Türkiye'de eğitimin iyileştirilemeyen 10 yönü: Neden istenilen seviyeye gelinemiyor?

"Niceliğe boğulan eğitimde nitelik mumla aranıyor" diyen Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu milli eğitim sisteminde iyileştirilemeyen 10 başlığı Independent Türkçe için anlattı

İlk ve ortaöğretim kurumlarında 19 milyonu aşkın öğrenci ve 1 milyon üzerinde öğretmenin bulunduğu eğitim sistemi; resmî rapor ve istatistiklere göre birçok sorunu da bünyesinde barındırıyor. 

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) eğitim endeksine de yansıyan çarpıcı veriler, "Türkiye'de eğitim sistemi neden istenilen seviyeye ulaşamıyor?" sorusunu da beraberinde getiriyor.

Bakan değişiklikleri ile de gündeme gelen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yeni politikalar geliştirilmesine rağmen, uzmanlar özellikle "nitelik" konusunda uyarıda bulunuyor.

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, fırsat eşitsizliğinden kaynakların kullanılmasına kadar eğitim sisteminin iyileştirilemeyen yönlerini Independent Türkçe için sıraladı:
 

Türk Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu.jpg
Türk Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu

 

1- Eğitim politikalarının sürdürülebilir olmaması: Ulusal bir eğitim politikamız yok. Bakandan bakana, Yükseköğretim Kurumu (YÖK) başkanından YÖK başkanına değişen eğitim sistemi dikiş tutmuyor. Türkiye'nin acilen ulusal bir eğitim politikasına ihtiyacı var.

Ülkeleri ayakta tutan ve ileriye taşıyan yegâne alan eğitim ise onu siyaset üstü bir yaklaşımla ele almamız gerekiyor.

Eğitimde sil-baştan mantığı bırakılmalı, yönetim değişikliğiyle birlikte değişmeyecek, uzun soluklu uygulamalar hayata geçirilmeli.

 
2- Sınavlar: Okullar sınavlara giriş bileti veren binalar oldu. Sınavlar eğitim sisteminin en büyük sorunu.

Türkiye'de okul, bilgi vermenin yanı sıra yaşam becerisi kazandıran en önemli kurum olmaktan çıkarak, sınavlara giriş için gerekli olan belgenin alınacağı bir binaya dönüştü.

O nedenle okulu kıymetli yapmadığımız hiçbir sistemden verim bekleyemeyiz.

Geldiğimiz süreçte sınavlar, eğitim-öğretim sürecinin olağan bir parçası olmanın ötesine geçti; tüm eğitim sisteminin amacı bir sıralama sınavına hapsedildi.

Yani "sınav için eğitim" anlayışı tüm sistemi esir aldı. O nedenle bugün pek çok liseli okulda vakit kaybetmemek ve sınavlara hazırlanmak için kaydını açık liseye alıyor.

Unutulmamalı ki sınav sistemi, aileler için hem maddi hem manevi büyük bir külfet haline geldi. 

 
3- Fırsat eşitsizliği/eğitimde adalet ya da adaletli eğitim: Fırsat eşitliğini, eğitimde adalet ya da adaletli eğitimde aramalıyız.

Anayasa'mızda belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her çocuğun eşit eğitim hakkı olmalı.

Ancak, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde geleceği sınavlara bağlanan çocuklar için adil bir eğitim sürecinden bahsetmek mümkün değil. Bu farkı size birkaç örnekle açıklayayım.

Öğrencilerin Liselere Geçiş Sistemi'nde (LGS) başarıları ile en güçlü ilişkiye sahip değişkenlerden biri okulun ve öğrencinin sosyo-ekonomik düzeyidir.

LGS'de anne-babasının eğitim düzeyi ilkokul olan öğrenci ile anne-babasının eğitim düzeyi lisansüstü eğitim olan öğrenci arasında 120 puan fark var.

Ülkeler arası değerlendirmelerde de en başarılı öğrencilerimiz sosyo-ekonomik olarak avantajlı olan ailelerin çocukları.

Türkiye, 43 ülke arasında PISA'da en iyi performans gösteren öğrencilerinin daha çok sosyo-ekonomik olarak iyi ailelerin çocukları oldukları görülüyor.

Türkiye'de en düşük ve en yüksek başarı ortalamalarına sahip bölgeler arasındaki başarı farkı, aynı sınıf seviyesindeki öğrenciler için neredeyse 3 yıllık öğrenme sürecine karşılık geliyor.

 
4- Eğitimin niteliği: Niceliğe boğulan eğitimde nitelik mumla aranıyor. Türkiye'de eğitim sistemi nicelik salgınına yakalandı.

Yıllardır virüsü engellemek için aşı çalışmaları yapılıyor ama henüz sonuç alınamadı.

Nicel ile nitel arasındaki anlam farkını çözdüğümüzde eğitimde yol almaya başlayacağız.

Olumlu gelişmeler yok mu? Elbette var, son yıllarda okullaşma oranları, sınıf mevcutları gibi konularda nicelik açısından önemli mesafeler kat edildi.

Ancak nitelik için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün görünmüyor.

Örneğin; İlkokulu bitirmiş yaklaşık yedi çocuktan biri okuduğu basit bir metni dahi anlayamıyor.

12 yıllık zorunlu eğitimi tamamlayan bir öğrenci ancak 9 yıl eğitim almış kadar öğrenme düzeyine sahip olabiliyor.

İlkokul ve ortaokulda haftada 5 saat matematik dersi verilmesine rağmen 2022 LGS'ye giren yaklaşık 85 bin öğrenci bir soruyu dahi doğru yanıtlayamıyor.

2022 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) Temel Yeterlilik Testi'nde (TYT) tek bir neti olmayan aday sayısı yaklaşık 97 bin.

 
5- Temel becerilerin kazandırılamaması: Öğrenciler okuduğunu anlamıyor, dört işlem yapamıyor.

Türkiye'de temel eğitimi bitirmesine rağmen okuduğunu anlamayan, dört işlem becerisi dahi kazanamamış öğrencilerin oranları azımsanmayacak düzeyde.

Öyle ki, ilkokulu bitirmiş yaklaşık yedi çocuktan biri okuduğu basit bir metni anlayamıyor.

Oysa son yıllarda uluslararası değerlendirme çalışmalarındaki başarılarıyla dikkat çeken Singapur, Kore, Japonya, Avusturya gibi ülkelerdeki öğrencilerin neredeyse tamamı temel yeterlik düzeyinin üzerinde performans gösteriyor.

En basit ifadeyle bu ülkelerdeki eğitim sistemleri, öğrencilerin içine doğdukları koşullardan bağımsız olarak onlara hayat boyu öğrenme fırsatları için gereken eğitim temelinin atılmasını sağlıyor.

Bizde ise çocukların yüzde 37'si matematikte, yüzde 26'sı okumada, yüzde 25'i fende temel becerilere dahi sahip değil.


6- Eğitimin istihdama geçişe hizmet etmemesi: Gençler, okulun geleceğe katkısına şüpheyle bakıyor. Üniversiteler işsizliği ertelemek için bir yola dönüştü.

Yüzlerce üniversite var ama genç yetişkinler işsiz, işverenler ise mezunların niteliğinden şikayetçi.

OECD raporuna göre Türkiye, hem yükseköğretim mezunlarının hem de ortaöğretim mezunlarının istihdam oranlarının en düşük olduğu OECD ülkesi.

25-64 yaş aralığındaki ortaöğretim mezunu dâhi olmayanların istihdam oranı yüzde 50, ortaöğretim mezunlarının istihdam oranı yüzde 59, yükseköğretim mezunlarının istihdam oranı yüzde 72.

Türkiye'de eğitim düzeyinin artması, işsizliğin azalması yönünde beklenen katkıyı dahi sunmuyor.

Türkiye'de yükseköğretim mezunlarının işsizlik oranları ile daha alt düzeyde eğitim almış olanların işsizlik oranları arasında önemli farklılıklar bulunmuyor.

25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinler arasında ortaöğretim mezunu dâhi olmayanlar içinde işsiz olanların oranı yüzde 14, ortaöğretim mezunu olanların içinde işsiz olanların oranı yüzde 13 ve yükseköğretim mezunu olanların içinde işsiz olanların oranı ise yüzde 14 düzeyinde.

Türkiye'de, 18-24 yaş aralığındaki nüfusun yarısından fazlası (yüzde 59,9) eğitimde değil.

Bu yaş grubunda eğitim sisteminin dışına çıkmış gençlerin nerede olduğuna bakıldığında ise yarısından (yüzde 27,7) daha azının istihdamda olduğu görülüyor; geri kalan kısmının (yüzde 32,2) ise ya işsiz olduğu ya da çalışmadığı ve iş aramadığı sonucuna ulaşılıyor. 

 
7- Öğretmenin sistemdeki konumu-itibarı: Öğretmene atfedilen değer branşından çıkan soru sayısıyla doğru orantılı. Yıllar içinde bilgiye ulaşmanın yöntemleri değişti.

Eğitim sistemimiz ise ne yazık ki bu hıza ayak uyduramadı ve öğretmenliğin toplumsal statüsü değişti.

Bugün öğretmenlik mesleği teknik sınav hazırlayıcılığı ve mekanik bilgi aktarıcılığına indirgendi.

Öğretmenlere atfedilen değer ne yazık ki branşlarından çıkan soru sayısıyla doğrudan ilişkili hale geldi.

Öğretmenler kısa zamanda daha çok içeriğin aktarılabileceği öğretim yöntemlerine yönelmek zorunda kalıyor, öğrenciler için bilgiyi anlamlandırmak ve öğrenmekten keyif almak geri plana atılıyor.

Öğretmenlik mesleğinin statüsünün ve itibarının yeniden tesis edilmesine ihtiyaç var.


8- Kaynakların verimli kullanılamaması: Kaynak var. Çıktı nerede? Türkiye'de her yıl merkezi bütçeden aslan payı eğitime ayrılır.

Ancak eğitime yapılan harcamaların pozitif ekonomik çıktılar sağlaması, eğitimin nitelikli insan kapasitesini artırma gücüne ve kaynakların etkin kullanımına bağlı.

Bütçeden en yüksek pay eğitime ayrılsa bile, neredeyse yarım milyon öğrenci hala 50 kişilik sınıflarda eğitim görüyor.

18-24 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 62'si eğitimden ayrılıyor. Yükseköğretim mezunu her 4 gençten 1'i iş bulamıyor.

Her 3 gençten 1'i ne eğitimde ne istihdamda. Öğrenci başına yapılan eğitim harcamaları OECD ortalamasının yarısından daha az.

Hane halkının yüklendiği eğitim maliyeti OECD ortalamasından iki kat fazla.

Bu göstergelerle eğitim sistemimizde kaynakların verimli kullanılabildiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil.

 
9- Öğretmen yetiştirme süreçlerinin çağın ihtiyaçlarıyla uyumlu olmaması: Eğitim fakültelerine dikkat. Eğitim fakültelerinin geleceğe uygun bir programlamaya ihtiyacı bulunuyor.

21'inci yüzyıl Türkiye'sinde "Nasıl bir öğretmen yetiştirmek istiyoruz?" sorusunun cevabı net olarak ortaya konmuş değil.

Bu da etkili öğretmen yetiştirme modelinin oluşturulmasının önünde büyük engel teşkil ediyor.

Bu sebeple, Türkiye'de hem uluslararası eğitim politika önerilerini hem de ulusal ihtiyaçları göz önünde bulundurarak oluşturulmuş öğretmen yetiştirme programlarından söz edemiyoruz.

 
10- İkili eğitimin sonlandırılamaması: Fırsat eşitliği bağlamında okullar arası altyapı ve imkân farklılıklarının giderilmesi ve her çocuğun hak ettiği nitelikli eğitimi alabilmesi için ikili eğitimin tamamen sonlandırılması artık bir tercihten ziyade zorunluluk haline geldi.

2021 yılı itibarıyla ikili eğitimde okuyan ilkokul öğrencilerinin oranı yüzde 37,3, ortaokul öğrencilerinin oranı yüzde 27,6 ve lise öğrencilerinin oranı ise yüzde 4,2. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU