Devlet, kültür tarihi ve değişime yaklaşımlar

Dinde sükûneti yeniden sağlamak, ulus devlet tecrübesini tazelemek ve dünya ile ilişkileri düzeltmek lazım!

İllüstrasyon: Fanatic Studio

Antropologlar ve din felsefecileri din ve kültür arasındaki farklar üzerinde çalışırken, Marcel Gauchet gibi kişiler Avrupalıların dine saldırmayıp dini terk ettiğini ve dini dokunulmazlıktan vazgeçtikten sonra kültüre yönelmenin değişim sürecini büyük ölçüde kolaylaştırdığını düşündüler.

Kültüre dahil olan bazı örf, adet ve genel izlenimlerin dine benzer bir şeye dönüşmesi hesapta yoktu.

Bu, aralarında bir bağ olsa bile 'dindarlığın' dine dönüşmesinden farklıdır.

Şu anda bu meselenin konu edilmesinin nedeni, son zamanlarda birçok kişinin erken ve klasik İslam döneminde din ve devlet arasındaki eski ilişkinin zayıflığından tekrar tekrar bahsetmesidir.

Buna delil olarak Hz. Muhammed'in şu hadisini getiriyorlar:

Hilafet benden sonra 30 sene sürecek, ondan sonra ısırıcı saltanat şeklini alacaktır!


Bu düşünce devam etti ve neredeyse mutlak bir inanca dönüştü. Modern zamanlarda birçok oryantalist tarafından desteklendi ve daha sonra sahve (uyanış) yanlıları ve köktendinciler arasında bir inanç haline geldi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sonuç, tıpkı Yunanlıların ve İranlıların Emevi ve Abbasi devletlerinin gelenekleri ve bürokrasileri üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu gibi, ulus devlete ve Batı'nın kültürel istilasına karşı bu şiddetli kampanya başlatıldı.

Emevilerin İslam'a en az muhalifleri kadar bağlı oldukları benim için net bir şey (zira tezimde Emevilere karşı bazı isyancılar üzerinde çalıştım).

Emeviler Peygamber ailesinden ve emsal ehlinden değillerdi. Bu cihetle her halükârda İslam'a güvendiler ve fetihlerle ve cihatla bir imparatorluk kurmaya çalıştılar. Bu yüzden Emeviler din ve dini yaşama karşı ilgisiz insanlar değillerdi.

Özellikle Peygamberimizin (sav) amcası Abbas bin Abdulmuttalib'in torunları olduğu göz önünde bulundurulmakla birlikte, Abbasiler başa geçince de bu durum değişmedi.

İki tür meşruiyet vardır: kuruluşun meşruiyeti ve çıkarların meşruiyeti.

Kuruluşun meşruiyeti üç unsura dayanmaktadır: din, vatan ve otorite birliği.

Çıkarlara gelince, bu, adalet değerleri ve uygulamaları çerçevesinde kamu işlerinin iyi yönetilmesi ile ilgilidir.

Devletin meşruluğu aynı zamanda bilim insanlarının meşruluğu demektir. Bu nedenle bilim insanları yetkililerle kavga etmezler.

Tüm grupların mevcut otorite ile olan anlaşmazlığı, üzerinde farklı düşünülmesinin devlete tehdit oluşturmadığı çıkarlar kapsamına girmekte ve silahlı çatışma olsa da uzlaşma ile sonuçlanmaktadır.

Bu kadim bir tarihtir ve alimler bugün köktendincilerin onları tasvir ettiği gibi ne ihtilalci ne de otoritenin kölesiydiler.

Ancak yetkililerin dinin karşısında durduğu izlenimi çağlar boyunca devam etti ve modern zamanlarda güçlü bir belit olarak tekrar gün yüzüne çıktı.

Böylece tıpkı geçmişte radikal isyancıların devleti yönetirken rakiplerine yaptıkları gibi Sahve yanlıları da ulus devleti (batılılaşmış) şeytanlaştırdılar.

Peki bütün bunların anlamı ne?

Anlamı, din ve devlet ilişkisinin tarihsel imajını düzeltmekle sınırlı kalmayıp -ki bu her halükârda riskli bir şey-, başka bir dünya görüşü kapsamında doktrin tarihinden kültürel tarihe geçilmesiyle ilgilidir.

Bu, başlangıç açısından Bizans, Pers, Yunan ve Süryani unsurların tarihe ve medeniyete girişi gerçeğine ve klasik Arap ve İslam kültüründe yenilik yanlısı, sıkı sıkıya bağlantılı entelektüel akımların varlığına açık olmayı gerektiriyor.

Modern zamanların tanık olduğu radikalizme yol açan dar görüşlülük ve içe kapanma, bin yıllık gerileme olgusunun ve karanlığı ile Avrupa Orta Çağı'na benzeyen İslami Orta Çağ fikrinin temellerini oluşturmaktadır.

Dolayısıyla nasıl Avrupalılar Orta Çağ'dan çıktıysa, Müslümanlar da aynı şekilde Orta Çağ dönemlerinden çıkmalıdır!

Burada kastedilen şey, ilerlemenin önünde bir engel olduğu için din ile devletin birbirinden ayrılmasıdır.

21'inci yüzyılın başında Ferah Antun'un Şeyh Muhammed Abduh'dan istediği şey buydu.

Muhammed Abduh da kendisine, İslam'da yönetimin sivil olduğunu, başka bir deyişle devletin din ile yönetilmediğini ve dolayısıyla aralarında iktidar mücadelesine gerek olmadığını söylemişti!

Ancak, 21'inci yüzyılın ikinci yarısında mükemmel sistem ve yönetişim fikirleri ortaya çıktığında yaşanan şey tam da buydu.

Modernistler, yabancılar ve Araplar, gerileme dönemi araştırmalarını takip etmeye devam ederken, mirasın reddedilmesi veya ondan kurtulunması da dahil olmak üzere gerileme döneminden çıkmak için çeşitli yöntemler önerdiler.

Gerileme ile ilgili aynı fikir (ancak burada sebep hak dinden uzaklaşma) Batı merkezli kültür istilasıyla mücadele eden ve her yabancı şey karşısında gerçekliğe sarılmak isteyen İslamcılar ve Sahve yanlıları arasında da ortaya çıktı!

Bunun, birinci ve ikinci deneyiminde ulus devlet üzerinde olumsuz etkileri olmuştur.
 


Kültür tarihi yolunun izlenmesinin faydalarından biri de medeniyetin devamlılığı ve eğilimleri arasında tam bir mutabakat olmasa da aralarında hiçbir kopukluk olmayan akımlarının çeşitliliğidir.

Eğilimleri arasında tam bir mutabakat yaygın olmasa da İslam kültürü benlik ve karşılıklı bağımlılık açısından oldukça büyük bir ağ idi.

En nihayetinde büyük bir medeniyet yozlaşmadan gelişti; içinde şu ya da bu tarafın iddia ettiği gibi gerilemeler oldu ve bu medeniyet ancak 18'İnci yüzyıldan sonra işgale boyun eğdi.

Bugün ulus devlet konusunda büyük bir tartışma yaşanıyor ve bazı Arap ülkelerinde ulus devlet tecrübesi yenileniyor.

Ama Doğu'dan ve Batı'dan kopmanın savunucularından bazıları yalnızlık ve bireyselliği; kimileri de özgünlük, soyluluk ve kutsallığı arıyor!

Bunlara, tıpkı Sahve yanlılarının Batı kültürünü hedef almak istemesi gibi, İslami mirastan kopmak isteyen kıdemli Arap entelektüeller karşı çıkıyor.

Tabii ki, kitlesel şiddetin ardından beklentilerde büyük bir düşüş oldu. Bu zıt düşünceler teorik bir konuşma haline geldi.

Bir yandan mükemmel sistem, diğer yandan yabancılaşma üzerine on binlerce sayfa yazıldı.


Ancak eskiden beri süregelen din-devlet kavgası hakkındaki hâkim olan düşünce üzerindeki etkisi elbette devam etmektedir.

Bir yandan Arap aydınları saf laik parlaklığın hiç bitmemesini istiyor! Sahve yanlıları ve cihatçılar, metinlerden ve tarihsel gerçeklerden mükemmel sistemin göstergesi olduğunu düşündüklerini şeyleri seçerken; İslamcılardaki 'karmaşıklık' devam ettiği için insanların umut ve beklentileri dinlenmediği sürece bir tercihte bulunmak anlamsızdır.

Siyasi sistemin korunması için bir ideoloji olmasına ihtiyacımız yok. Bugün dünyada devlet üzerindeki gördüğümüz çatışmalar, bunun için korkmak yerine endişelenmemiz için yeterlidir.

Bunu her zaman söylemeye çalıştım; dinde sükûneti yeniden sağlamak, ulus devlet tecrübesini tazelemek ve dünya ile ilişkileri düzeltmek lazım!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU