"Rus casusu" olmakla suçlanan ünlü coğrafya profesörünün bakana "zehir zemberek" mektubu: Vazifem dolayısı ile birkaç defa elini sıkmak bedbahtlığına uğradığım siz...

"Muhbirlik" sistemine 1950'lerden tepki... Hakkında soruşturma açılan akademisyenin bakana mektubu ortaya çıkıyor: Karşıma ciddiyetle ele alınabilir bir ihbar çıkarmadığınız müddetçe size, bayağı bir müzevir, adi bir müfteri gözü ile bakmaya mecburum

Bir ihbar sonrası hakkında Rus casusu olmak iddiasıyla soruşturma başlatılan Tanoğlu, mektubunda sert ifadeler kullanıyor

"Sayın Muhbir Vatandaş…"

12 Mart döneminde TRT radyosundan yapılan "askeri nizam" anonsla, "kanun kaçaklarını" ve "siyasi suçluları" güvenlik güçlerine ihbar etme çağrısı yapılıyordu. 

O günlerde devlete göre bu "makbul muhbirlere" "sayın" sıfatıyla hitap edilmesi gerekiyordu.

İlerleyen dönemlerde teknolojinin gelişmesiyle muhbirlik yapmak isteyenlerin, "suçluları" ihbar edebilecekleri araçlar gelişti. 

Telefon yerini internete bıraktı. 

Memlekette yaşayanların sorunlarına etkin çözüm bulmak ve bilgi edinme haklarına hizmet etmek için uygulamaya sokulan, adı önce "Başbakanlık İletişim Merkezi" (BİMER) olup daha sonra "Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi" (CİMER) haliyle değiştirilen sistem de muhbirlik vasıtalarından biri haline geldi. 

Bu sistem, bilgi edinmekten çok şikayet ve ihbar hattı olarak kullanılmaya başlandı.

İhbar sadece bir ihbar değil...

CİMER'e, savcılıklara, idari birimlere yapılan ihbarlar, bürokrasideki rakibini alt etmek isteyenler, devleti ya da herhangi bir kamu kurumunu ele geçirmeye çalışan yapılar, incir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri büyük dert haline getiren sıradan yurdum insanı tarafından da kullanıldığına yönelik önemli işaretler var.

Bu tür ihbarların akademi dünyasında biraz daha fazla olduğu, üniversite koridorlarında ya da üniversite hocalarının odalarında kısık seslerle olsa konuşulan önemli gündem maddeleri arasında. 

Çok sayıda akademisyen, bu tip durumlarla karşı karşıya kaldıktan sonra ya mesleği bıraktı ya da soluğu yurtdışında aldı. Bir kısmı haklarında açılan soruşturmalara savunma yazmakla meşgul. 

Aslında bu tip durumlara karşı 1952 yılında esaslı bir tepki gelmişti. 

Rus casusu olmakla suçlanan profesörün bakana mektubu

Popüler suçlamanın "komünist" ve "Rus casusu" olduğu o günlerde bu suçlamayla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin önceki dekanlarından Prof. Dr. Ali Tanoğlu da karşılaştı.

Daha sonra İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü de yapacak ve "Ordinaryüs" unvanı da alacak olan Tanoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na "Rus casusu" olduğu iddiasıyla şikayet edilmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri de bu soruşturmaya izin vermişti. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bakanlığın soruşturma iznini verdiğini gören ünlü coğrafya profesörü Tanoğlu, daktilosunun başına geçti ve İleri'ye bir mektup yazdı.

Orijinali şu anda Devlet Arşivleri'nde bulunan mektupta Tanoğlu önce neden bu şikayetle karşı karşıya kaldığını anlattı.

Dekanlığı sırasında "talebelik vakar ve haysiyetiyle bağdaşmayan", "zorbalığı, şantajcılığı, müzevirliği ve müfteriliği ile tanınan, kriminal bir tip" diye tanımladığı bir öğrencinin okuldan atıldığını ve yanına aldığı bir arkadaşıyla birlikte kendisini şikayet ettiğini belirten Tanoğlu şöyle devam etti:

Benden öç almak maksadı ile muhtelif makamlara birtakım ihbarlar yapmış olabilir, yapabilir, isnad ve iftiralarda bulunabilir, hatta bu öğrenci benden öç almayı sabit bir fikir haline getirirse beni bir gün vurabilir de. Bunların hiçbirinin fazla bir ehemmiyeti yoktur. Asıl ehemmiyeti olan, şeytani muhayyele mahsulü olan bu tür ihbarların, isnadların, iftiraların, tezvirlerin önce savcı indinde, sonra üniversiteler başı olarak nezdi alinizde itibara mahzar olmuş bulunması, değer kazanması, hakkımda bu yolda resmen tahkikat açılmasını isteyecek kadar tarafınızdan benimsenmiş görünmesidir. 

Bu durumda ben size, İstanbul Cumhuriyet Savcısına ve Milli Eğitim Bakanı olarak yine size, yüzlerce ve yüzlerce talebe yetiştirmiş ve memleketine kendi sahasında hakikaten hizmet etmiş 26 senelik bir hoca, bir üniversite profesörü, dünkü Edebiyat Fakültesi Dekanı ve nihayet yarım asra yaklaşan hayatı boyunca namus ve şerefinden başka hiçbir şeye ehemmiyet vermemiş ve vicdanından başka hiçbir şeyden çekinmemiş, korkmamış, fakat şu sırada vazifesini yapmış olmaktan doğan haklı bir huzur ve sükun içinde yaşarken ve çalışırken her şeyden habersiz olduğu bir anda arkadan kahbece hançerlenmiş bir insan sıfatı ile ve onun ızdırabı ile soruyorum:

Böyle bir ihbar karşısında benim nazarı itibara alınması icap eden bir mazim olacak. Onu ne yaptınız, mazim ne oldu? İhbar üzerine mazim derhal unutuldu mu? Yok mu oldu? Bir hiçe mi indi? Yoksa mazimi daha önce bir tahkik ve tetkike tabi tuttunuz, şüpheli bir nokta buldunuz da sonra mı hakkımda tahkikat açılmasını istediniz? Devlet hesabına Avrupa'da geçirdiğim tahsil müddeti ile beraber otuz seneye yaklaşan ve memleket hizmetinde geçen vazife hayatım boyunca bugüne kadar Allah'a şükür ne vicdanımdan ne de hariçten gelmiş en küçük bir muahezeye dahi uğramamış olduğuma göre mazide en küçük bir pürüz buluş olmanıza imkan yoktur. Yok olan şey bulunmaz. Bulmadınız ve asla bulamayacaksınız. O halde hareketinizi nasıl izah etmeli?

 

 

 

"Sizdeki zihniyet bu olunca bir bütün hocalar ve memurlarda huzur ve fikir selameti diye bir şey kalır mı?"

Tanoğlu mektubunda, hakkında soruşturma açmak isteyen savcılığa da tepki gösteriyordu ama asıl kızgınlığı ve kırgınlığı, soruşturma izni veren Milli Eğitim Bakanı'naydı. 

Savcıyı "küçük, basit ve laubali bir memur zihniyetiyle" hareket etmekle suçlayan ve "en hafif tabirle bir otomat olduğu anlaşılan" diye nitelendiren Tanoğlu, mektubunu şöyle sürdürdü:

"İsmini ve cismini bilmediğim İstanbul Cumhuriyet Savcısı, benim mazimi aklına getirmemiş, düşünmemiş veya düşünmek zahmetine katlanmak istememiş olabilir. Peki, ya siz Milli Eğitim Bakanı. Üniversitelerin başı olan siz de düşünmediniz mi yoksa bir saniye olsun kafanızı ve vicdanınızı yoklamak zahmetine katlanmak istemediniz mi? Yoksa zat-ı alinizi de İstanbul Cumhuriyet Savcısı gibi bir otomat telakki edelim mi? Bu takdirde işgal ettiğiniz yüksek mevkilerde işiniz nedir? Sizdeki zihniyet bu olunca bir bütün hocalar ve memurlarda huzur ve fikir selameti diye bir şey kalır mı? Ben kendi hesabıma, bundan sonra nasıl, hangi cesaretle tembel talebeyi döndürür ve idare başına geçtiğim zaman kabahatli memuru tecziye eder, hırsız müteahhidin karşısına dikilirim? Nereye gidiyoruz? Memleketi zaten yarı mefluç bir halde tutan bu zihniyet, namus ve şeref canavarlığı, işgal ettiğiniz mevkilere kadar yükseldiği ve umumileştiği takdirde bütün memleket idaresini tam bir felce götürmez mi?"

Mektubunda, her memlekette olduğu gibi Türkiye'de de bakanlar, milletvekilleri ve savcılar arasından çıkabileceği gibi üniversite profesörleri arasında da casuslar olabileceğini kabul eden Tanoğlu, aranan casusun kendisi olmadığını şöyle anlattı: En aşağı beş asırdan beri, dini, imanı, adı belli, bütün cetleri birer hudut beyi olan ve her şeyi meydanda olan Ali Tanoğlu değildir. 

Tanoğlu, "Namussuzu, Rus casusunu, komünisti", "namus ve şeref sahibi insanların şerefleriyle oynamaya kalkan, bu mefhumlardan habersiz koyu milliyetçi rolündeki maskeli komünistler", "bunların şuursuz yamakları", "hareketlerinin neticesini kestiremeyen veya kestirmek zahmetine katlanmak istemeyen gafil, laubali ve otomatlar" arasında aramak gerektiğini savundu.

"Size, düpedüz bayağı bir müzevir, adi bir müfteri gözü ile bakmaya mecburum"

Prof. Dr. Ali Tanoğlu, mektubunun en sert kısmını en son paragrafa saklamıştı:

"Dekanlığım sırasında vazife dolayısı ile birkaç defa görmek, konuşmak ve elini sıkmak bedbahtlığına uğradığım Tevfik İleri Bey, size son olarak şunu da söyleyeyim ki, bana ve Edebiyat Fakültesi'ne tevcih edilmiş ve benim hiçbir suretle akıl erdiremeyeceğim, nüfuz edemeyeceğim derecede karanlık birtakım kasidelerden başka bir şeye affedemeyeceğim bu hareketinizi ben şimdilik bir hafiflik, bir laubalilik, bir nevi kahpelik telakki etmeye ve karşıma ciddiyetle ele alınabilir bir ihbar ve seviyemle mütenasip, tokatlayabileceğim bir muhbir çıkarmadığınız müddetçe doğrudan doğruya size, düpedüz bayağı bir müzevir, adi bir müfteri gözü ile bakmaya mecburum." 
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU