Sadece seçimi kazanmak, parlamenter sistemi "güçlendirir" mi?

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Reprodução

İktidar CHP'yi karşısına alarak, her popülist hareketin yaptığı gibi, toplumu çoğulculuk yerine iki seçenek arasında sürekli hâle gelmiş seçim kılıflı referandumlara mahkum edip başkanlık sisteminin 50+1'lik konforuna dayanarak iktidarını sürekli kılmayı ve Türkiye'yi Putinvari bir hibrit rejime evirmeyi planlamıştı.

İktidar, MHP'nin de yanında konumlandığı bir denklemde, sağdaki tek aktör hâline gelerek bu rejimi sürdürülebilir kılacağından emindi. 

Ancak bu noktada iktidarın planını bozan birtakım gelişmeler yaşandı. Ayrıca bunlar, muhalefetin etkisi olmayan tesadüfi gelişmeler değil, aksine iradi bir karşı ataktı.

Referandumda başlayan muhalif işbirliği, Kılıçdaroğlu tarafından sürdürülebilir kılındı ve bu süreç altılı masaya kadar uzandı. 


Peki, altılı masa bize bugüne kadar ne vadetti?

Bugüne kadar vadedilen somutlaşmış tek çıktı güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS).


Peki, GPS Türkiye'ye ne vadediyor?

Her şeyden önce altılı masanın ruhuna ve Kılıçdaroğlu'nun "helalleşme" çağrısına uygun biçimde demokrasimizi yeniden ayağa kaldırmak için bir diyalog ve iletişim zemini vadediyor.


Bu nokta bizi, yalnızca iletişim ve diyalog zeminiyle demokrasinin yeniden inşa edilip edilemeyeceği sorusuyla muhatap kılıyor.

Elbette muhalefetin Türkiye'ye farklı bir diyalog zemini sağlaması ve ortaklıklarını artırması seçimlerin kazanılması için toplumsal umudu yeşertti.

Ancak Türkiye'nin demokratikleşmesi, seçimlerin kazanılmasının mutlak sonucu değil, yalnızca bunun için bir önkoşul.

Belki de burada Cumhuriyetçi kimliği ve bu konuda yapılan felsefi tartışmaları hatırlatmak yerinde olacaktır. 


Maurizio Viroli, Cumhuriyetçi yurtseverliğin yurttaşları bireysel olanın yerine kamusal iyiye yönlendiren temel dürtü olduğundan söz eder ve bu erdemin kaybolduğu, bireysel iyinin kamusal iyiyi boğduğu bir düzende yurttaşın edilgenleştirilmesine, bunun da demokratik cumhuriyetin yok olmasına sebep olduğunu söyler.

Bu kuramı Türkiye ölçeğinde değerlendirecek olursak, bireysel iyinin kamusal iyiyi ikame ettiği ANAP'ın "Benim memurum işini bilir" ve AK Parti'nin "Çalıyorlar ama çalışıyorlar" düzenlerinde nepotizmin ve klientalist ilişkilerin zirveye varması ve yurttaşların edilgenleşerek demokratik cumhuriyetin de tedricen ortadan kalkmasının basit bir tesadüften ibaret olmadığını anlayabiliriz.

Daha vulgar bir ifadeyle, bireysel iyinin kamusal iyiyi bastırmasıyla ulus bilincini yitirmemiz arasında bir korelasyon var.


Peki, bu yurttaşlığı ortaya çıkaran şey ne?

Elbette demokrasinin olmazsa olmazı olan aleniyet ya da şeffaflık ve yurttaşlar arasındaki simetrik bilgilenme.

Tam bu noktada Habermas, liberal kamunun girdiği krizi yüksek tondan dillendirir.

O, bu krizin, hem tüketim çılgınlığının diğer kamusal talepleri yutmasından hem de kitle iletişim araçlarının şeffaflığın bir aracı olmasından çıkarak, toplumu şekillendirmeye dönük bir mücadele alanına dönüşmesinden kaynaklı olarak doğduğunu vurgular.

O, bu krizi aşmanın yolunu, makuliyet, meşruiyet, insan hakları, hukuk ve bunları teminat altına alacak olan kurumsal teminatın sonucunda yeniden doğacak olan iletişimsel akıl olarak görür.

Yani, Habermas'ın düşünceleri muhalefetin verili hâliyle bağdaşmaktadır. Ancak bu, hem Habermas'ın kuramının hem de muhalefetin eksik yönünü ortaya koyar niteliktedir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çünkü Türkiye, Habermas'ın yukarıda bahsettiği önkoşulları sağlayan demokratik bir ülke olmaktan bugünlere geldi.

Habermas'ın da muhalefetin de gözden kaçırdığı ya da politik bir tercihle görmezden geldiği gerçek, iletişimi de diyaloğu da tıpkı yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi kapitalizmden ayırmanın mümkün olmadığıdır.

Yani, Türkiye'de demokrasinin ortadan kalkmasının sebebi, Habermas'ın önkoşullarının Türkiye'de olmaması değil, aksine politik bir tercih yapan ve tüm bunların ortadan kalktığı bir düzende servetine servet katmak isteyen burjuvazinin kaynaklarını mevcut iktidar lehine seferber etmesidir. 


Bourdieu'nun Habermas'a getirdiği eleştiriden yola çıkarsak, demokrasilerde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağını düşündüğü, etkiden azade ideal konuşma durumunun da aslında manipüle edildiği gerçeğidir.

Yani, güçlü ve egemen olan sınıf, elinde bulundurduğu hegemonya araçlarını kullanarak bu kamusal tartışma zeminini kendi lehine zehirleme ve manipüle etme eğiliminde olacaktır. 

Bunu ortadan kaldırmanın yolu, halk lehine dönüşüm yapmanın kaçınılmaz olarak birilerinin aleyhine işleyecek bir süreç olduğu gerçeğini kabul etmekten geçer.

Yani, bir yandan tamamiyle emekçinin sırtına yıkılan vergi yükünü sermayedarın sırtına yıkan, emekçileri sermaye karşısında güçlendirmek için hem örgütlenme haklarını tanıyıp hem de işyerlerinin yönetiminde belli oranda bir temsil sağlayan, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını ortadan kaldıran, haksız kazanç ve kamu kredileriyle fonlanarak alınmış kanalları kamulaştırıp yalnızca siyasi partilere değil, toplumun emekçi gruplarına da kamusal tartışmalarda yer veren bir düzenden… 


Altılı masanın Türkiye'yi kalıcı olarak demokratikleştirip, Cumhuriyetçi yurtseverliği yeniden örmesinin yolu budur.

Aksi durum, GPS'ye geçilse ve muhalefet tüm vaatlerini yerine getirse dahi Türkiye'nin kısa sürede demokrasiyle ilişkisi mevcut cumhurbaşkanından daha da mesafeli birinin elinde kalmasıyla sonuçlanabilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU