Kendinden emin Suudi Arabistan ve vadedilen barış

Krallığın iyi komşuluk ilkelerine bağlılığı, bu anlaşmanın başarısı için bir fırsat oluşturuyor

Fotoğraf: AFP

Suudi Arabistan-İran anlaşması, uzun süre en önemli bölgesel bir olay olarak kalacak.

Bu olayı daha da önemli kılan şey, Çin'in bölgede büyük ekonomik çıkarlarını korumak için bölgesel siyasi ve güvenlik istikrarını tesis etme kararlılığının ve bölgedeki artan nüfuzunun bir teyidi olarak, iki ana tarafın yanında aracı ve garantör olarak imza atmasıyla bu çetrefilli meseleye müdahil olmasıdır.

Çin girişimi, gerilim yataklarının tamamını veya bir kısmını kurutarak, iyi komşuluk anlayışını güçlendirerek ve iki rakip ülke arasındaki anlaşmaları asgari düzeyde dahi olsa etkinleştirerek görece de olsa başarılı olursa, daha önceki bölgesel ve yabancı girişimlerin elde edemediği bir başarı olarak değerlendirilecektir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çin'in bu anlaşma ile jeostratejik ve siyasi boyutlarını ön plana çıkararak İpek Yolu üzerindeki Körfez ve Ortadoğu istasyonlarındaki nüfuzunu artırmayı ve 'ABD Barışı'na (Pax Americana) benzer şekilde ileride bir gün 'Çin Barışı' (Pax Sinica) olarak adlandırılabilecek durum için ön işaretler koymayı başardığına şüphe yok.

Zira bu müdahalesi, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana bölgedeki çatışmaları kontrol altına almak için ABD'den başka büyük bir güç tarafından Ortadoğu'ya yapılan ilk münferit müdahale sayılıyor.

Çin, 2015'ten bu yana sudan sebeplerle bölgeye doğrudan bir Rus askeri müdahalesine izin veren bir ABD politikasının bocalamasını nasıl fırsata çevireceğini biliyordu.

ABD, izlediği politika sonucu bölgedeki müttefik ve ortaklarına yönelik silahlı saldırılara ve yaşananların boyutuna tepki göstermeyip defalarca kez göz yumdu.

Bu da Arap müttefiklerine sağladığı güvenlik garantilerinin etkinliğinin aşırı zayıflaması karşısında geriye Washington'un güvenilirliği ve bağlılığına karşı hayal kırıklığı, ihtiyat ve şüphe duyguları bıraktı.

Pekin, Rusya'nın Ukrayna'da işleri kızıştırmasından, Washington'un Arap ortaklarıyla ilişkilerine hakim olan soğukluktan ve zaman zaman bölgeden çekilme yönünde verdiği belirsiz ve çelişkili işaretlerden yararlandı.


Yalnız kalan İran'ın Çin'e yaklaşmaktan başka yolu olmayınca, Suudi Arabistan, aralarındaki ilişkilerin dalgalı olmasına rağmen müttefiki ABD'yi terk etmeden ittifaklarını özgün bir şekilde çeşitlendirme becerisini kanıtlamıştır.

Burada, geçen hafta 129 adet Amerikan Boeing uçağı için anlaşma yapıldığının açıklandığını belirtmek yerinde olacaktır.

Suudi Arabistan, İpek Yolu'nun akışını kolaylaştıran güvenli bir ortam yaratmak için Çin'e siyasi ve ahlaki düzeyde sorumluluk aldırmayı başardı.


Krallığın bölgeyi eşi görülmemiş gelişmiş bir düzeye taşıyacak bir ekonomik, finansal, turizm ve kültürel faaliyet alanı olarak genelde Ortadoğu ve özelde Basra Körfezi'ni istikrara kavuşturma arzusunu anlatmamıza gerek yok.

Suudi Arabistan'ın 2016 yılında 'canlı bir toplum', 'gelişmiş bir ekonomi' ve 'iddialı bir vatan' olmak üzere üç ayağa dayandırarak oluşturduğu 2030 Vizyonu projesi ve Krallığın kuzeybatısındaki sınır ötesi şehir NEOM'dan tutun, Qiddiya bölgesindeki 'en büyük' eğlence, kültür ve spor şehrine, Yeşil Ortadoğu Girişimi'ne ve Sakaka güneş enerjisi projesine kadar başlattığı benzeri projeler bu arzunun tezahüründen başka bir şey değildir.

Krallığın bu vizyonunun güvenliğe ve hatta mümkünse herkesle sorunların sıfıra indirilmesine ihtiyacı var.

Öte yandan Suudi Arabistan'ın vatandaşlarının yaşamlarına yansıyan ve 2030 Vizyonu'na ulaşılmasına katkıda bulunan devasa ekonomik projeleri de var.


İran'a gelince, 1979 devriminden bu yana siyasal, toplumsal ve yaşamsal sebeplerle bir parlayıp bir sönen halk ayaklanmalarını ateşleyen ekonomik ve mali sıkıntılara yol açan yaptırımlar ve abluka ile boğuşuyor.

Ülke ayrıca, nükleer faaliyetleri ve bölge ülkeleri ve ötesindeki istikrarsızlaştırıcı davranışları nedeniyle de uluslararası bir baskıya maruz kalıyor.

Bu davranışları, Ukrayna savaşında Rusya'nın yanında yer almasıyla Avrupa'ya müdahale etme noktasına kadar ulaştı.

İran'ın artık bir çıkışa ve soluklanmak için bir fırsata ihtiyacı var. Hele de İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine yönelik askeri operasyon tehditleri artarken.

İran kendi topraklarında bombalamalar, yangınlar ve suikastlar gibi faili meçhul olaylara tanık oldu.

Tahran, Batı'ya ve özellikle ABD'ye karşı hanesine puan yazdırma fırsatını kaçırmayacaktır.

Hiç şüphe yok ki bu anlaşma, ihtiyacı olan koruyucu şemsiyeyi oluşturmaktadır.


Ancak İran ile Suudi Arabistan'ı aynı kefeye koymanın hiçbir şekilde doğru olmadığını hatırlatmak gerek.

Nitekim İran, 40 yılı aşkın bir süredir kendisine yakınlık gösteren yerel çevreler aracılığıyla bölgede nüfuzunu genişletmektedir.

Kendisine birden fazla ülkede devlet içinde devlet haline gelen milisler oluşturmuştur.

Bazı Arap ülkelerinde sahip olduğu nüfuz gün gibi ortadadır. Suudi Arabistan ise dünyanın geri kalanı gibi normal bir ülkedir.

Dostlukları, ittifakları ve rekabetleri vardır. Tahran'a bağlı olanlar gibi silahlı yerel milisleri yoktur.

Anlaşmada devletlerin egemenliğine saygı gösterilmesi ve iç işlerine karışmama maddesi daha çok İran'a yöneliktir.

Bunun yerine getirilmesi hiç abartısız anlaşmanın başarısının mihenk taşıdır.


Anlaşmaya karşı aşırı iyimserlik bir abartıyken, karamsarlık da tarihin kapısını kapatabilir ve bu doğru olmaz.

Siyaset siyah ve beyazı kaldırmaz. Ancak objektiflik, bu anlaşmayı engelleyebilecek kasisleri saymayı gerektirir.

Bunlardan en önemli iki tanesini sayacak olursak:

Birincisi, Tahran ile Krallık arasındaki en tartışmalı dosyalardan biri olan İran'ın nükleer faaliyetlerinin geleceği ve anlaşmanın Pekin'in bunları kontrol etmesine, İran'ın devam eden uranyum zenginleştirmesini durdurmasına ve nükleer projesini şeffaf sivil hedeflerle sınırlandırmasına izin verip vermeyeceği ile ilgili.

5 Ocak 2023'te ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Washington'un nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmayı gündeminden çıkardığını ve İran ile Rusya arasındaki askeri iş birliğini engellemeye odaklanacağını duyurmuştu.

Tahran'la ilişkilerin yeniden kurulmasına yönelik anlaşmanın açıklanmasından günler önce Suudi Arabistan, bölge ülkelerinin kaygıları giderilmediği takdirde İran'la imzalanan nükleer anlaşmanın sonuçlarının kabul edilmeyeceğini bir kez daha vurgulamıştı.

Bu tutumlar, Suudi Arabistan'ın ulvi çıkarları tarafından yönetilmektedir ve ulusal güvenliğinin yanı sıra bölgesel ve uluslararası güvenliği koruma konusundaki kararlılığından kaynaklanmaktadır.

Bu yüzden, uzlaşmanın tamamlanmasıyla gelecekte tavırlarının değişmesi olası değildir. İran'a nükleer faaliyetlerini durdurması için baskı yapılması Pekin'in gündemine alınırsa bu, bölgeyi can sıkıcı durumlardan kurtaracak ve İsrail'in bölgeyi istikrarsızlaştırabilecek tepkilerine dayanak olarak kullandığı mazeretleri elinden alacaktır.

Her halükarda, İran'ın nükleer silah üretimi seviyesinin altındaki en yüksek teknik eşiğe ulaşma kararlılığına dair göstergeler varlığını koruyor.

Bu eşiğe ulaşılması durumunda bu, anlaşmayı düşürmeye ve irade, kararlılık ve imkanlara sahip Suudi Arabistan'ı da Japonya, Güney Kore ve diğerleri gibi nükleer devletler arasına sokmaya iter mi?
 


İkinci kasis, İran'ın bölge ülkelerindeki müttefik yerel çevrelerle ilişkisinin geleceği ve devrimi ve ideolojiyi ihraç etmeyi bırakıp ulusal devleti destekleme ve egemenliğine saygı duyma politikasına geçmeyi ne kadar istediğiyle ilgilidir.

İran bazı ülkelerdeki nüfuz merkezlerini rejiminin ilk savunma hattı olarak görürken bunun gerçekleşme şansı nedir?

Cevap, İran Dini Lideri Ali Hamaney'in temsil ettiği derin İran devletinin bu anlaşmayı başarıya ulaştırmak için ne kadar kararlı olduğunda gizlidir.

Krallık, farklılıkları çözmek için diplomasi ve diyalog diline öncelik vermeye her zaman özen göstermiştir.

Krallığın iyi komşuluk ilkelerine bağlılığı, bu anlaşmanın başarısı için bir fırsat oluşturmaktadır.

İran rejiminin kendisine başarılı olmak için bir fırsat vermek üzere derisini atacağı yönündeki hayali olasılığın gerçekçiliği hala sorgulamaya açıktı.

Pekin anlaşması bir gerçeklik haline gelirse bu, normalleşme yolunu ve bunun sonucunda elde edilen tüm kazanımları güçlendiren, istikrarlı ve müreffeh bir bölgesel sistem lehine olacak ve bu anlaşmanın ilk kurbanı da şiddet yanlısı aşırı sağcı İsrail hükümeti olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU