Erken seçim tartışmaları ve edilgen muhalefet

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Kate Dehler

İktidar partisi uzunca bir süredir erken seçim için nabız yokluyor. Ancak bu yoklama, aklında mutlak bir seçim planı ve tarihi olmasından kaynaklanmıyor.

20 yıllık iktidarı boyunca ilk kez kaybetmeye kazanmaktan daha yakın olan iktidar partisi, dış politikada krizler yaratıp, iç politikada da kendi yarattığı krizlere pansuman yaparak oylarını artırma gayesinde.

Verili gerçeklikle başa çıkabilme kabiliyetini yitiren iktidar, toplumu kendi alternatif gerçekliğine ikna etme çabasında, ancak özellikle ekonomideki acı gerçekler, iktidarın bu çabasını boşa düşürüyor.

Büyükelçiler krizinden (persona non grata), aralık ayında yaşanan kur şokuna ve oradan asgari ücret zamlarına kadar tüm girişimler aslında toplumu bu alternatif gerçekliğe ikna etmenin bir ürünü: "Çözerse yine reis çözer."

İktidar, özellikle Grup Başkanvekili Akbaşoğlu'nun sözcülüğünü yaptığı biçimde, mart ayından beri asgari ücrete zam, EYT sorununun çözülmesi, KYK'larla ilgili değerlendirme, 3600 ek gösterge, sözleşmeli personellerin kadroya geçirilmesi gibi konularda temmuz ayını işaret ederek çözüm bulunacağını belirtmişti.

Ancak anketlerdeki tablo, tüm bunlar yapılsa dahi aradaki farkın iktidar lehine kapanmasının mümkün olmadığı anlaşılınca ötelendi. Bu, iktidarın sonbaharda yapmayı planladığı erken seçim planını da ötelemesi anlamına geliyordu. 


Bunu nereden anlıyorum? Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın asgari ücret açıklamasında, ısrarla yapılan zammın bir ara zam olduğunu vurgulaması ve esas zammın yılbaşında yapılacağının altını çizmesi.

İkincisi ise Çalışma Bakanı Bilgin'in 24 TV'de katıldığı bir yayında EYT sorununun ne zaman çözüleceğiyle ilgili bir soruya "Bu yılın sonuna kadar bu yolda önümüzde olan bütün dosyaları çözeceğiz" cevabını vermesi.

Bu sorunlar, iktidarın sonbahar için seçimi zorladığı dönemde temmuz ayında çözülmesini vadettiği sorunlardı.

Dolayısıyla iktidarın kamu bütçesini zorlayarak kısa vadeli bir "yalancı bahar" yaratmadan seçime gitmeyeceği düşünüldüğünde, bu sorunlara bütçe gerçeklerinden uzak bir yanıt verip geçici çözümler üreterek seçimlere gidileceği ifade edilebilir.

Bu yüzden seçimlerin yılbaşı sonrasına kaldığı da belirtilebilir. Ancak iktidarın, bununla ilgili de tarihi mutlak suretle belli bir planı olduğu iddia edilemez.

Hatta bunun tam tersini iddia etmek mümkündür. İktidar, kaybettiği senaryoda yetkilerini son güne kadar kullanmak isteyecek ve hatta dış siyasette siyasetsizliği siyasete yeğleyerek bir çatışma ortamıyla seçimleri ertelemeyi bile deneyebilecektir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diğer yandan, özellikle HDP'nin kapatılması durumunda iktidar, HDP seçmenine meşru siyasetten umudu kestirerek iktidar ve muhalefet arasında iktidar aleyhine oluşan oy farkının kapanması için onları sandığı boykot eğilimine sokmaya çalışacaktır.

İktidarın boykot eğilimi için, tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi terör örgütü lideri Öcalan'ı kullanma ihtimalini de görmezden gelmemek gerekir ki iktidara yakın kalemlerden olan Abdülkadir Selvi, bu ihtimali köşesine taşıdı.

Yani iktidarın stratejisi üç temel üzerinde şekilleniyor: 

  1. Kendisinden kopup kararsız safına geçen ve muhalif bloka katılmayan seçmeni "İktisadi yalancı bahar" ile yeniden saflarına katmak, 
  2. Oyunu alamayacağı kitleyi en azından sandıktan uzak tutmak
  3. Yukarıda atıf yaptığım Selvi'nin yazısında da görüldüğü gibi muhalefetin tek adayla seçime gitmesine engel olarak seçimlerin ikinci tura kalmasını sağlamak. 

Üçüncü maddenin önemi şu; iktidar, HDP seçmenini sandığa küstürüp, diğer yandan da il sayısını arttırma vb. çeşitli olası yöntemlere başvurarak parlamento çoğunluğunu, yani 301 milletvekilini kazanıp, seçimlerin ikinci tura kaldığı denklemde parlamento ve Cumhurbaşkanlığı tek elde toplanmazsa kriz çıkacağı vurgusuyla seçmeni "istikrardan" yana davranmaya çağırmayı hedefleyecek.

Öbür yandan böyle bir senaryo yaşanırsa "Erdoğan'ın son dönemi" iddiasına sarılıp, Cumhurbaşkanının seçmeniyle kurduğu duygusal ilişkiyle de seçmen tabanını genişletmeye çalışacak. 

Peki, bu denklemde muhalefet ne yapmalı? Buna yakın zamanda yaşadığımız biri başarılı biri başarısız iki örnekten hareket ederek yanıt vermemiz mümkün. Önce başarısız olan örnekten başlayalım: Macaristan.

Macaristan'da da tıpkı bizde olduğu gibi altılı ve birleşik bir muhalefet Orban'a karşı yarıştı. Orada da muhalefet, kendi ortak programına güvenmektense Orban'ın yaratacağı ve derinleştireceği krizlere güvendi.

Ancak Orban, son derece ustaca bir hamleyle, Rusya-Ukrayna savaşı çıktığı esnada muhalefetin güvendiği krizleri kendi lehine çevirdi ve muhalefetin NATO yanlısı olduğunu, dolayısıyla Macaristan'ı Ukrayna'nın yanında savaşa sokarak hem ülkeye mülteci gelmesine sebep olacağını hem de bu durumun ekonomiyi daha da kötü hâle getireceğini iddia etti. Orban'ın edilgen muhalefete karşı bu hamlesi toplumda karşılık buldu ve yeniden seçildi. 


Diğer taraftan başarılı örneği temsil eden bir diğer birleşik muhalefet vakası ise Malezya'da yaşandı.

Burada muhalefet, iktidarın krizlerindense kendi ortak programına güvenmeyi tercih etti: Muhalefet, bu doğrultuda ekonomi sahasında belirlediği asgari müştereklerde uzlaşarak toplumun önüne 100 günlük, 200 günlük; 1 yıllık, 2 yıllık… kademeli planlar koydu. 

Dolayısıyla araştırmalarda toplumun yüzde 70'inin en büyük sorun olarak ekonomiyi gördüğü bir dönemde bizde de yapılması gereken böyle bir ortak programdır.

Bu program son derece somut hedefleri ortaya koymalıdır: 

Örneğin Millet İttifakı'nın 100 günün ardından enflasyon hedefi nedir? Faiz politikası ne olacaktır, döviz kurlarıyla ilgili hedef nedir?

Yine bunun yanında örneğin nitelikli barınma sorunu orta ya da uzun vadede ne gibi bir süre içinde ve nasıl çözülecektir?

Mevcut durumda Altılı Masa toplantılarından çıkan sonuçlar, kamuoyunda beklenen etkiyi yaratmamaktadır.

Çünkü Altılı Masa, hastalığına çözüm arayan hastalara ilaç vermek yerine hastane binasının yeniden inşa edileceğini vadetmektedir. Hiçbir hastanın önceliği hastanenin fiziksel yapısı değildir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU