Irak'ta Sünni, Şii ve Kürt Okulu (2)

Hüseyin Siyabend Aytemur Independent Türkçe için yazdı

Bu üç okul arasındaki özeliklerin yanında -ki bu özelliklerin bazıları her üç okulda da cevheri olarak göze çarpıyor- mülahaza edildiği gibi, 1926-1956 yılları arasındaki süre içinde her üç okulda objektif bir yakınlaşma meydana geldi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu yakınlaşma krallık rejimi ve Batı ittifakının doğrudan kendine düşman yaptığı ulusal hareketten destek aldı.

Millet hiçbir zaman krallık rejimi ile Batı arasındaki ittifakı desteklemedi.

Her üç okul da bir değişiklik olması ya da Batı'yla ittifakın kalmaması durumunda, amaçlarının ya da bu amaçlardan bazılarının daha iyi elde edileceğini düşünüyordu. 

En az iki örnekte, her üç okulun da ideolojik yapılarının devlet siyasetindeki etkisi açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.

1958'de krallık rejiminin yıkılmasından sonra, üç üyeden oluşan bir başkanlık konseyi kuruldu.

Bu konseyin üç üyesi Kürt, Şii ve Sünni olmak üzere üç oluşumdan seçilmişti.

27 Temmuz geçici anayasasında üç okulun da ulaşmak istedikleri başlıca amaçlar vardı. 


Bu anayasanın ikinci maddesi, Irak'ı Arap âleminin bir parçası saymıştı. Bu da tam olarak Sünni okulun önemli prensiplerinden biriydi.

Bu, Sünni Okulu'nun siyasi yönelimlerini yansıtan tek madde değildi. Bu anayasada başka noktalar da vardı.

Bunlardan en önemlisi 16'ncı maddeydi ki bu madde devletin kutsallığını koruma konusunda güçlü bir vurguda bulunuyordu. 17'nci madde ise orduya siyasi bir rol veriyordu.

3'üncü madde Kürtlerin ve Arapların ulusal ortaklığını ifade ediyordu. Bunda da Kürt okulunun etkisi görülüyor.

Her ne kadar 12'nci madde dini özgürlüklerin korunması meselesi için olsa da bu madde de dini tören (ritual) kelimesi kasıtlı olarak kullanılmıştı. Bu da Şii okulun isteklerinden birine cevaptır.

9'uncu madde, genel bir prensip olarak her üç okul için eşitlik temin etmişti. 

Ancak bu süre içinde üç okul arasında meydana gelen yakınlaşmanın devamlılığı kalmadı. Sonraki yıllarda bu üç okul arasındaki ilişkilerde soğuma oldu.

Önceki Irak'ta iki önemli prensip bu üç okul arasındaki ilişkileri bozdu. Bunlar da merkeziyetçilik ve devletin kutsallığı prensipleriydi. 

Bu iki prensibin, üç okul arasındaki sıkı ilişkiler nedeniyle bir prensipte toplanması da mümkündür.

Devlet kendi merkeziyetçiliği konusunda kolaylık sağlamadığında, yani devlet kendi vatandaşlarıyla dostça ilişkilerinin olmasını istemediğinde, merkeziyetçilik prensibi etnik, dini ve dil yapısı konusunda çeşitlilik barındıran ülkeler için uygun değildir. 

Çünkü eğer merkez ile bölgeler arasında dengeli olmayan ilişkiler olursa, bu durumda merkeziyetçilik prensibi de tutmaz.

Irak'ın eski tarihi Sümer devletçikleri döneminden başlar. Yani o dönemde merkeziyetçilik için hiçbir ihtiyaç olmamıştır.  

Daha sonra Babil'de, Aşur'da, Güney'de ve Kürtlerin yerleşik oldukları ve kendi kendilerini yönettikleri dağlık bölgelerden çıkan topluluklar, önceki Iraklıların kendi özelliklerini koruduklarını gösteriyor.

Yeni tarihte şu mülahazada bulunulabilir ki Osmanlılar bazı durumların dışında Iraklıları merkeziyetçi tek devlet otoritesinin kontrolü altına alamadı. 

Merkeziyetçi sistemin en kötü özelliği güce dayanmasıydı. Önceki Irak, güçle Irak'ın ulusal (toprak) birliğinin korunabileceğini düşünen bir teorinin propagandasını yapıyordu.

Çünkü bölgesellik isteğinin yerine getirilmesi, merkeziyetçi görevlerini yürütemeyecek etkisiz ve kapasitesiz bir devletle sonuçlanabilirdi.

Bu da sırasıyla, laik tarzda devletin kutsallığını korumayı ortaya çıkardı. 


Daha sonra, egemen olan siyasi nesil ile devlet arasında meydana gelen birlik, egemen olan siyasi neslin kendisini devletin istek ve arzularının temsilcisi olarak görmesini beraberinde getirdi.

Bu da en baştan, önceki Irak'ın siyasetlerinin gerçekçi olmadığını gösteriyordu.

1958'e kadar, yani Irak, Batı ve İran arasındaki ilişkilerde hatırı sayılır bir ilerleme ve gelişmenin olduğu döneme kadar, çoğu defa Kürtler ulusal haklarını talep ettiklerinde komünist sempatizanı ve destekçileri olarak adlandırılırken Şiilerin İran'la kurdukları ilişkilerden ise çok nadir bahsediliyordu. 

1958'den sonra, yani Irak'ın batının kampından çıktığı ve sol eğilimli bir siyaset takip ettiği yıl, Irak'ın İran ve Batı ile ilişkilerinin bozulmasından dolayı, Kürtlerin planlarını Batı'yla ve Şiilerin ise planlarını İran'la kurduğu teorisi revaç kazandı. 

Bu durum, devletin vatandaşlarına şüpheyle bakmasına neden oldu. Bunun yanında egemen olan siyasi nesil, siyasetlerine ve devlete yönelik eleştirileri ayıramaz durumu geldi.

Bu karmakarışık bakış açısı, devletin kendi vatandaşıyla yüz yüze gelmesine neden oldu. 


Irak, uygun bir yol bulmak ve sorunları çözmek için bazı girişimlerde bulunmakla beraber, devletin çözüm çabaları ile sorunların büyüklüğü aynı ölçüde değillerdi.

1931'de, her ne kadar da yerel dil kanununun çıkarılması yoluyla Kürtler ile devlet arasında var olan soğukluğun sona erdirilmesi amaçlandıysa da bu başarılı olmadı.

Kanunun uygulanması yolunun ve şeklinin önündeki eksiklikler, Kürtlerin devletle ilişkilerini düzeltmesi için ortaya çıkan fırsatın önünde engel oldu. 

1958'de, geçici anayasada bulunan ortaklık kavramı sadece bir başkanlık konseyini beraberinde getirdi.

1963-1966 yıllarında, Irak'ta gayr-ı merkeziyetçiliğin uygulanmasına yönelik projeler tutmadı ve vilayetler kanunu da vilayetlere talep edilen yetkileri vermedi.

Açıktır ki bu çabaların tutmamasının sebebi, devletin sorunun özünü dikkatli bir şekilde araştırmaması ve şekli olmada ısrarlı olmasıydı.

Böyle sorunlar devam etti. Çünkü şekilsel çözüm çabaları büyük sorunlar için çözüm bulamadı. 

Irak tecrübesi, çözümün sadece niyet ve lafız prestlikle olmayacağını ve eğer sorunun özüne yaklaşmazsa çabanın sadece tutmamış bir adım olarak kalacağını ortaya çıkardı. 

Önceleri, Irak'ın en büyük sorunlarından biri, devletin 3 okul arasında yaşanan gerilimleri azaltacak şekilde vatandaşların özgür seçimi olabilecek genel bir standart ve ortaklığın ifadesini temsil edemiyor oluşudur.

Bilakis Irak cephesi sorunların kaynağı ve bir parçası olmasıydı. 


3 okul ve bunun için ortaya konan çözüm yolları da birbirine karıştırıldı.

Sosyal, siyasal ve ekonomik eşitlik, destek gören önemli adımlar olmalı.

Vatandaşlık ve demokrasi tek başlarına istikrarı sağlayamazlar ve koruyamazlar da.

Bu da, eşitlik, ortaklık, haklar için kanun koymak gibi prensiplere önem verilmesini gerektiriyordu ama artık derinleşen sorunlar bunu mümkün kılmıyor. 

Öyle sanıyorum ki merkeziyetçi, sade ve birleşik devlet olarak, bu devletlerin obsesyonu, hâkim bir ulus devleti (Nation-State) ortaya çıkarmak istemek de mümkün mü? Bu da bu ülkelerin çok uluslu yapısına ters.

Bu çaba, hâkim ulusun kimliğinin diğer bütün unsurlara dayatılması, diğerlerini inkâr etme ve ortadan kaldırma çabasıydı.

Ki, Kürtler, burada, hedef olan taraftı. Kürt sorunu için tek çözüm yolu Irak'ın 3 ayrı yapıya dönüşmesidir. 

Ancak Kürt sorunu karşısındaki geri kalmışlık, şu ana kadar da, hem bu devletlere hem de Kürtlere büyük bir acı ve elem verdi.

Kürt Okulu, Kürt sorununun Irak bağlamında, çözüm sürecine dair en iyi cevabı referandum ile vermiştir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU