PODCAST | Antikçağlarda mülteci krizleri

Yaptığım çalışmalarla geçmişe ilişkin gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya çalışıyorum ama benim yanıtlayamadığım, karanlıkta kalmış birçok soru var

Antikçağlarda başlayan siyasallaşma hareketleri yerel halk olarak nitelendirilen iktidarların çok kez sancılı bir dönemden geçtiklerini görmekteyiz.

Güçlü bir coğrafyada meydana gelebilecek her türlü siyasallaşma elbette tepkileri de beraberinde getirmekteydi.

İlk siyasallaşma hareketlerinin klasik anlamda Mezopotamya içerisinde gerçekleştiğini söylerken, o coğrafyanın hayat koşullarına uygun imkanlarının da olduğunu bilmekteyiz.

Fırat ve Dicle'nin beslediği alanların yanı sıra, biraz daha aşağısında yer alan Nil'in, siyasal oluşumlardaki rolü oldukça önemlidir.

İnsan yaşamına uygun coğrafyalar ilk seçilen iskan alanları olurken, su kaynakları, ticaret yolları, bağlantı noktaları ve diğer stratejik konular önemli tercih sebeplerinden sadece birkaçıdır. 
 

 

Mevcut siyasal rejimini kurup belirli coğrafyalara yayılan devletler, kendi sınırları içerisinde hiçbir yabancı unsuru görmek istemez.

Birer tehdit unsuru olarak nitelendirilen bu yabancı unsurlar, bazen bir düşman askeri, bazen casuslar ve bazen de mülteci grubu olabilmektedir.

Devletlerin rejimleri özellikle Eski Doğu'da kadir-i mutlakiyetçilikten müteşekkilken onların bu yapıları ikamet ettikleri coğrafyanın özellikleriyle doğrudan bağlantılıdır.

Sert bir iklim ve coğrafyada yerleşik olan milletlerin daha gaddar, acımasız ve otoriter olduklarını söyleyebilmekteyiz. 


Savaşlar, kıtlık, salgın hastalıklar ve niteliksiz kitlenin daha iyi bir yaşam arayış çabaları devletlerin sınırlarını çok kez tehdit etmiştir.

İki iktidar kuvvetinin giriştikleri savaş neticesinde ve daha çok fetih ile sonuçlanmış olurken mevcut halkın yeni bir otorite içerisinde yaşamlarını idame ettirmeleri pek de mümkün olmamıştır.

İşgal kuvvetleri tarafından ağır kıyıma maruz kalmış, şehirleri yağmalanmış, kadınlarına tecavüz edilip ve çocukları da öldürülen bir halkın yeni rejimi kabul etmesi ne kadar mümkün olabilirdi ki? 


Yaşanılan coğrafyalar her zaman cömert olmayabiliyordu… Yakın coğrafya halkları tarım, hayvancılık ve küçük sanayi ile giriştikleri meslek kollarıyla günlük yaşamlarını idame ettirirken, hasat fazlası ürünleri diğer coğrafyalara ihraç edebilmekteydi.

Diğer halklarla yapılan ticaret kimi zaman mütekabiliyet ölçüsünde değildi. Bu sebeple iki halk arasında çok kez savaşlar meydana gelirken bu savaşın sonucu olarak kıtlıklar baş göstermiş, yetersiz beslenen halk arasında bazı salgın hastalıklar da ortaya çıkmıştır. 

Bugün olduğu gibi antik devirlerde de insanoğlu daha iyi bir yaşam süreceğine inandığı coğrafyalara bazen işgal, bazen iltica bazen de mülteci statüsünde yerleşmiştir.

Yerleştiği coğrafyanın gerek kültür gerek örf ve adet gerekse ananelerine uyum sağlaması birkaç jenerasyon ötesine kadar sürebilmekteydi.

Bu uyum süreci her işgalci yahut mülteci tarafından aynı ölçüde gerçekleşemeyebilirdi. Azılı bir katilin mülteci olarak yerleştiği coğrafyadaki uyum süreci ile kıtlık sebebiyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan bir mültecinin uyum süreci arasında ciddi farklar mevcuttu. 


Sümer devrinde daha çok kültür emperyalizmini hissettiğimiz, toplum dinamiklerinde yaşanan yozlaşmanın zamanla bir işgale zemin hazırladığını, Akkadlı mültecilerin Sümer memleketindeki demografiyi değiştirdiğini ve bu değişimin yerel halkın kullandığı dilini de etkilediğini söyleyebilmekteyiz.

Açık bir hedef haline gelen Sümer memleketi, Akkad iktidar kuvvetlerince çok kez tehdit edilmesiyle birlikte Akkadlı vatandaşların bu coğrafyayı mesken tutup, Sümer halkının kültürel açıdan çöküntü içerisine girmesine neden oluyordu.

Sümercenin yerini artık Akkadca almaya başlarken, okullarda resmi dil olan Sümercenin yanında Akkadcada okutulmaya başlanmıştı.

Sümer iktidarı bu durum için bir çözüm üretmek yerine Akkadlı mültecilerin uyumu konusunda kendi dillerine ortak olacak mülteci dilini benimsemiş, yöneticiler Akkad kralları gibi giyinmeye ve Akkad rejimini benimsemeye başlamışlardır.

Çok geçmeden idareci kadrolarda Akkadları görürken onların uyguladıkları rejim Sümer devletinin çöküşünün de bir habercisi niteliğindeydi.
 

 

Yine Antik dünyanın önemli meselelerinden biri olan "Ege Göçleri" oldukça dikkate değerdir.

Doğu Avrupa ve Balkanlar'dan kaynaklanan bu göçlerin sebebi ekonomik, askeri ve siyasi zorunluluklarla birlikte nüfus artışına bağlanmıştır.

Thrak kavimlerinin neden olduğu Ege Göçleri süreci içerisinde, Dor göçleri de muhtemelen İllyr ve Thrak baskısıyla gerçekleşmiştir. 
 

 

Anadolu içlerine gelen istilacılar, yerel halkları katletmiş ve yerleşik bir düzene geçmeye başlamışlardır.

Bu eskiçağdaki göç, iklim değişikliğinin getirdiği huzursuzluk veya o sırada yaygın bir kuraklık tarafından tetiklenmiş olabilir.

Çünkü Ege göçünden hemen önce Mısır kaynaklarında Hatti ülkesinde kıtlık olduğu ve Hitit kralının yardım isteği üzerine birbiri ardına buğday gemileri gönderdiği yazılıdır.

Ancak bu durum, halihazırda harekete geçen işgalcilerin ticaret ve ikmal hatlarını bozması nedeniyle Hititleri kıtlığa sürüklemiş olabilir.

Öte yandan Hititler de kendi kaynaklarında son dönemde yaşanan kuraklıktan bahsetmişlerdir.


Bir başka konu ise, yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde elde edilen bulgular bize gösteriyor ki; Geç Tunç devri sonunda Filistin dağlık bölgesi ve Eski Ürdün'de nüfus patlaması yaşanmış, Hicaz bölgelerine yerleşen mültecilerin çömlek uğraşıları Myken unsurlarını taşımaktaydı.

Yakındoğu hattı boyunca çeşitli çekişmelere sahne olan bir başka coğrafya ise şüphesiz Mısır olmuş ve hem iç hem de dış siyasette etkin bir güce ulaşmak için ciddi mücadelelere girmiştir.

12. Hanedanlık döneminde yerli Mısır halkının kendi topraklarını koruma ve geri alma düşüncesi Hyksos iktidarının düşmesine neden olmuştu.

18 ve 19. Hanedanlığın (M.Ö. 1500-1200) iktidarı elinde bulundurma mücadelesi, aynı zamanda iç siyasetinde baş gösteren etnik köken çeşitliliğinin Nil deltasındaki iskanı dikkat çekicidir.
 

 

Bu deltaya yerleşenlerin köken bakımından kimler olduğu kadar oraya nasıl geldikleri de gündemi meşgul eden diğer bir başka tartışma konusudur.

Kimi yerleşimci kendi isteğiyle bu bölgeye gelirken bazıları ise köle pazarlarında sergilenip Mısır'a getirilen kölelerden ibarettir.

Mısır ekonomisi tarımsal işlevi, bu dönem itibariyle çeşitli işçi nüfusunu beslemiştir. Filistin bölgesinden Mısır'a işçi olarak gelen yerleşimciler olduğu kadar Firavun saraylarını ve mezarlarını inşa edecek amele nüfusu da geniş bir yer tutar.

Firavun'un inşa işlerinde çalışan İbrileri-Apiruları da bu nüfus içerisine yerleştirmek mümkündür.

 

Devam edecek… 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU