Alevi kimliği üzerine: İnanç kabuğu altında bir yaşam biçimi, bir ortakçı insan felsefesi (mi?)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Babai Ayaklanması / Görsel: bilgeyik.com

Bizans'ın 1071'de Malazgirt Savaşı'nda gücünün kırılmasıyla Horasan ve Azerbaycan üzerinden 150 yıl süresince Anadolu'ya gelen Türkmenler, Anadolu'da alışık olmadıkları, eşitsiz ilişkilerle sürdürülen bir düzenle karşılaştılar.

Evet, alışık olmadıkları bir düzendi bu!

Anadolu da feodal sömürü ilişkileri ve merkezi feodal devlet otoritesi egemendir.

Göçebe ve yerleşik büyük köylü kitlesini oluşturan Türkmen, Kürt, Rum, Ermeni, Arap kır yoksulları ya feodal egemenliğe boyun eğecek ya da sömürü ve baskıdan kurtulmak için örgütlenip ayaklanacak ve kendi eşitlikçi düzenlerini kuracaktır.

Yoksul köylülük ile feodal egemenlik arasındaki çelişkiler derinleşir ve mücadele giderek siyasi-ideolojik biçimler kazanır.

Bu mücadele içinde Anadolu'da ve Kürdistan'da sözü geçen halklar, Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Arap kimlikleri içinden bir ortak kimlik şekillenmeye başlar.

İşte "Alevilik" dediğimiz bu kimlik, Anadolu'nun ve Kürdistan'ın yoksul halklarının kültürel birikimlerinin bu topraklarda harmanlanıp mayalanması ve kızgın ateşte pişirilmesiyle oluşur.


İlk kızgın ateş 1240'daki Babailer hareketidir

Babailer hareketinin spontane yanı vardır; ama sadece spontane bir hareket değildir…

Babailer hareketi, kırın kentin üzerine yürüyüşüdür.

Her şeyini yitirmekte olan, gelip duvara dayanan kır yoksullarının Konya'daki merkezi feodal Selçuklu Sultanlığını alaşağı etme yürüyüşüdür.

Bu bir iktidar yürüyüşüdür.

Amaç temel üretim aracı olan toprağın tüm halkın ortak kullanımına açılmasıdır.

Selçuklu Sultanlarının alaşağı edilmesi, Selçuklu devlet idaresinin ve aristokrat feodal toprak beylerinin ayrıcalıklarına son verilmesidir.
 

b.jpg
Babailer / Görsel: Wikipedia

 

Aleviliğin özü devrimcidir!

Tarihi halk yapıyor, ama tarihi maalesef çoğu kez halk yazmıyor.  

Tarihi yazanlar egemen sınıfların tarih yazıcıları oluyor.

Bu nedenle, tarih yazımında egemen sınıfların halk hareketlerini suçlayıcı, karalayıcı, aşağılayıcı ifadeleri, halk kahramanlarının katli üzerine fermanlar, işgaller ve fetihler dışında pek fazla bir şeylere rastlanmaz.

Egemen sınıflar Tarihi gerçekleri hep saptırırlar.

Ancak halkın gerçek kimliği de, işte bu kıyasıya sürüp giden hak mücadelesinde şekillenir.

Başlangıçta ekonomik/sınıfsal hak talepleri ile başlayan mücadele giderek siyasi ve ideolojik bir biçim kazanmaya başlar ve feodal yönetimin tüm üst yapı kurumları ile çatışmaya girer.

Alevi kimliği de bu mücadele içinde şekillenir.

Mücadele içinde Anadolu'nun yoksulları, inançlarını, düşlerini ve özlemlerini dillendirir. Destanlar, efsaneler, mitolojiler söylenir ve yazılır. Halk buralarda halk olur, önderlerini ve kahramanlarını buralardan doğru yaratır...  

İşte Alevilik, feodal sömürü ve despotluğa karşı vermiş olduğu böylesi mücadelelerden ortaya çıkmıştır.

Bu bakış açısından Alevilik, bir etnik köken ya da bu etnik kökene bağlı bir kültürel unsur olarak belirmediği gibi, bir dini-inanç olarak, Ali ve ehlibeyt sevgisi ve bağlılığı üzerinden bir İslam mezhebi ya da tarikatı olarak da belirmez.

Alevilik, "inançsal" bir örtü altında, bir yaşam biçimi, bir insan felsefesi, feodalizme karşı ezilen ve sömürülen bir sınıf kimliği biçiminde belirir.

Bu devrimci öz mezhepsel sathilik altında boğulursa, Aleviliğin dünü olduğu gibi bugünü de anlaşılmaz. Alevilik şekli bir mezhebe dönüşür ve Şii İslam mezhebinin kısır bir yorumuna örtü rolü oynamaktan öteye gidemez.

Ancak bilelim ki, feodal toplum çağının dinsel-inançsal iklimi, tüm kimlikleri de kaçınılmaz olarak bu iklim koşulları içinde şekillendirir.

Alevi kimliğinin şekillenmesi de bunun dışında kalamazdı.

Aleviler de burada kendilerini bir inanç şemsiyesi altında gizleyecekti; ama bu inanç, tümüyle resmi egemen inanç dışında "sapkın" bir inançtı.

Eğer Alevilik bir inanç kimliğine indirgenecekse, işe salt bu yönüyle bakmak gerekiyor.

 Anlaşılacağı üzere buradaki inançsal/dinsel yön bir tür 'kabuk'tur...

Şayet bu böyle olmasaydı günümüz koşullarında, Aleviler, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ortadan kaldırılması ve 'Özgürlükçü laiklik ve demokratik bir toplum' talebiyle hareket etmezlerdi.

Öte yandan "Diyanet'te bize de yer verilmeli" diyen "Aleviler" var.

Hiç şüphesiz onların sorunu başka; Alevi kimliğini ve öğretisini kendi içeriğinin ötesine taşıyarak, "resmi Sünni İslam" inancının yanında resmi "Alevi İslam" inancı olsun istiyorlar.

Tarihi süreç içinde İslam coğrafyasında olsun, Hristiyan coğrafyasında olsun, feodalizme karşı siyasi mücadele içinde yer almış olan tüm devrimci hareketler irdelendiğinde, bunların inançsal niteliklerinin çoğu kez bir “kabuk'tan ibaret olduğu görülür.

Bunun içindir ki, bu hareketler, gerçek kimliklerini bu inançsal yönleriyle değil, feodalizme karşı yürüttükleri sınıfsal mücadele yönleriyle kazanırlar.


Engels'ten okuyalım...

Genellikle feodalizme karşı yöneltilen tüm saldırıların, her şeyden önce kiliseye karşı saldırılar olacağı, toplumsal ve siyasal tüm devrimci öğretilerin, aynı zamanda ve her şeyden önce, tanrı bilimsel sapkınlıklar olacağı açıktır. Var olan toplumsal koşullara dokunabilmek için onların kutsal niteliklerini kaldırmak gerekiyordu.
 

Feodalizme karşı devrimci muhalefet, tüm orta çağ boyunca devam etti. Bu muhalefet, kendini, koşullara göre kimi zaman mistik, kimi zaman açık mezhep sapkınlığı, kimi zamanda silahlı ayaklanma biçimi altında gösteriyordu


Feodal sömürüye ve düzenin despotizmine karşı savaşan köylü yığınları, kendi hareketlerini meşrulaştırmadan ve Orta Çağ'ın feodal düzenini meşrulaştıran kilisenin dinsel dogmalarını mahkûm etmeden kendilerini bu savaşımda var edemezdi.

Bogomillerin, Thomas Munzer'lerin kilise temsilcilerini "şeytanın hizmetçileri", kiliseyi de "şeytanın evi" olarak ilan etmeleri boşuna değildi.

 
Engels'in köylü savaşları değerlendirmesinden 300 yıl geriye

Konya Selçuklu Sultanlığı, kendi feodal düzeninin meşruluğunu, feodal devlet İslam'ı üzerine temellendirmişti. Selçuklu Sultanlığı Bağdat'ta konumlanan halifeliğin de koruyucusuydu.

Bu durumda Selçuklu düzenine saldırmak demek, İslamiyet'e de saldırı demekti.

Babailerin İslamiyet'in dışında farklı bir ideolojik donanıma sahip olmadan Selçuklu düzenini yıkarak kendi düzenlerini kurmaları düşünülemezdi.

Babailerin ideolojik donanımına, dönemin Selçuklu Sultanı tüm devlet ricali ve ulema tayfasıyla koro halinde "sapkın, rafızi" vb." gibi tabirlerle saldırmaktaydılar.

Öte yandan Babailerin bu ideolojik donanımı, Anadolu'nun ezilen, sömürülen köylü, göçebe ve kentlerin küçük zanaatçı ve esnaf sınıf ve katmanlarının ideolojik donanımı idi.

Çok daha önemlisi Babailer hareketinde beliren, merkezinde insanın ve ortakçılığın olduğu bir yaşam biçiminin, bir insan felsefesinin toplumsal başkaldırısı olması idi.

Bu herhangi bir devlet-karşıtı başkaldırı değildi: Devletçi İslam Selçuklu düzenine ve Devletçi İslam Halifeliğe başkaldırı anlamına da geliyordu bu!

Devletçi İslam ideolojisi temelinde yükselen feodal sultanlık, kendi karşıt ideolojisini de yaratmıştı;

'Alevilik' idi bu! 

 

 

Kaynak:

1.  Kazım Eroğlu, Kulluğa Yoktur Rızamız, Alevilik, Tekin Yayınevi,1. Baskı, 2017, İstanbul.
2.  F. Engels, Köylüler Savaşı, Evrensel Basım yayım, 2006, İstanbul.
3.  Abdulbaki Gölpınarlı, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılap yayınevi, 2010, İstanbul.
4.  Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi c.1,3, Tekin yayınevi, 2017, İstanbul
5.  İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 1, TTK Yayınları, 2015, İstanbul
6.  İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu İnançları,1. Baskı, Derin Yayınları, 2007, İstanbul.
7.  Alevi Kaynakları, Nijat Birdoğan, Kaynak Yayınları 1-2, 2000, İstanbul,
8.  İrene Melikof, Uyur İdik, Uyardılar, Demos Yayınları, 2015, İstanbul,
9.  Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi Yayınları, 4. Basım, 1983, İstanbul.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU