Türk dünyasını açık denizlerle buluşturmak

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Wikipedia

Bu yazıda Türk dünyasını ve özelde Türkiye'yi yakinen ilgilendiren ve yeryüzünde Türk ulusunun layık olduğu gibi yaşamasını, dünya denizlerinde sivil ve askeri amaçlı olarak bayrak taşımasını amaçlayan bir doktrin özeti ortaya konulmaktadır.

Bu doktrinin aşama ve safhaları bölgenin gerçekleri, bölgenin günümüzdeki ihtiyaçları ve gelecekteki ihtiyaçları da düşünülerek aşamalı ve seçenekli bir şekilde dile getirilmiş olacak.

Tüm doktrinin uygulanması için en uygun bölgeler değerlendirilip, bunun asgari ölçekteki başlangıcı için de pilot uygulama alanlarından başlangıcı öngörülmüş olacak.

Bu çalışma kaleme alınırken emekli Amirallerimizin değerli fikirleri ve önerileri de ayrıca dikkate alınmıştır.

Önerilerin bütününü içine alan doktrin, kendisini orta ve uzun vadede amorti edecek ve tüm Türk dünyasına birden fazla hub meydana getirecek bir "Türk denizcilik ortak refah alanı" (Commonwealth) projesinin de birinci basamağıdır.


Peki, bu niçin önemli?

Türk dünyası ülkelerinin denizlere kıyısı olan tek bağımsız ve tanınmış ülkesi, Türkiye Cumhuriyeti'dir. Türk dünyasının tek ada ülkesi ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.

Bunların dışındaki Türk ülkelerinden Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın Hazar Gölü'ne kıyıları bulunmakla birlikte, Özbekistan ve Kırgızistan'ın denize bir kıyısı yoktur.

Özbekistan ise üst üste iki kez "kıyıgörmez" bir ülkedir. Çünkü ne kendisi ne de komşularının denize kıyısı yoktur. Hatta bugünlerde Özbekistan'dan ayrılmak isteyen Karakalpak bölgesinin de eğer ayrılırsa denize kıyısı olmayacak.

Komik olanı şu ki; bırakın denizi, adamların tek kıyısının olduğu Aral Gölü, büyük ölçüde kurumuş durumda. Özbekistan'ın hiçbir şekilde denize çıkışı olmadığı gibi Hazar Gölü'ne de çıkışının olmaması, hem Özbekistan'ı hem de ona göbeğinden bağlı olan Karakalpakları çevre ülkelerin insafına sokmakta.

Çevre ülkeler de diğer çevre ülkelerin insafına kalmış durumda. Örneğin Azerbaycan ve Kazakistan ve Türkmenistan, Hazar Gölü'ne kıyıları olan ülkeler olarak dünya denizlerine açılırken Rusya'ya ait Don-Volga kanalından geçmek zorundalar.


Hazar Gölü hiç değilse denizciliğe müsaade edecek kadar geniş. Bu kesinlikle bir avantaj. Ancak dezavantajı şu ki, göl, şu anda yüzde 100 oranında Rusya'yla Dünya denizlerine açılan bir göldür.

Gölün gerek yapısı, deniz seviyesi ile arasındaki büyük seviye farkı sebebi ve gerekse deniz ve denizcilik hukuku açısından durumu gereği bu su kütlesi bir deniz değil, bir göl olarak değerlendirilir.

Göl olmasından da öte, denizle bağlantısı, Rusya Federasyonu topraklarından geçen Volga-Don kanalı vasıtası ile sağlandığı için tüm bu ticaret, Rusya Federasyonu topraklarından sağlandığı üzere ne bu ülkelerin serbest bir denizcilik politikaları vardır ve ne de bu konuda güçlü kurumlara sahiptirler.

Şu anda Rusya'ya karşı alternatifsiz bir halde olan Orta Asya Türk(i) Cumhuriyetlerinin tek avantajı, hiçbir işe yaramayan ve üzerinde atların ve hayvanların dolaştığı büyük toprakları ve çoğu çıkarılmayı bekleyen yer altı kaynaklarıdır.

Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde hayvancılık için Türkiye'nin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak büyük otlaklar olmasına karşın bu nedense hiç kullanılmadı. Kullanılabilirdi ama kullanılmadı.

Bosnalı kardeşlerimiz para kazansın diye şişirilen ve parlatılan kampanyada da Bosna Ziraat Bankası'na milyonlar takan bir iş adamı zengin edildi. Bunu medya yazmadı ama ben belirtmiş olayım.

Ayrıca, Bosna'da Türkiye'ye gönderecek kadar hayvan olmadığı için de hayvanlar Doğu Avrupa'dan Romanya ve Ukrayna gibi ülkelerden getirildi ve Hırvatistan'da açılan bir mezbahada kesilerek helallenip Türkiye'ye gönderildi.

Adamın Ziraat'e taktığı paralardan sonra Bosna'daki Ziraat müdürü Ankara'ya çekildi. Boşnak ne kazandı? Sıfıra sıfır! Paraları alan adam nerede? En son adresini arıyorlardı…

Bunu bir partinin işi sanmayın. Değil. Bu, beceriksiz birkaç kişinin Boşnak kardeşlerimize yardım ediyoruz sosuyla çıkardığı "cukka" işlerden biridir.

Bu tür adamların dünya görüşü de partisi de ideali de yoktur. Bosna'ya Arjantin'den, Brezilya'dan da et getirilmiştir. Peki, Boşnak köylü ne kazandı? Hiçbir şey.

Zaten Bosna yasalarına göre Bosna'daki bir hayvanın 2 sene Bosna topraklarında otlaması gerekiyor ki o ülkeden satılıyor gibi görünsün. Ama kenarda Hırvatistan'a kurulan kampla bu halledildi tabi. Bunların hiçbirisi iddia değil. Ankara'dakiler de en az benim kadar biliyorlar.


Peki, zor muydu Arjantin'den, Brezilya'dan direkt getirmemiz? Niye arada bir işgüzarı zengin ettik ki? Boşnak köylü de aç aç uyudu karnı kemiklerine geçmiş halde. Ne kazandı ki oradaki adam?

Hadi Bosna'yı da geçelim. Konya kadar bir ülkenin yarısından azında Boşnaklar yaşıyor. Bir deli bile 3 küsur milyonluk ülkenin 83 milyonluk Türkiye'nin et ihtiyacını karşılayamayacağını hesap edebilirdi.

Peki, Orta Asya ihtiyacımızı karşılayamaz mıydı? El cevap; tabii ki karşılardı. Hayvanlar için en ideal ortamlardan birisi geniş düzlüklerde yapılan Ekstansif yani yaygın alan hayvancılığıdır.

Küçümsemeyin sakın bunu, zira Avustralya'da yapılan hayvancılık tam da budur ve 200 milyona yakın küçükbaş hayvanla keşfinden bu yana hayvancılık ve az da madencilikle kendini götüren bir ülkedir Avustralya.

Hatta az ötedeki komşusu Yeni Zelanda da böyledir. Kazakistan gayet tabi Türk dünyasının Avustralya'sı, Kırgızistan da Türk dünyasının Yeni Zelanda'sı olabilirdi.

Ama bizler dostlar alışverişte görsün işlerle coğrafyaları ve onlara özgü hususiyetleri ve nasıl kullanılacağını bizim talebimize onların ne gibi arz sunacaklarını hesap etmeyi sevmediğimiz için bolca mehterli, Bosna safsataları ile tribüne oynarız.

Eski bir Yunan şarkısında geçen "Emis forames to himona anixiatika" yani "Kış vakti baharlıkları giyeriz üstümüze" havasındayız adeta… Bu yüzden de başımızı bitten kurtaramıyoruz. Kurak coğrafyaları geliştirmek için yapılması gerekenleri daha üniversitedeyken "Kurak Bölgelerde Ziraat" adlı derste işlemiştik.

DPT'de kaç coğrafyacı vardır merak ediyorum. Zannedersem hiç. Coğrafyayı bilmeyen, iklim ve coğrafi özelliklerini bilmediği ülkelerin ne şekilde kullanılacağını da bilmez. Hayat istatistik okumak ve bilançoları, ürün hasılalarını ve bütçe rakamlarını bölüm çıkarmak ve hesap etmek değildir.

Coğrafi planlama ve vizyon apayrı bir şeydir ki bu, çoğu yerde satranç ve üç boyutlu düşünce gerektiren bir mefhumdur ve bir başka yazının konusudur.

Burada kaçırdığımız tren, en az Ukrayna'nın bağımsızlığından bu yana geçen ve Ukrayna'nın acı acı adeta kumda oynayarak kaybettiği 30 senede kaçırdığı tren kadar büyük bir trendir.


Afrika'da tarım arazisi alan, Güney Amerika'da tarım arazileri alan Türkiye, nedense Orta Asya'da bu tarz bir tasarrufta bulunmadı.

Türkiye'nin et ihtiyacının bile buralardan getirilmesi düşünülmedi veya nedense olmadı. Olabilirdi de… Çünkü klişeleşmiş "kardeşlik, Atavatan, Türk yurdu, Turan" gibi kelimelerle karnı doymaz insanların. 

İnsanları ve ülkeleri parasal çıkarda bir araya getiremezseniz başka hiçbir şekilde bir araya gelmezler. Çünkü ne kadar kardeş olursan ol, devletlerarası birliği sadece çıkar birliği sağlar.

Görüyorsunuz Rusya ile Ukrayna'yı. Aynı soydan değiller mi? Aynı soydanlar. Neredeyse yüzde 80 yakın dilleri konuşuyorlar ama kardeşlik mi kaldı? Bir bakın bakalım.

Ortak refah alanı meydana getirmediğin sürece kardeşlik yoktur ama edebiyatı vardır. TÜRKSOY adlı kurumumuzun bile bir kere bu gibi meselelere eğildiğini görmedim.

Bıktım artık buzkaşi oynayan adamları ve yecüc-mecuc gibi dolu konvoylarla giden bürokratların ağırlanması ve sıfır sonuçla dönülen gezilerden.

Özbekistan kaynıyor ama aksakallılar açıklama yapmıyor. Çok mu sallamış haldeyiz acaba Orta Asya'yı? Yoksa sanki Çin alacağına bir süre daha Rusya'nın elinde emaneten kalsın der gibi miyiz ya da bunu kabullenmiş gibi miyiz?

Ama şüpheniz olmasın, Orta Asya, Çin tarafından er geç ele geçirilecek. Rusya ne kadar bizim "babamızın oğlu" olmasa da Çin'e karşı bölgede bir denge unsuru. Ukrayna konusunda "şeytan" olan Rusya, Çin'e karşı, "ehven ortak" olabiliyor.

Ama bir yere kadar elbette. Köprüyü geçene dek ayıya dayı demeliyiz. O köprüleri inşa ettik mi peki? Henüz değil…

Kazakistan'da 80 Ermeni Askerin Kazak halkına ateş açmasını maalesef üzülerek tüm Türk ülkeleri izledi.

Azerbaycan'da ise coğrafi yakınlık ve uzun süredir geliştirilen ilişkiler meyvesini başarılı şekilde verdi ki bu da zarardan kar sayılabilecek olumlu bir şey.


Bölgede her ülke kendisine bir "stratejik ortak" seçmiş durumda. Özbekistan ağır şekilde Hindistan ile ortaklıklar kuruyor, Türkmenistan da İran ile özellikle ocak ayında zirveye ulaşan gayet sıkı ilişkilere sahip.

Kırgızistan'da ise ülkenin ithalat ve ihracatının büyük kısmını daha şimdiden Çin domine etmiş durumda. Peki, niye biz değiliz?

Çünkü arada uzun mu uzun bir mesafe var. E iyi de kardeşim o mesafe ticarete engel mi? Kırgızistan ile Moskova arasındaki mesafeden daha mı uzağız? Pekin'den daha mı uzağız Bişkek'e? Hayır. Hatta Van'dan Bişkek'e olan mesafe, Pekin-Bişkek mesafesinden 800 km daha kısadır.

Peki, Sovyetler nasıl sağlıyordu bu mal akışını? Önce trenlerle iç pazardaki ana lojistik noktalarına getirip sonra fazlasını limanlardan satarak.

Neden Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan ile aramızda bir Demiryolu köprüsü inşa etmek ve onların var olan hatlarını onarıp en azından daha direkt bir hat yapılana dek bunu idareten kullanmayı düşünmedik?

Neden bu demiryolu hattını Türkiye'de bir kıyıda inşa edilecek "serbest bölgeye" bağlamadık? Neden geri alınması hayal olan Zengezur Koridoru'na verdiğimiz önemi Gürcistan'a verip bu ülkeyi "Türk Ortak Refah Alanı" cazibesine inandırarak Hazar'a Karadeniz'den bir demiryolu köprüsü kurmadık?


Bizler denizciliği kabaca bin yıldır bilen bir milletiz. Denizcilik konusunda bir ülkenin mutlaka denize kıyısının olması gerekmemektedir.

Dünyanın en büyük konteyner taşıma şirketi olan MSC (Mediterranean Shipping Company) her ne kadar adında Akdeniz olsa da İsviçre'ye ait bir şirkettir.

Bu bağlamda denize 1 kilometre bile kıyısı olmayan İsviçre'nin dünya denizlerindeki ekonomik gücü tartışmasızdır. İsviçre'nin bu emsal durumu, benzerini Türk dünyası için de yapmak üzere bir model teşkil eder mi? Pek tabii ki eder.


Bu konuda denizciliğin ilk ve en karlı basamağına dair Azerbaycan ve Orta Asya Türk ülkelerini birinci aşamada öncelikle Türkiye'de yapılacak bir "Serbest Ticaret Limanı" üzerinde yoğunlaştırmak gerekir.

Hazar Gölü'nün doğusunda, Orta Asya'daki 4 Türk ülkesini denize kavuşturacak iki ana yol bulunur. Bunların ikisinin de seçimi, iki ayrı politik varsayım ve senaryo ile farklı modellemeler ve siyasi birliktelikleri de getirecektir.

Bunlardan en makul, en masrafı düşük ve en güvenli olanı, Azerbaycan'ın Bakü şehri ve Gürcistan'ın Batum şehri arasındaki Sovyet döneminden kalma Demiryolu hattıdır.

Bu hat, Türkiye sınırına çok yakın bir yerde sona ermektedir. İşte tam bu noktada, Artvin'in Kemalpaşa İlçesi limanının dolgu ve sahil bandında bir "serbest bölge" meydana getirilmesi ile Kemalpaşa ile Batum tren garı arasına 24 kilometrelik bir demiryolu hattı, tüm deniz taşımacılığının Bakü'ye sevk edilip oradan da Türkmenistan ve Kazakistan limanlarına gönderilmesini sağlayacak olan en güvenli yoldur.
 

    

Bu hem Gürcistan'ı Türkiye'nin ekonomik eksenine daha bağımlı hale getirecek hem de ülkenin bir Türk Ortak Pazarı içerisine stratejik öneminden dolayı dâhil ya da ortak edilmesini sağlayacaktır.

Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin en az gelişmiş kıyıları olan bu kesimlere ekonomik canlılık getirecek ve coğrafi olarak hinterlandı son derece dar olan bu toprakların hinterlandını, tüm Orta Asya'ya dek genişletecektir.

Karadeniz insanı da denize sadece Hamsi için veya kum çekmek için açılmak zorunda kalmayacaktır.
 

 

İkinci ve daha az öneme haiz bir rota ise Ermenistan'ın bu hatta dahil edilmesi ile olabilir ki bu da Ermenistan'ın ekonomik çıkarlarını "siyasi komplekslerine" göre ne kadar öncelikli tutacağına bağlıdır.

Zira son derece hayati bir koridoru her an kapatabilecek bir siyasi zıtlaşma, Ermenistan'ın elinde koz olabileceği gibi eğer zeki idarecilerin olması durumunda Ermenistan'ın böyle bir gelir kapısından mahrum kalmamak için bu hattın akışkanlığını bozmamayı da politika haline getirip kendisini bir işlek güzergâh olarak görmesi ve bundan nemalanması yararınadır.

Ne var ki Ermenistan'ı idare eden güçler, Ermenistan'ın çıkarından çok yurtdışındaki diaspora ve onların yayılmacı politikaları ve söylemlerinin etkisi altındadır.

Bu durumda Gürcistan, en güvenli güzergâh haline gelmektedir. Ayrıca Ermenistan'ın seçilmesi durumunda denizlere doğru uzatılacak demir yolu güzergâhı ve taşıma maliyeti artacağı da şüphesizdir.
 

    

Bu öneriler bütününde Kazakistan'ın, Özbekistan'ın, Kırgızistan'ın, Azerbaycan'ın ve Türkmenistan'ın bir serbest bölgeye sahip olması ve bunun Batum yolu ile Gürcistan'dan Azerbaycan'da Bakü'ye kesintisiz demiryolu ile bağlanması bunun birinci kısmıdır.

İkinci kısmı ise saydığımız ülkelerin deniz kuvvetlerine sahip olmasına yönelik bir projeksiyondur ki bunun için Karadeniz değil, Akdeniz'de ve Pakistan'ın Gwadar Limanı ile Somali'nin Modagişu limanları uygundur.

Bu, görünürde bir ortak denizcilik irtibat ve harekât merkezi gibi olsa da zamanla Orta Asya ülkelerini burada bir deniz gücü oluşturmaya itebilir.

Gwadar, Pakistan'ın güneyinde bulunan ve Çin'in "Kuşak yol" projesinin denize çıktığı çekiç başı şekilli bir yarımadadır. Kapıdağ Yarımadası'nın baş aşağı çevrilmiş halini düşünün aynı buna benzer işte.

Burası bir derin deniz limanıdır ve en ağır gemiler yaklaşabilmektedir. Bunun batısında ise İran'ın Chabahar limanı vardır ki burası da İran-Afganistan denizcilik işletmeleri için kullanılmaktadır.

Pakistan ve Hindistan, teknik olarak savaş halinde oldukları için bu limanların ikisinin de kullanılması faydalıdır. Zira Hindistan ile yapılacak bir ticarette Gwadar limanı yerine Chabahar limanı tercih edilebilir.

Tüm bu limanlarda sadece Pakistan'da Türk dünyasının savaş gemilerinin barınması olasıdır ki bu da, meselenin ikinci ayağıdır.

Şu anda Türk dünyasının gemilerini istediği gibi yüzdüren ama Okyanuslara çıkmak için çevre ülkelerin sularından geçmek zorunda kalan ülkesi olmamızın getirdiği yükü de azaltacaktır bu şüphesiz…
 

    

Basra Körfezi'ni kapayan Hürmüz Boğazı ve Kızıldeniz'i kapayan Babülmendep boğazının Somali-Gwadar çizgisinde bir Türk dünyası güvenlik çıkarı hattı üzerinde düşünülmesi gerekmekte.

Burada anlattığım her şey uzun planlamalar ve çok değişken dengelerin üzerine kuruludur ve hayatidir.

Bunları okurken tüm bu fikirlerin, Türkiye'nin çıkarını ve geleceğe yönelik sıçramasını sağlayacak en büyük proje olduğunu biliniz.

Zira Türkleri boğazlara hapsedemeyen stratejistlerin Yunanistan kartını kullanarak Ege'ye hapsetmek istemesine karşın kumpası daha dışarıdan açık denizlere ve okyanus açığında körfez girişlerine konuşlandıracak şekilde kurmak, olası bir "kapatma" ve "sıkıştırma" eylemine karşın en uygun alternatif olacaktır.

Bu şekilde Türkiye ve Pakistan arasında da (Hazar hariç) kesintisiz bir demiryolu hattı ile Hint Okyanusuna çıkış sağlanmış olacaktır ki arada zikretmediğimiz Afganistan'ın Kuzeydoğu ucunun, bölgedeki Türk ve Tacik toplulukların kullanılması ile kendi topraklarındaki bir güvenli geçişi sağlayacak "özgür bölgeyi" temin etmeleri zor değildir.
 

 

Bu çıkış, hat üzerindeki tüm ülkelere stratejik bir serbesti kazandırmakla kalmayacak onları bir denizci ülke haline getirecektir.

Aynı zamanda dünya denizleri üzerinde yeni bir denizci aktör de meydana getirecek ve bunun pivot (oyun kurucu) ülkesi de Türkiye olacaktır.

Hint Okyanusu'nun iki önemli kısmını da dış eksenden (Mogadişu-Gwadar) çizgisinden stratejik olarak tutacak bir "askeri konuşlanma" dünyada hesaba katılması gereken bir diğer gücü "Türk Ülkeleri Donanmasını" ortaya çıkaracaktır.

Buna Gürcistan'ın da dâhil edilerek bu hattın ayrılmaz bir parçası olarak kendini görmesi ve bu serbest denizcilik imkânına dâhil edilmesi elzemdir. Zira Gürcistan, Türk Ülkelerini en yapıcı ve sorunsuz siyaseti ile birleştiren doğal bir köprüdür.

Denize çıkışı olmayan Kıyıgörmez (Landlocked) bir coğrafyadaki ülkelerin denizlerde güç oluşturacak halde varlık göstermesi için onları bunun çıkarına ikna etmek ve denizcilik geliri sağlamaları ve serbest deniz ticaretinde bulunmaları ana maksat olmalıdır.

Bu şekilde çevre ülkelerin kotaları ve kesintilerine tabi olmadan serbest deniz ticareti yapabilecekleri gibi, Akdeniz ve Hint Okyanusu gibi Okyanus sularında Türkiye'nin elini ve stratejik giderlerini (uzun vadede) hafifletecek bir yapılanma da buradaki yazıda ayrıca öngörülmekte olan bir avantajdır.


Türkiye, bu konuda kıyılarında 4 Orta Asya ülkesi ve Azerbaycan'a öncelikle demiryolu hattına kolaylıkla bağlanabilecek mesafedeki Artvin Kemalpaşa'da bir serbest bölge temin edebilir.

Bu ne dikkat çeken, ne kötü amaçlı yorumlanabilecek bir öneridir. Herhangi bir askeri güç ya da donanma gücü zikredilmeksizin Türk ülkelerinin denizciliğe özendirilmesi, denizcileştirilmesi için Türk Karasularının onların hizmetine sunulması, hem Türkiye'nin doğusu için önemlidir hem de bu hattın üzerindeki ülkeler ve Türkiye'nin okyanuslara erişimi için bir gerekliliktir.

Bu projenin oluşturacağı katma değer, hem ekonomik hareketlilik hem de para ve mal çevrimi ve sermayenin yörüngesini de bu coğrafyada daha farklı ve Türk Ülkelerinin lehine bir eksene oturtacaktır.


"Bundan daha iyisi nedir?" derseniz bu ise KKTC'de Gemikonağı'nda bulunan Yedidalga rıhtımıdır. 500 metrelik ve çürümekte olan bu çelik rıhtım, ağır gemilerin yanaşmasına son derece mükemmel konumu ile imkan veren bir rıhtımdır ve büyük bir liman olması için gerekli şartlara bir parça yatırımla ev sahipliği yapabilir.

KKTC'nin Tayvan gibi "BM üyesi olmadan" ekmeğini kazanması ve hak ettiği gönence kavuşması için de bu çürümekte olan liman, söz konusu serbest bölge için en ideal mevkidir.
 

6.JPG
Yedidalga rıhtımı, Gemikonağı, KKTC

 

Hasılı kelam, Okyanuslar, Türk milletinin ayağını değil, gözlerini ıslatması gereken bir aşk rüyası olmalıdır.  

Türklerin Göktürk ve Hun İmparatorluklarının çöküşü ile Büyük Okyanus kıyılarını ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son bulması ile Yemen'i ve Hint Okyanusunu kaybetmeleri ile tüm Türk dünyasının geleceğinde bir amaç olmalıdır.

Türk ülkelerinin hayatiyetlerini sürdürmeleri için hem Heartland hem de Rimland teorilerine uygun bir deniz ve kara bütünlüğünü sağlamaları ve bunu refah ve güvenliklerinin bir anahtarı olarak görmeleri elzemdir.

Bunun bir politika haline getirilmesi için kaleme alınacak daha kapsamlı bir çalışma için bu yazılanlar özet hükmündedir.


Burada saydığımız her şey, dünyadaki diğer emsal ülkelerin çeşitli ölçeklerde uyguladığı ve gerçekleştirdikleri işlerin Türk dünyasının çıkarları için bir politika ve yol haritası üzerinde amacına uygun şekilde yapılması üzerine tümüyle uygulanabilir projeler bütününden oluşmaktadır.

Bu tür projeleri ve bundan daha zor olanları başarmış olan bir ulus için burada anlatılanlar zor değildir. Zira rüyaları bir olan toplumlar ve idarecileri için, yapılması imkânsız bir şey yoktur.

İşin en sağlıklı ve amacına uygun şekilde yapılması için en mühim noktadan başlamak ve sürdürebilme iradesi olmalıdır.

Bu irade de her işgüzar görevlinin kafasına estiğinde yok Bosna'dan et ithalatı yok ceviz ithalatı yapalım gibi birkaç kişinin cebini dolduracak işlerle değil tüm Türklerin geleceğini ve kaybettiğimiz asırların acı sayfalarını dolduracak anlamlı işlerle mümkündür.

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Kısmetse haftaya görüşmek üzere.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU