Uluslararası endekslere göre Türkiye'nin yolsuzlukla mücadele ve ekonomik özgürlük karnesi zayıf

Yolsuzluk Algı Endeksi'nde Türkiye 180 ülke arasında 96. sırada yer alırken, Ekonomik Özgürlük Endeksi'ne göre 107. sıraya geriledi. Prof. Dr. Ulusoy, Prof. Dr. Alçın ve Prof. Dr. Şen, söz konusu endeksler ile yoksulluk-yolsuzluk ilişkisini yorumladı

Fotoğraf: Twitter

Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün (Transparency International-TI) 2021 Yolsuzluk Algı Endeksi'ne göre Türkiye, 180 ülke arasında Arjantin, Sırbistan, Endonezya, Brezilya ve Lesotho Krallığı'yla birlikte 96. sırada yer aldı.

2012 yılından bu yana 42 basamak gerileyen Türkiye, son 10 yılın en düşük puanını almış oldu.

Yargı etkinliği, mülkiyet hakları, devlet harcamaları ve vergi yükü gibi kriterlerin göz önünde bulundurulduğu Ekonomik Özgürlük Endeksi'ne (Economic Freedom Index) göre de ülkedeki genel gidişat negatif yönlü.

Türkiye son yıllarda 70. sıralarda bulunduğu listede ilk kez 107'ye geriledi. 

Ruanda (105.) ve Kamboçya (106.) gibi ülkeler Türkiye'nin önünde yer alırken, Umman 108. oldu. 

"Türkiye, 200'e yakın ülke arasında ortalara geldi"

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Ulusoy'a göre Türkiye'nin yolsuzluk algı endeksinde alt sıralara gerileyerek son 10 yılda en çok puan kaybeden ülkelerden olmasının ana sebebi, ekonomik nedenler. Demokrasi seviyesinin yükseldiği ülkelerde gelişme ve büyümenin hızlandığına işaret eden Ulusoy, "2010 yılından bu yana erozyona uğrayan demokrasi ve ekonomik değerlerin şeffaflık ölçüsüne de yansıdığını görüyoruz" şeklinde konuştu.

'Medya özgürlüğündeki erime, kamu ihalelerinde toplumsal faydanın tersine işleyen uygulamalar, demokratik değerlerin azalması ve ekonomik özgürlüğün tüm ögeleriyle değer kaybına yol açtığını' öne süren Ulusoy, "Bu durum, Türkiye'yi yaklaşık 200'ye yakın ülke içinde ortalara getirmiş, sıradan bir ülke niteliğine taşımıştır" yorumunu yaptı.

 

Veysel Ulusoy
Prof. Dr. Veysel Ulusoy / Fotoğraf: Twitter

 

"Geleceğimizin en az 130 milyar dolarının ipotek altına alındığı yatırımlar..."

Devlet entegrasyonu ve mülkiyet haklarında da özellikle bir yıl içinde "inanılmaz" düşüşler yaşandığını belirten Prof. Dr. Veysel Ulusoy'a göre Türkiye, "orta seviyede özgür ülke" grubundan çıkıp "çoğunlukla özgür olmayan ülkeler" seviyesine geriledi.

"Bu duruma, kamu ihale yasasındaki keyfi uygulamalar, geleceğimizi belirsiz bir düzlemde ipotek altına almış kamu yatırımları ve onların finans yönteminin ne olduğunun bilinmemesi etkili etmiştir. Ayrıca hukuk kurallarındaki yıpranma ve etkinliğin azalması, yolsuzlukla mücadeleyi engeller bir yapı oluşturmaktadır" diyen Ulusoy, özellikle kamu ihale yönteminde 21 B'lerde "olağanüstü" durumların yaşandığını belirterek, ekledi:

"Kamu-Özel İşbirliği adı altında yapılan, hiçbir zaman hacminin, süresinin, yapısının ne olduğunu biz vergi ödeyenlerin bilmediği bir yatırım şekli var. Geleceğimizin en az 130 milyar dolarının ipotek altına alındığı yatırımlar var ve biz bu verileri yurtdışından elde ediyoruz! Halbuki vergi verip onların maliyetini yüklenen hanehalkı olarak, şeffaf şekilde elde etmemiz ve yatırım kararına fiili olarak iştirak etmemiz şart."

"Bu değerleri kaybetmek kolaydır ama yerine koymak yıllar alır"

Ekonomik Özgürlük Endeksi'nde son bir yılda 76. sıradan 107. sıraya düşen Türkiye'de; mali sağlık, çalışma özgürlüğü, mülkiyet hakları ve devlet harcamaları başta olmak üzere çoğu değerlendirmelerde olumsuz yöne doğru evrilmenin olduğuna dikkati çeken Ulusoy, bu değerleri kaybetmek kolay olsa da yerine koymanın yıllar alacağı uyarısı yaptı.

 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

 

"Yolsuzluğu sıradan bir vatandaş yapamaz"

Ekonomist Sinan Alçın ise gelişmekte olan ülkelerde devletin en önemli ekonomik güç olduğuna vurgu yaptı.

Alçın, devletin düzenleyici kurum olmanın yanı sıra milyonlarca kişiyi istihdam etmesi, yatırım yapması, elektrik, su satması, kısacası bir firma şeklinde çalışmasına değindi.

Türkiye'de Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devlet eliyle sermaye birikim gerçekleşse de ülkede nitelikli özel kesimin sermaye birikiminin ancak 1980'lerde ortaya çıkabildiğini dile getiren Alçın, "Birkaç holding dışında, 90'lar ve sonrasında da devletin ekonomi içerisindeki ağırlığı azalmamış ve biçim değiştirmiştir. Yap-işlet-devret, kamu-özel işbirliği gibi modellerle. Dolayısıyla en büyük işveren devlettir. Yolsuzluk, topluma ait kaynakların halk yararı dışında kullanılmasıdır. Bunu sıradan bir yurttaş yapamaz çünkü topluma ait kaynakları kullanma ve yönetme hakkı yoktur. Elbette kapitalist ekonomik yönelişteki ülkelerde sermaye birikim modelinde devletin perde arkası rolü aynıdır" değerlendirmesinde bulundu. 

"Şeffaflığın artırılması ve haksız rekabetin engellenmesi şart"

Burada esas olanın devletin dışlayıcı etki (crowding out) yaratmaması olduğuna vurgu yapan Alçın, "Devletin ekonomik faaliyetleri, özel teşebbüste bulunmak isteyen yatırımcıların iştahını azaltmamalı, imkanlarını sınırlandırmamalıdır. Sermaye birikiminin serbestleşmesi ve yolsuzluk algısının azalması için anayasal düzenleyici ve denetleyici kurumların güçlendirilmesi, şeffaflığın artırılması ve haksız rekabetin engellenmesi şarttır" şeklinde konuştu. 

2001'de güçlü ekonomiye geçiş programında şeffaflığın artırılmasının planlandığını hatırlatan Alçın, kamuya güvenin artmasının da yolsuzluğun ve yoksulluğun azalmasından geçtiğini de sözlerine ekledi.

 

​​​​​​​Prof. Dr. Sinan Alçın.jpg
Prof. Dr. Sinan Alçın / Fotoğraf: Twitter

 

"Hukuk ve adalette bozulma devam ederse ekonomi de düzelmez"   

Prof. Dr. Ersan Şen'e göre ise ekonomi başta olmak üzere Türkiye'de pek çok alandaki "olumsuzluğun" başlıca sebebi hukukun doğru işletilmemesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle Şen, hukuk ve adaletteki bozulmanın devam ettiği takdirde ekonominin de düzelmeyeceği görüşünde. 

Hukuki eksiklikler çoğaldıkça yolsuzluk ile yoksulluğun arttığını ifade eden Prof. Dr. Şen, dünyanın her yerinde para, mal varlığı ve mülkiyetin hukukla koruduğu, aslolanın hukuk güvenliği hakkı olduğunu belirtti

"Anayasaya, kanunlara, kurallara göre hareket eden şeffaf, denetlenebilir ve hesap sorulabilir bir sistem şart" diyen Şen, Türkiye'de kişiye göre hukuk sisteminin uygulandığı savundu. 

Ülkede bağımsız ve tarafsız bir yargının bulunmadığını öne süren Ersan Şen, şunları kaydetti:

"Hukukun evrensel ilke ve esaslarını tanıyıp kanunu düzenlemek yetmez, iyi bir şekilde uygulamak şarttır. 'Vergi affı, mali barış getirip kurallara uygun hareket etmeyeni de korurum' diyorsunuz, vergisiz kazancı, nereden elde edildiği belli olmayan, yurtdışından gelen parayı kullanıyorsunuz. Hesap soramıyorsunuz. Meclis'in denetimi zayıf, belediyelerin, bürokratların ve siyasilerin malvarlıklarını denetleyemiyorsunuz. Bu nedenle, özellikle siyasi nüfuz sahiplerinin malvarlıklarındaki ani yükselişleri de denetleyemiyorsunuz. Sayıştay'ın denetim raporlarının gereklerini yapamıyor, usulsüzlüklerin üzerine gidemiyorsunuz. Bir eleştiri getirildiğinde hemen 'FETÖ'cü', 'şucu', 'bucu' diye damga vuruluyor. Bazı olayların üstü kapatılıyor, yolsuzlukların üzerine etkin şekilde gidilmiyor. İnsanlar hukuka güven duymayınca, ya yastık altı yapıyor ya da parasını yurtdışına kaçırıyor."

 

ersan şen.jpg
Prof. Dr. Şen / Fotoğraf: Twitter


"Yolsuzluk iddiaları karşısında cezasızlık algısı artıyor"

Özellikle 2017'deki anayasa değişikliği referandumunun ardından işlerin kötüleştiğini belirten Şen'e göre 2018'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri bir milat oldu.

Bu tarihten sonra "Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun etki altında kaldı. Sermaye tekelleşti" yorumunu yapan Şen, yolsuzluk iddiaları karşında cezasızlık algısının da arttığını dile getirdi.

"Büyük kamu ihalelerinin belli kişi ve firmaların elinde toplandığının" toplumda artık açıktan söylenir hale geldiğini hatırlatan Şen, "Basında da bir tekelleşme oldu. Geçmişte yaşanan sorunların şimdi de devam ettiğini görüyoruz. Hayat pahalılığı ve alım gücünün zayıflaması çok ciddi ve bir an önce çözülmesi gereken sorun haline geldi. Şimdi bu konuda kimi sorumlu tutabilirsiniz? Sadece dış mihrak, pandemi, enerji fiyatlarının artışını gerekçe göstererek, bu sorumluluktan kurtulmak mümkün mü? Elbette hayır. 2018 yılından sonra kurumların özerkliğinde ve bağımsızlığında da sorun yaşanmaya başladı. Kuvvetler ayrılığını, ya parlamenter sistemde veya başkanlık sisteminde geri getirmeli, Meclis'in ve Yargının denetim gücünü artırmalıyız. Bu denetim eşit işletilmelidir" diye konuştu.  

"Rakip gördüklerini tasfiye etmek doğru değil"

Her şeyin üzerine gitmesi gereken yargının bazı suçları görmezden geldiğini iddia eden Prof. Dr. Ersan Şen, sözlerini şöyle tamamladı: 

Bu ülke, FETÖ döneminden çok çekti. O dönemde; hukuk üzerinden algı oluşturup vesayeti tasfiye ettiğini öne sürülerek, aslında kendilerine rakip gördüklerini tasfiye etti. Vesayeti tasfiye ettiğini öne sürerek kendine rakip gördüklerini tasfiye etmek doğru değil. Kişisel çıkarlar için hukuku ve yargıyı kullanmak, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırıdır. Hukuk ve adalet; millet için, ülke için kullanılmalı. Devlet hukuka saygılı ve bağlı olmalıdır. Aynı hataya tekrar düşmemeli, hukuku işletmeli, demokrasiyi hukukun üzerinde yüceltmeliyiz. Sonuçta demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin; şeffaflık, hukukilik, öngörülebilirlik, eşitlik, denetim ve hesap verilebilirlik bakımından, sadece yasal zeminde değil, özellikle uygulamada ciddi adımlar atması ve her gelen eleştiriyi de dış veya iç mihrak saldırısı olarak değerlendirmemesi gerekir. Kara para ve yolsuzluk iddialarının üzerine kararlılıkla gidilmelidir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU