağını andıran gökyüzüne mor, kızıl, eflatun dalgalanmalarla dağılıyordu.
 
Huzurlu bir Eylül sabahı, benim evimde olanlardan habersiz uyanıyordu.
 
Polisler evi ararken çay suyu koydum.
 
--Çay ister misiniz, dedim.
 
İstemediklerini söylediler.
 
Babamın sesini taklit ederek:
 
--Rüşvet değildir, dedim, içebilirsiniz.
 
Tam kırk beş yıl önce gene böyle bir sabah vakti, bu kez babamı almak için evimizi basmışlardı.
 
Babam onlara “kahve içip içmeyeceklerini” sormuş, onlar istemediklerini söyleyince de gülerek, “rüşvet değildir, içebilirsiniz” demişti.
 
Yaşadığım “déjà vu” değildi.
 
Aynı gerçeğin tekrarıydı.
 
Bu ülke tarih içinde çok yavaş hareket ettiğinden zaman ileriye doğru gidemiyor, dönüp kendi üstüne katlanıyordu.
 
Kırk beş yıl sonra aynı sabaha dönmüştü zaman.
 
Kırk beş yıl süren bir sabah içinde babam ölmüş, ben yaşlanmıştım, şafak ve baskın değişmemişti.
 
Açık kapının önünde, bana her zaman güven veren gülümsemesiyle Mehmet gözüktü. Etrafı polislerle çevrilmişti.
 
Vedalaştık.

********

Şunu bir kez daha gördüm ki hayatınızı altüst edecek gerçeklerle karşılaştığınızda, o üzgün gerçeklerin azgın sel suları gibi sizi kapıp sürüklemesi ancak sizin o gerçeklere boyun eğmeniz, o gerçeklerin sizden beklediği gibi davranmanızla mümkün olabiliyor.
 
Gerçeğin kirli, kabarmış dalgalarına fırlatılıp atılmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki gerçeğin “kurbanları” gerçeğe “uygun” davranmak gerektiğine inanan “akıllı” insanlardır.

******

Polis, beni bir hücreye sokup arkamdan kapıyı kilitledi.
 
Ben de diğerleri gibi ayakkabılarımı çıkarıp uzandım. İnsanla dolu o küçücük hücrede ayakta duracak yer yoktu.
 
Birkaç saat içinde beş yüz yıllık bir mesafeyi aşmış, Ortaçağ’ın Engizisyon zindanlarına varmıştım.
 
Hücrenin önünde durup beni seyreden polise gülümsedim.
 
Dışarıdan bakıldığında, havası ve ışığı olmayan, derin parmaklıklı bir kafeste yatan beyaz sakallı, yaşlı bir Ahmet Hüsrev Altan’dım.
 
Ama bu, beni oraya kapatanların gerçeğiydi.
 
Ben bu gerçeği değiştirmiştim.
 
Kalbine silah doğrultulmuşken neşeyle kiraz yiyen teğmendim ben, “ya canını, ya malını” diyen soyguncuya “canımı” diyen Borges’tim, Alesia’da surlar yaptıran Sezar’dım.


Yargıtay hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet cezasını bozmuştu

İlk kez Almanya’da basılan kitap, The Guardian, Le Monde, El Mundo, Corriere della Sera gibi dünyaca ünlü gazetelerde olumlu eleştiriler almış, bir dönem Amazon’da “en çok satanlar” arasına girmişti. 

Altan 10 Eylül 2016 sabahı “darbeye ilişkin subliminal mesaj vermek” suçlamasıyla gözaltına alınmıi, 23 Eylül 2016’da tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilmişti. 

Yargıtay, hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet cezasını bozdu ancak hâlâ Silivri’de tutuluyor.


Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU