Adaylık dedikoduları neden Erdoğan'a yarar?

Derin Koçer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

İktidara göbek bağıyla bağlı medyada her akşam neden muhalefetin adayının kim olacağına dair dedikodu yapılır? 

Adı adaylıkla geçen her ismin, bu meseleye herhangi bir cümle kurmadan önce, cevap araması gereken tek soru budur. 

Malum kanalların kendi hür iradeleriyle ya da rating kovalamak amacıyla bu yayınları yapmadığı açıktır. Zira her kanalda, benzer insanlar benzer cümlelerle aynı şeyleri aktarmaktadır. 

Üstelik izleyicileri de artmamakta; tersine, markaları anlamsızlaşmaktadır. Çünkü rakibinden farkı olmayan 'marka' değil; toplu satış ürünüdür.

Dolayısıyla televizyonlar ve gazeteler, bu dedikodu trenine her bindiklerinde kendilerini değersizleştirmeyi kabul etmektedirler. 

Öyleyse neden? 

Örneğin kimileri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın karşsısına gelecek adaydan 'korktuğu' için irrasyonelleştiğini, bu yüzden de zaman zaman CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu ya da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu ringe çekmeye çalıştığını söylüyor. 

Bu doğru olsa, Erdoğan güçsüz gördüğü olası adayı karşısına alır ve sistematik bir şekilde tek bir kişiyi rakibi olarak ortaya koyardı.

Fakat böyle bir tutarlı mesaj görmüyoruz. İki hafta içinde hem İmamoğlu'nun yönetimindeki İBB terörle iş birliği yapmakla da suçlanıyor; Kılıçdaroğlu'na da yüz binlerce troll ile itibar suikastı da düzenleniyor. 

Dolayısıyla Erdoğan'ın kendine bir rakip seçtiğini söylemek zor. Zira televizyonlar da bir olası adaya değil; adaylık meselesinin dedikodularına odaklanıyorlar. 

Burada oynanan daha akıllıca bir oyun var: Çerçeveleme oyunu. 

'Çerçevelemek', aslında belli kavram ya da olayları yeniden tanımlamaktır; onlara anlam yüklemek ve toplumun da o kavramı, çerçevelenen anlamla beraber anlamasını sağlamaktır. 

Amerikan dil bilimci George Lakoff, 'Beyaz Fili Düşünme' kitabında çerçevelemenin siyasetteki önemini ustaca anlatır. ABD siyasetinde, özellikle Cumhuriyetçilerin üstün çabalarıyla 'özgürlük' ya da 'güvenlik' gibi kavramlar, partileri tarafından sahiplenilmiştir. 

Erdoğan ve kontrolündeki medya makinesinin de yapmaya çalıştığı, muhalefetin cumhurbaşkanı adaylığını çerçevelemeye çalışmaktır. 

Öyle ki, bu medya araçları sabah-akşam yaptıkları yayınlarla adaylığı, hırsları ve ihtiraslarıyla cumhurbaşkanlığını 'koparma'nın peşinde olan bir avuç siyaset oyuncusunun oyuncağı olarak tanımlamaya çalışmaktadır. 

CNN Türk izleyen bir seçmen, muhalefetin olası bir seçim galibiyeti sonrasında odaklanacağı konuları, vadettiği politikaları görmemektedir.

Zira dedikodular bir davanın, bir fikrin ya da bir vizyonun etrafında değil; hırslı insanların etrafında dolanmaktadır.

O insanların Türkiye için değil, kendileri için bir gelecek hayalleri vardır. Onlar için adaylık, Cumhurbaşkanı koltuğundan öte bir şey değildir. Ahlaki bir boyutu yoktur; kariyerlerinin bir sonraki adımından ibarettir. 

Dolayısıyla 'adaylık' kavramıyla 'muhalefet' aynı cümlede geçtiği anda, insanların aklına hırsları yüzünden birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, hırslarına yenik düşmüş, kariyerist insanlar gelmesi istenmektedir. 

Böylesi çerçeveleme girişimlerinin çok daha demokratik ortamlarda, oldukça başarılı sonuçlar verdiğini hatırlatmak gerekiyor.

Amerikalı siyaset yorumcusu James Fallows'un verilerle ortaya koyduğu gibi, ABD'de 2016 seçimlerinde seçmenin Trump kampanyasına dair aklında kalan mesaj Trump'ın "Amerika'yı tekrardan mükemmel yapma" vaadi ve bunun yoldaki öncelikleriydi (göçmen karşıtı politikalar gibi).

Fakat Clinton kampanyası sorulduğunda ortalama seçmen kampanyanın mesajını değil, Hillary Clinton'ın -hiçbir suç tespit edilemeyen- sözde "e-mail skandalı" idi (Clinton Dışişleri Bakanı'yken kimi devlet işlerini şahsi e-postasından halletmişti).

Trumo kampanyası hem kendi mesajına o kadar sabit kaldı hem de Clinton'ı yolsuzlukla öylesine büyük bir inatla suçladı ki seçmenin algısını belirlemeyi başardı. 


Türkiye'de yaratıcı siyaset araştırması yapmakla ilgilenen pek kimse olmadığı için bu sistematik çerçeveleme eforunun ne kadar başarılı olduğunu anlamamız oldukça zor.

Ama imkansız değil: Sadece CNN Türk'te değil, Halk TV'de de Türkiye'de hiçbir demografiyi temsil etmeyen Twitter cambazlarının dilinde de cumhurbaşkanlığı meselesinin bu çerçeve içinde konuşulduğunu gözlemliyoruz.

Şahsen ben Kılıçdaroğlu'nun ya da İmamoğlu'nun olası adaylıklarında siyasi öncelik ya da politikarlarının ne olacağına dair bir şey konuşan kimse görmüş değilim.

Bir gazeteciye söylenmiş herhangi bir dedikodu cümlesi, Kılıçdaroğlu'nun kadına karşı şiddeti hızla yavaşlatabilecek politika önerilerinden daha çok konuşuluyor. 

Ayrıca kimse kendini, ortalama bir muhalif siyasetçi gibi, "televizyonlar izlenmiyor, herkes Youtube'da Nevşin Mengü'den haber alıyor" masalına da inandırmasın.

Türkiye'de çoğunluk hâlâ televizyondan haber alıyor. Zaten "sosyal medya"nın gündemini de çoğunlukla konvansiyonel medyadan çıkan içerikler belirliyor. 


Ortalama seçmen, Twitter'da Tanju Özcan'ın her ırkçılık kokan tweet'ine cevap yetiştiren sosyalist aktivistten çok, ev işi yaparken ses olsun diye CNN Türk'ü açan ev hanımına ya da dükkanında müşteri beklerken gündüz kuşağı haberlerine yarım göz bakan bakkala benziyor. 

Dolayısıyla Twitter yalana inanmıyor diye, Türkiye'nin de bu algı makinesinden azade olduğunu zanneden yanılıyor.

KONDA'nın 2014 verilerine göre, Türkiye'de çoğunluk Gezi Parkı'nda "dış güçlerin eli" olduğuna inanıyordu. Üstelik 2014'te hâlâ Hürriyet diye bir gazete vardı. 

Fakat bu dedikodulardan sadece Erdoğan'ın ya da medya adı altında kurulan algı makinesinin sorumlu olduğunu zannetmek de akıl kârı değil. Zira muhalefetin içinde bir adaylık yarışı olmadığını iddia eden de siyasi körlük yaşıyordur. 

Bu dedikoduların konuşulmamasını isteyen hiç kimse ne 6 partinin bir araya geldiği toplantının ardından 'mesele sadece sistem değişikliği olmamalı' anlamına gelecek çıkış da yapmaz; belediye başkanlarının görevlerine devam edeceğini de söylemez.

Bu cümleleri basın önünde kuran her siyasetçi, adaylık dedikodularının ateşini harlayacağını bilir. Fakat farkında olmadıkları mesele, kendi elleriyle güç verdikleri ateşin, kendilerini kariyerist, hırslarına yenik düşmüş birer politikacı olarak tanımladığı. 


Öyleyse ne yapmak lazım? 

  1. Siyasetin bir öncelik belirleme işi olduğunu gözü adaylıkta olan herkes fark etmeli. "Cumhurbaşkanı olmak" bir siyasetçi için öncelik olabilir ama toplumun önceliği suçla mücadeledir, ekonomik kalkınmadır, çocuklarının mesleki eğitim alması ve istihdama dahil olabilmeleridir. Toplumun öncelikleriyle değil, şahsi hırslarla anılan siyasetçi dedikodu malzemesi olur; halkın öncelikleriyle anılan siyasetçi, seçim günü geldiğinde en güçlü aday çıkacağı için gerçekten aday olur. 
     
  2. Ortalama seçmen bir siyasi aktivist değildir. Her aktörün söylediği her cümleden haberdar olamaz. Bu yüzden de öncelik belirleyemeyen ve önceliklerini dile getiremeyen aktörler, kendileri hakkında söylenenlerle tanımlanacaktır. 
     
  3. Çerçeveleme gücü sadece Erdoğan'a özgü değil. 128 milyar dolar kampanyasının, Kılıçdaroğlu'nun TÜİK/Merkez Bankası ziyaretinin ya da İmamoğlu kampanyası sırasında 'bekâ'nın değil 'her mahalleye kreş'in güçlü çıkmasının kanıtladığı, muhalefetin de çerçeveleme gücünün olduğudur. Ama her kafadan farklı ses çıktığı müddetçe bu güç, mobilize olamayacaktır. 
     
  4. Dolayısıyla, 'adaylık' meselesinin ve Cumhurbaşkanlığının yeniden çerçevelenmesi için adı dedikodularda anılan her aktör, tekrardan bu makamın ne anlama geldiğini bir kişinin adaylığından daha önemli olduğunu anlatmalıdır. Mesele "koltuk" değil; o koltukta oturan kişinin suçla, adaletsizlikle ve yoksullukla topyekun mücadeleye girişmedir. 
     
  5. Son olarak, bu aktörlerin artık dedikodulara karşı 'savunma' modundan çıkıp, Erdoğan'ın Türkiye'nin başına sardığı bunca belaya rağmen adaylıktaki ısrarını "asıl koltuk sevdası" olarak tanımlaması; bunun karşısında şahsi hırslarla değil, milletin sorunlarını çözme davasıyla çıkıldığını hissetmesi gerekir. 

Bugünkü haliyle muhalefetin adaylığı birkaç ismin etrafında dolanan dedikodular üzerinden konuşulmasına izin vermesi, günü geldiğinde aday kim olursa olsun hırslarının esiri biriymiş gibi gözükmesini engelleyemeyecek. 

Muhalifler bu dedikodularla meşgulken Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, şu anda Twitter'ın farkında olmadığı gibi, mesleki eğitimlerden, sosyal yardımlardan bahsedecek; kendini 'devlet adamı' olarak tanımlayacak. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU