AKP'nin Suriye açılımı sıkışmışlık sonucudur; plansızdır, seçime endeksli ve günü kurtarmaya yöneliktir. (1)

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP (Arşiv)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, esas olarak Suriye’nin kuzeydoğusunda siyasi ve askeri varlık gösteren PYD ile onun silahlı kanadı Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) ortadan kaldırmaya ciddi biçimde niyetlidir. 

Erdoğan’a göre;  “güney sınırlarımızda terör koridoru” konusu Türkiye için milli beka (varoluş) sorunudur.  Dolayısıyla Türkiye’deki Kürtlerle biyolojik ve siyasi akrabalıkları bulunan PYD-YPG ve SDG ile “komşu olmaya” şiddetle karşıdır.  

2016-2017 Fırat Kalkanı ve 2018 Zeytin Dalı, 2019 Barış Pınarı isimli üç büyük askeri operasyon yoluyla Suriye’deki iç savaşa müdahale etmiş oldu. Son ikisi tümüyle oradaki Kürt siyasi-askeri hareketini imha etmeye yönelikti. 

Büyük ölçüde hedefine ulaşan Türkiye, başta ABD ve Rusya olmak üzere bazı devletlerin (İran, Suriye, Arap Birliği, Avrupa vs) devreye girmesiyle planlanan imha tam gerçekleşemedi. 

Rusya-Ukrayna savaşının değiştirdiği jeopolitik dengeler yüzünden Türkiye, Batılı ülkeler ile Rusya nezdinde yeniden belli bir itibar kazandı. 

Bunu fırsat bilen Erdoğan, Madrid NATO Zirvesi (Haziran 2022), Tahran üçlü buluşması (Temmuz 2022) ve Soçi Zirvesi (Ağustos 2022) sürecinde Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt hareketini 30 km. derinliğe kadar püskürtme amaçlı operasyon hususunu görüştü.  (1) 

Beklenti boşa çıktı; Önce ABD Başkanı Joe Biden, kesin bir dille teklifi reddetti. Putin ile A. Hameney-İbrahim Reisi, basına yansıyandan daha sert bir karşı tavır aldılar, Soçi’deki görüşmede ise Putin, bu meselenin bizzat Erdoğan ile Beşşar Esat arasında diyalog yoluyla çözülmesini önerdi. Muhtemel operasyonların Şam yönetimiyle koordineli ve anlaşmalı tarzda organize edilmesini tavsiye etti. 

Bu arada Türkiye, savaş uçaklarını yasaklı olan Suriye hava sahasının dışında havalandırarak YPG-SDG karargâhlarını, mevzilerini ve hatta bazı sivil yerleşim yerlerini (bahsedilen Kürt hareketinin bazı sorumlularını da tasfiye etmek maksadıyla) bombalıyor. 

Zaman zaman insansız hava aracı olan İHA, SİHA ve uzun menzilli toplarla vur-kaç yahut misilleme kabilinden vuruyor. 

Sivil insanlar ve yerleşim yerleri de bu bombardımandan nasibini aldı; ciddi biçimde can ve mal kaybı söz konusudur. 

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ile Suriye arasında yakınlaşmaya dair açıklamalar yaptı. Bu arada ilginç bir diplomatik taktikle, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile bir yıl önce Belgrad’daki Tarafsız Ülkeler toplantısında ayaküstü sohbet ettiğini duyurdu. 

Çavuşoğlu’nun açıklaması, hem kamuoyunda hem de siyasi partiler nezdinde büyük yankı yaptı. MHP Genel Başkanı, “böyle bir adımı isabetli” buldu.  Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, (16 Ağustos 2022, NTV yayını) ile AKP MKYK üyesi Metin Külünk de (16 Ağustos) diyalog çağrısını desteklediler. 

Siyasi muhalefetin belkemiğini oluşturan CHP,  HDP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi “diyalog ve ikili görüşmeyi olumlu bulmakla beraber iki noktada eleştiri yönelttiler:

1) AKP, bu meselede geç kalmıştır.

2) İktidarın barış ve göç konusunda tatmin edici bir planı yoktur!”

Aynı partiler, alternatif kabilinden “diyalog ve göç meselesi” hakkında kendi fikirlerini kamuoyuyla paylaştılar. 

Son derece çetrefilli ve çok boyutlu bu meseleye dair fikrimi yazmadan önce, bir tanıklığımı paylaşmalıyım. 

Yaklaşık 25 yıl önce, Mehmet Ali Birand’ın yönettiği  32. Gün programına kimlik meselesini tartışmak üzere şair ve yazar İsmet Özel ile birlikte katılmıştık. Bir ara gorillerin yaptığı gibi göğsünü döven Özel,  peşi sıra “ben Türküm, Türküm” demeye başladı. Bana tuhaf gelen bu hareketini yaşlılık emaresi ve Türk-İslam mefkûresine olan nostaljisi olarak algıladım. 

Bu tür sıra dışılıklarını bir kenara bırakırsak, yazarın kaleme aldığı ve 1980’lerde yayınlanıp çok sonra elime geçen “Zor Zamanlarda Konuşmak” başlıklı kitabının adı çok ilgimi çekmişti. 
Kitabın tanıtım yazısından iki cümle, ibretlik ders niteliğindedir: 

Amaçları bulanık olanlar, kuşku yok ki araçların dolambaçlarında takılıp kalacaklardır. Balık için ördükleri ağa ayakları dolaşacak, tavşan için kurdukları tuzağa belki ellerini kaptıracaklardır.

Yukarıdaki son iki cümle,  Suriye ile yakınlaşma açıklama ve tartışmalarının yol açtığı karmaşa ortamı ile henüz duyurulmayan niyetleri tarif eder gibidir. O halde böylesine “zor zamanlarda yazmak” suretiyle görüşümü dile getirmeye çalışacağım.

  • AKP yetkililerinin açıklaması, belli ve ciddi bir plana dayanmıyor. Adeta günü kurtarmaya yönelikmiş izlenimi veriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok konuda olduğu gibi (Gazi Cemevi ve  Hacı Bektaşı Veli Dergâhı’na yönelik ziyaretleri örneği), Suriye ile diyalog hususunu da bir seçim yatırımı olarak görüp, bu münasebetle kaybettiği oyları yeniden kazanmayı amaçlıyor. 

  • Son birkaç yıldır artan düzensiz göç ve bilhassa Suriyelilerin Türkiye’nin birçok şehrindeki konumları çok yönlü tartışılmaktadır. AKP ve MHP’nin milliyetçi-mukaddesatçı tabanı, göçmenlere ve bilhassa Suriyelilere tepkilidir.  Zaten işsizlik ve ekonomik sıkıntılardan bizar olmuş geniş yığınlar arasında ırkçı ve şoven görüşler yayılmaktadır. 

AKP iktidarı, “diyalog ve gönüllü geri dönüş” siyasetine bu nedenle ağırlık vermiş görünüyor. 

Bu münasebetle Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Seda Altuğ’un değerlendirmesine yer verelim:

İçerisinde muhalefet ve iktidar çevrelerinin de yer aldığı birçok kesim, Suriyelilere karşı ırkçı bir yaklaşımla yaklaşıyor. 

Öte yandan nüfusunun üçte birinin mülteci olduğu Suriye’de rejim tarafından terörist olarak görülen bu insanların uluslararası ve ulusal bir güvence verilmeden geri dönmeleri beklenebilir mi? 

Ayrıca Suriye’nin mülkiyet yapısına baktığınızda yüzde 70’e yakını, mülkiyetlerini ispat için gösterebilecekleri resmi kat mülkiyeti tapularından yoksunlar. Bu durumda rejim tarafından mülk sahibi olarak tanınmayıp kentsel dönüşüm ve yeniden imar sürecinde tamamen denklem dışı bırakılıyorlar. 

Böyle bir siyasi ve ekonomik manzara altında nüfusunun yüzde 90’ı yoksulluk sınırı altında yaşayan bir ülkeye kim dönmek ister?”(2) 

Demokrat ve sol eğilimli oldukları izlenimi veren Suriyeli Mülteciler Dernekler Platformu bileşenleri Emek Partisi'ni (EMEP) ziyaretı sırasında “dönmek isteriz ama dönüşün şartları yok” diyorlar. (3) 

 


Van yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Göç uzmanı Prof. Orhan Deniz’in görüşleri ise içeriden bakıştır göçmen sorununa: 

Açık kapı politikası’ uygulandı ama göçmenlerin Türkiye'de kalışları devam edince bakış açısı değişti…

Diğer taraftan da Suriyelilerin farklı alanlarda kendilerine yer edinmeye başlaması, ekonomide işsizliğin çok fazla olduğu Türkiye'de de bu, o göçmenlere karşı bir olumsuz bakışı beraberinde getirdi… 

Göç İdaresi Başkanlığı büyük bir mücadele veriyor ama düğme baştan yanlış iliklendi. Türkiye'ye gelen göçmenlerden özellikle kampların dışında yaşayanlar, adeta serbest ikâmete tâbi tutuldular. ‘İsteyen istediği yere gitsin ve orada yaşasın' düşüncesi yanlıştı. Bir yerleşim yerinde yoğunluk olursa entegrasyon olmaz… 

Neticede göçmen sorunu, bazı kesimlerin karışıklık çıkarma aparatı (aracı) haline geldi.(4) 

Benzer tartışmada TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Prof. Dr. Başak Yavçan’ın tespiti de dikkate değer:

Gönüllü dönüş çok zor, Arapça bilmeyen biri Suriye’de ne yapar? (5) 

 

  • AKP iktidarı, Suriye ile yakınlaşma ve sığınmacıların geri dönme meselesini gündeme getirmekle bahsedilen toplumsal infial ve kırgınlığı bir anlamda giderme hesabı yapmaktadır.

Yeni Suriye açılımı, Suriye’ye siyasi ve askeri müdahalelerin, bağlantılı olarak geniş kapsamlı operasyonların ağır maliyeti, derin ve onulmaz sosyo-ekonomik krizin yükünü bir nebze olsun hafifletmeye yöneliktir. 

Başka bir şekilde ifade edersek, AKP seçim öncesinde ve ona hazırlık olmak üzere kendine ayak bağı olan ve belini büken ağırlıklarının bir kısmını atma yönünde adımlar atmaktadır.

Esasen Suriyeli sığınmacıların memleketlerine dönüşü hakkında çıkan haberler, bilhassa iktidar yanlısı medya tarafından yayınlananlar da yeni değil, aylar öncesine aitler.  

Birkaç örnek:  Ulusal Kanal TV, A Haber sitesi (5 Mayıs 2022), Takvim ve Türkiye gazeteleri (9 Mayıs 2022),  “8 aşamalı geri dönüş planı çerçevesinde 1 ile 2 milyon arasında sığınmacının yerleştirilmesi” hakkında haber yaptılar. Türkiye gazetesi ise “geri dönenlerin Halep, Hama ve Humus bölgelerinde yerleştirileceğini” (16 Ağustos) yazdı. 

 

  • Görünen o ki, geçen ay Tahran’da yapılan üçlü zirvede Rusya ile İran ikilisi,  Türkiye-Suriye yakınlaşmasının zeminini hazırlayıp iki ülke arasında uzmanlardan oluşacak bir “Barış Komisyonu kurulmasını” Türkiye’ye önermiştir.  

Bu, AKP yetkilileri arasında görüş ve tavır farklılıklarını da ortaya koydu. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, “bu dönüş ve diyalog konusunu Suriyeli muhalif kesimlerle istişare edeceklerini” açıklarken; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Suriyeli sığınmacıları asla terk etmeyeceğini” söyledi. 

  • TBMM Başkanı müsteşarı ve gazeteci Nasuhi Güngör ise, “sınır ötesindeki çözüm ve diyalog bahsinde sahadaki zorluklara” işaret ederken farklı bir çıkış yaptı:

Bu sorunun en dolambaçsız çözümünün, siyasi sınırlarımız dışındaki Kürtlerle kalıcı bir ufuk geliştirmek olduğunu anlamak sahiden bu kadar zor mu? (6) 

Önerme hoş görünmesine rağmen AKP, bunu hangi güdüyle benimser sorusu akla geliyor: Acaba Türkiye himayesinde Irak ve Suriyeli Kürtler politikası mı, yoksa Türkiye içindeki Kürt meselesinin çözümü için sınır ötesindeki Kürtlerle barışma mı kastediliyor?

Aynı minval üzerinde Ahmet Davutoğlu da konuştu: 

Suriye politikasının hamasetten arınması lazım. Suriye'deki Kürtleri, Arapları asla dışlamamak lazım. Rejime kızabilirsiniz ama Aleviler Suriyelilerin asli unsurudur… PKK'ya kızabiliriz, haklı sebebimiz var ama Suriye Kürtlerini topluca karşımıza almamamız lazım. (7) 

Eskiden Erdoğan politikalarının benimseyen Yusuf Ziya Cömert ise, AKP iktidarının Suriye’deki hesapsız plansız hatalarından bahisle, yeni yaklaşımı,  “Çavuşoğlu’nun açıklaması bir zihinsel hazırlığın işareti olabilir” şeklinde yorumladı. (8) 

  • Meselenin az bilinen yanı daha var. Şöyle ki;

2015 yılında Türkiye’de 3000 akademisyen vardı. Suriyeli akademisyen sayısı 392’den 116’ya düştü. “Türkiye cennet gibi; Suriye’de hayat yakın zamanda düzelmez” diyen akademisyenler de var,  

Onlar açısından Türk vatandaşlığı üzerinden üniversitelerde iş bulmak zor; yabancı statüsü (Suriye kimliğiyle) üzerinden iş bulmak daha avantajlı. 

Akademisyenlerin çoğu ilahiyatçı imam-hatip ve ilahiyat fakültelerinde öğretmenlik yapıyorlar. 

2021 itibarıyla Türkiye üniversitelerinde 47 bin 482 Suriyeli öğrenci var. İyi güzel de devamı belli değil. Mezun olunca istihdam edilebilecekler mi? (9) 

  • Türkiye’nin tek başına sadece Suriye veya hem Rusya ve hem de İran ile karmaşık meseleyi çözeceği düşünmesi, tek taraflı iradeciliktir. Orta yerde BM, ABD ve Avrupa ülkeleri de bulunuyor.
    ​​​
    Söz gelimi ABD, Suriye’ye ambargo uyguluyor. Görüşmelerin ileri aşamasında Suriye kapıları açılınca Türkiye’nin TIRları veya benzeri nakliyat araçları Amerikan ambargosuna rağmen Suriye’ye mal taşıyabilecekler midir?
     
  • Türkiye, Ukrayna’da savaş devam ederken orada “inşaat” işlerinı yapma sözü almış görünüyor. Muhtemelen benzer müteahhitlik faaliyetini Suriye yönetimine önerecektir. 

    İki bakımdan sakıncalıdır. Çatışmaların sürdüğü bir ülkede altyapı inşaatı yapmak ne oranda akılcıdır. Ayrıca Rusya, İran ve bazı Arap ülkeleri altyapı yatırımlarına talipler. Burada Türkiye’ye ne kadar pay düşecektir?
     
  • Bilhassa konut inşası (Türkiye’nin sınır boylarında yaptığı briket evler), Suriyeli sığınmacıların önceki evleri olmadığı gibi doğal yaşam alanları da değildir. Milyonlarca insan perişan olacaktır.
     
  • Türkiye, mevcut kayıplarını enerji hatları geçişi, elektrik enerjisi aktarımı, teknolojik ve ticari yatırımlarıyla telafi etmek istiyor. Ancak bunların olabilmesi için elde samimi, ciddi ve uygulanabilir bir barış planının olması şarttır.  
     
  • AKP’nin planladığı yerleşim projesinde “demografik değişikler” (Kürtlerin, Ermeni ve diğer toplulukların aleyhinde) öngörülüyor. Bu da Suriye toplumsal dokusunun hepten bozulması demektir. 

    Zira bu demografik değişiklikler, bir anlamda Türkiye ile irtibatını kesmemesi düşünülen “Truva atları” oluşturmaya yöneliktir ki, Suriye bunu asla kabul edemez. 

Oysa Şam’ın diyalog şartlarının en önemlisini,  Suriye bağımsız milletvekili ve  parlamentodaki Arap Dünyası ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Butros Mercane dile getirmiştir:

Barış mümkün. Lakin Türkiye, uluslararası meşruiyeti ve hukuku ihlal ederek Suriye topraklarını güç kullanarak işgal eden saldırgan taraf...  Türk Devleti, gerçek bir diyalogun ancak Suriye Devleti’nin topraklarını geri alması ile başlayabileceğini kabul etmeli… (10) 

  • Bir de Suriye’nin üstünde titizlikle durduğu samimiyet hususu var. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın 8 Ocak 2019’da The New York Times gazetesinde yayımlanan makalesinden bir paragrafa bakalım: 

…Bütün Suriyelilere hizmet edeceğiz ve tüm kesimlerin yeterli siyasi temsilini sağlayacağız. Suriye’nin kuzeyinde, nüfusunun çoğunluğunun Kürt olduğu yerlerde kurulacak yerel meclislerde Kürt toplumunun temsilcileri fazla olacak ancak diğer tüm kesimlerin de adil bir şekilde siyasi temsil hakkından faydalanmalarına imkân tanınacak… (11)

Oysa Erdoğan, makalesinde belirtiklerinin tersini yaptı. 

Konunun anlaşılması bakımından biri Suriyeli diğer üçü Lübnanlı dört akademisyenin fikirlerini özetleyeceğim. 

Şam Üniversitesi’nde görevli siyaset bilimcisi Dr. Saud Cemal Saud’un görüşüne bakalım. 

“Türkiye, Suriyeli terörist grupları (Ankara destekli cihatçı örgütler, İhvan milisleri vs) bile muhalifler torbasına koyup Şam yönetimiyle uzlaştırmak istiyor. Bu bir hayaldir. 

Bir yandan uluslar arası konferanslar ile ilgili Anayasa Komisyonu tarafından çerçevesi çizilmiş siyasi çözümün dışına çıkan Türkiye, keyfi bir uzlaşma peşindedir. 

Diğer yandan ‘bölgedeki terör örgütlerini birlikte ortadan kaldırmak’ cümlesinin şu demektir:

Türkiye’nin vereceği askeri-siyasi desteği alacak olan Suriye birlikleri, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ve PKK ile vuruşsun. 

Oysa bu,  Suriye’nin öncelikli gündemi değildir.

Ayrıca Türkiye, ‘SDG-PKK tehdidi’ derken sanki Suriye’nin en büyük tehdit ve tehlike kaynağı bu iki örgütmüş gibi laf cambazlığı yapmakta, çıplak hakikati gözden kaçırmaktadır. Halbuki asıl tehlike İdlib ile sınır boylarında Türk himayesi gören cihatçılardır.

Kendi milli güvenliği için elinden geleni ardına koymayan Türkiye, Suriye’nin milli güvenliği ve toprak bütünlüğünü fiilen ihlal etmekte ve görmezden gelmektedir.

‘Benden sonra tufan’ siyaseti izleyen Türkiye’nin barış ve uzlaşma çağrısı, barışseverliği ve iyi niyetinden kaynaklanmıyor; tersine,  son zamanlarda köklü değişim geçiren uluslar arası jeopolitik ihtiyacın kendisini dayatmasından ve farklı devletlerin şu yahut bu şekilde Ankara’ya yönelik baskılarından ileri geliyor.

Şöyle ki; 

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik genel politikası, milli güvenlik hesaplarıyla ilgili olmaktan ziyade Suriye’ye yönelik jeopolitik ve ekonomik projesinin bir neticesidir. Ülkesinde derinleşen Kürt sorunu ve Suriye’deki Kürt hareketini bir koz gibi kullanması,  Suriye’deki müdahalesi ve askeri varlığı için bir bahane sayılır. 

Katar doğalgazının Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması projesinin başarısız olması gibi sebepler de var orta yerde.

Suriyeli muhaliflerin Şam yönetimiyle uzlaşması, esasen Türkiye’nin milli güvenliğine tehdidin azalması manasına gelir. Çavuşoğlu’nun açıklamasının ardından Türk himayesi ve desteğinden mahrum kalacaklarını ve hatta terk edileceklerini düşünen muhaliflerin kuzeydeki protestoları, bu tehlikenin Ankara açısından ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.  


O halde Türkiye’nin öncelikle bu terörist gruplarla oturup uzlaşması ve onları Suriye yönetimiyle barışmaya ikna etmesi lazımdır. 

Şu iyi bilinmelidir ki, herhangi bir şekilde bölünüp parçalanacak olan Suriye’nin, Türkiye’nin sınırları ve milli güvenliği için bir faydası yoktur. 

Suriyeli göçmen veya sığınmacılar meselesini ülkesinde, bölgemizde ve Avrupa’da bir joker olarak kullanan Türkiye, bu işten hayır gelmeyeceğinin farkında olmalıdır. Zira demografik yerleşimlerin genetiğiyle oynamak son derece tehlikelidir.

Tahran ve Soçi zirvelerinde İran ile Rusya’nın Türkiye’nin muhtemel operasyonlarına itirazı, her ikisinin lehine değişip gelişen jeopolitik rekabetten ileri gelmektedir. Bu gelişme, Türkiye’nin lehine olmayan bir durumdur. 

Tarihin garip cilvesidir:

Türkiye’nin Suriye’ye karşı kullandığı terörist örgütler (cihatçılar vs), bugün yırtıp atılacak ve yakılacak bir koz haline gelivermiştir. Bu gerçek, Türk denetimi altındaki Suriyelilerin protestolarından anlaşılmıştır. (12) 

Lübnanlı üç akademisyenin görüşleri de şöyle özetlenebilir: 

“Türkiye, sınır boyundaki bir Suriye askeri üssünü vurmasından (3 ölü, 6 yaralı) sonra ‘kara operasyonu yapacağına’ dair haberleri yalanladı. Suriye Savunma Bakanlığı ise, ‘Toprağımıza yapılacak herhangi bir saldırıya misliyle karşılık vereceğiz’ dedi. Kilis camilerinde ‘evlerinizde kalın’ yolundaki duyurunun valilik tarafından durdurulup soruşturma açılması bundandı.

Türkiyeli askeri ve istihbarat yetkilileri, himayelerindeki Suriyeli silahlı milislerle acil görüşmeler yapıp, Suriye ordu birlikleriyle çatışmadan kaçınmalarını tembihlediler. 

Anlaşılan TSK, Suriye ordusuyla şimdilik sürtüşmeden yana değil. Sınır boyundaki dağılımda iki devlet arasında imzalanmış olan 20 Ekim 1998 tarihli Adana Mutakabatı’na riayet etmeye çalışıyor.

Diplomatik açıdan Rusya ile İran,  Şam-Ankara hattında mesai harcayıp iki tarafı yüz yüze konuşmanın zeminini hazırlama gayretindeler. 

Anlaşılan Türkiye, kendince ‘Kürt tehlikesi’ ile ‘sığınmacı yükü’nden kurtulma arayışında. Bilhassa seçimden önce olması, AKP iktidarına “oy kazandırmaya” yöneliktir. 

Öte yandan aynı Türkiye, ‘himayesine almış olduğu kuzeydeki Suriyeli silahlı muhaliflerin meşruluğunu’ savunup, bu temel üzerinden Suriye ile pazarlık yapmak istiyor. İkili anlaşma sağlandıktan sonra Türk askerinin aşamalı olarak çekileceğini taahhüt ediyor.  

Bu teklifi kesin bir dille reddeden Şam yönetiminin şartları şudur: AKP iktidarı, himayesindeki muhaliflere destek vermeyi bıraksın. Türk askeri, şimdiye kadar denetiminde bulundurduğu sınır bölgelerinden (Afrin, Cısr-ul Şuğur, Ras’ül Ayn, Tel Abyad gibi) derhal ve tamamen çekilsin. Sığınmacılar konusundaki samimiyetini fiilen ispatlasın. 

Sınır ötesindeki yerleşim yerleri, briket evler inşaatı, aslında Katar parasıyla gerçekleşmektedir. 

Türkiye askerinin denetiminde bulunan bölgelerde çoğu kayıt dışı olan ticari ve ekonomik hayat tarzı gelişmiş. Çeteler, kaçakçılar, vurguncular oralarda cirit atıyorlar. Son zamanlarda Türkiye destekli muhalifler ile SDG-PYD kontrolündeki bölgeler arasında resmi olamayan ticari-ekonomik temaslar olduğu söyleniyor. 

Bu husustaki Türkiye’nin iddiası şudur: Bölgedeki Amerika, sığınmacı sorununun çözülmesini istemiyor. İlaveten Milli Suriye Ordusu benzeri muhaliflerin Türkiye’den uzaklaşıp PYD-SDG ile işbirliğini yapmasını teşvik ediyor! 

Arap kaynakları, bu iddiaları,  oradaki Türk yetkililerin propagandası olarak yorumluyorlar…

Türkiye, hiçbir şekilde PYD-Suriye ittifakı ve birlikteliği istemiyor. Buna karşılık Suriye yönetimi, her ne kadar PYD hareketine ara sıra “ABD işbirlikçisi hainler” dese de, YPG-SDG gibi oluşumlarla farklı zamanlarda birlikte iş tutabiliyor; onları yakın tehlike saymıyor. 

Çünkü Şam’ın gözünde Suriye Milli Ordusu, Müslüman Kardeşler hareketi ve Heyet-ü Tahrir’il Şam cihatçıları, baş düşman ve birinci tehlikedirler. Üstelik Türkiye’den askeri, siyasi, lojistik destek almaktalar. Onların tasfiyesi önceliklidir.

Yukarıda bahsedilen noktalarda Suriye ile Türkiye’nin öncelikleri ve gündemleri birbirine zıttır.

Öte yandan “SDG komutanı” olarak bilinen Mazlum Abdi, El Hurra televizyon kanalındaki konuşmasında şöyle demişti:  

‘Türkiye’nin bölgedeki askeri operasyonlarına karşı çıkma noktasında herkes (Suriye, İran, Hizbullah dâhil) hemfikir. Biz, bu hususta ABD’li yetkililerle sürekli temas halindeyiz. Tutumları, 2018-2019 yılındakine oranla biraz daha olumlu ve güçlü ancak tam tatmin edici değil. 

Türkiye top, uçak ve SİHA’lar yoluyla her gün bombalıyor bizim köy ve şehirlerimizi. 

Rusya ile İran’ın Türk kara-hava operasyonunu ret etmelerine rağmen, biz hala ABD’den daha güçlü destek beklentisi içindeyiz. Amerikan yönetimi ise, bombalanan bölgelerin Rusya denetimde olduğunu söylüyor. Ancak koalisyon güçlerinin bulunduğu karargâh yakınına düşen Türk roketi için tepki vermiyor. Dolayısıyla ABD’nin tutumunun ciddiyetinden kuşkumuz var. (13) 

Türkiye uzmanı Prof. Muhammed Nureddin hem Ankara hem de Şam’da olup bitenleri yakından takip ediyor. Suriye’deki kaynaklarının önemli bir kısmı resmidir. Dolayısıyla kuzeydoğudaki Kürtlerin vaziyeti hakkında isabetli bir tespit yapmış:

Türkiye’nin diyalog çağrısı, Şam’da henüz suskunlukla karşılanmaktadır. PYD-SDG’yi baş hedef haline getiren Türkiye’nin, biz himayemizdeki Suriyeli muhalifler konusunda bazı tavizler verelim; siz de bizim adımıza PYD-SDG  ile çatışırsanız desteğimizi esirgemeyiz’ diyor. Bu sözler, Suriyeli yetkilileri ciddi biçimde kızdırmıştır. Çünkü Suriye yönetiminin baş düşmanı, Türkiye koruması altındaki silahlı muhalifler ile cihatçılardır. 

Ayrıca PYD-SDG bütün hatalarına rağmen Suriye toplumsal dokusunun bir parçasıdır; ülkelerine sırt çevirip ajan olmamışlar. Bu dokuyu bozmak, toplumsal bünyeyi zedelemektir ve son derece tehlikelidir. Ülkenin toprak bütünlüğü konusunda hemfikirdir Kürtlerle Şam yönetimi.

Oysa Cihatçılar öyle değiller. Satılık ajanlar ve paralı askerler haline gelmişlerdir. (14) 

Sonlarken özet çıkarımı yazayım: 

AKP iktidarının bir yol haritası yok; sınama yanılma yöntemi izliyor. Böylece başlangıç olarak psikolojik ortamı hazırlıyor. 

Yetkililerin aklından geçen muhtemelen şudur:  Bölgesel ve uluslar arası şartların değiştiği ve askeri müdahaleciliğinin fiyasko ile sonuçlandığı mevcut durumda, eski katı tutumundan vazgeçtiğini kamuoyuna gerekçelendirecek bir şark masalı anlatmak. 

NOT: İkinci bölümde Suriye’deki paralel Diyanet’ten bahsedeceğiz. 

Kaynakça:

1-) https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/harekatin-sifreleri, 17 Ağustos 2022.
2-) https://www.evrensel.net/haber/461984/dr-seda-altug-suriyedeki-durum-geri-donuse-uygun-degil, 21 Mayıs 2022. 
3-) https://www.evrensel.net/haber/464729/, 28 Haziran 2022. 
4-) https://www.indyturk.com/node/534241/, Adem Demir röportajı, 22 Temmuz 2022.
5-) Diken gazetesi,10 Mayıs 2022.
6-) https://www.haberturk.com/yazarlar/nasuhi-gungor/3509989-masa-ve-sahada-suriye, 15 Ağustos 2022, Habertürk.
7-) https://www.youtube.com/watch?v=CqioKQEhzo8&ab_channel=RusenCakirmedyascope,    12 Ağustos 2022.
8-) Karar gazetesi, 17 Ağustos 2022. 
9-) https://www.indyturk.com/node/527956/, Gülseven Özkan, 3 Temmuz 2022.
10-) https://www.gazeteduvar.com.tr/sam-ne-diyor-baris-mumkun-ancak-makale-1577392, Hediye Levent röportajı, 15 Ağustos 2022.
11-) https://www.iletisim.gov.tr/turkce/cumhurbaskanimizin_kaleminden/detay/turkiyenin-suriyede-barisi-saglamak-icin-bir-plani-var, 
12-) https://www.raialyoum.com/, 12 Ağustos 2022; https://www.aljazeera.net/news/2022/8/16/, 16 Ağustos 2022.
13-) https://www.al-akhbar.com/Syria/343277/,  مرعي أيهم
https://www.al-akhbar.com/Syria/343278/,   علاء حلبي, 18 Ağustos 2022
14-) https://www.al-akhbar.com/Syria/343276/,    الدين نور محمد, 18 Ağustos 2022.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU