Türkiye'nin basın özgürlüğü raporu: Medyada kanalizasyon patladı

Raporda, Türkiye'de hükümete yakın medya kuruluşlarına yapılan destekler ve muhalif medyaya yapılan baskılara yer verilirken, iktidarın "muhalif" medyayı çökertmek için RTÜK, BİK ve yargıyı aparat olarak bu yıl da sınırsızca kullandığı savunuldu

Kolaj: Independent Türkçe

Basın Konseyi, 2021 yılı "Basın Özgürlüğü" raporunu yayımladı.

Siyasal ve ekonomik kuşatma altında geçen bir yılın geride bırakıldığına dikkat çekilen raporda "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle birlikte iktidarın ‘tek adam’ yönetimine evrildiği bu süreçte, ‘tek sesli’ medya yaratma planı, 2021 yılında ivme kazandı" denildi.

"180 ülke arasında 153’üncü sıradayız"

"Türkiye’de medyanın maruz kaldığı antidemokratik uygulamalar elbette uluslararası alandaki karnesine de zayıf not olarak yansıdı" denilen raporda şu bilgilere yer verildi:

2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 153’üncü sıradayız. Uluslararası Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde139 ülke arasında 117’nci sıradayız. Dünyada cezaevinde en fazla gazetecinin olduğu ülkeler sıralamasında, cezaevindeki gazeteci sayımız 37’den 17’ye düşse de yine 6’ncıyız. Dünya Demokrasi Endeksi’nde 167 ülke arasında 110’uncu sırada hibrit rejimler kategorisindeyiz. Liberal Demokrasi Endeksi’nde ise 179 ülke arasında 149’uncu sırada otokrat seçim demokrasisinde bulunuyoruz. İnternette Özgürlük Raporu’nda  ‘Özgür Olmayan Ülkeler’ arasında yer alıyoruz. 

"Gazetecilik, hükümet memurluğu gibi görüldü"

Raporda, hükümet için çalışan medya kuruluşlarından da bahsedildi.

İktidarın, medyanın yüzde 95'inin kontrolünü elinde tuttuğu savunulan açıklamada, "Söz dinleyen, emir komuta içinde manşetler atan, yayınlarda iktidar övgüsü eksik etmeyen gazete ve televizyonlara desteğini sürdürürken, geride kalan yüzde 5’in susturulması için elinden geleni hayata soktu" görüşüne verildi.

Raporda ayrıca şunlar kaydedildi:

Sosyal medya için ise, iktidar ‘düşman hukuku’ anlayışıyla yasal düzenleme yapıp susturma planlarına devam etti. 2021 yıl içinde iktidarın medyaya dönük uygulamasından bazılarını şu başlıklarla özetlemek mümkün:

Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan tasarruf genelgesinde kamu kuruluşlarına günlük gazete alımı yasaklandı. Basın toplantıları ‘hülle’ oyununa döndü. Cevapları önceden hazırlanıp promtere yüklenen sorular, yandaş medyanın muhabirlerinin eline tutuşturularak sorduruldu. Gazetecilik, hükümet memurluğu gibi görüldü. İktidar medyasının gazeteleri tek merkezden atılan manşetlerle hükümet bülteni; televizyonlar propaganda aygıtı oldu. Bağımsız ve eleştirel yayın yapan medya ‘muhalif’ görülerek ötekileştirildi. Kamu kurum ve kuruluşlarının reklamları, satmayan okunmayan iktidar medyasına aktarıldı, muhalif medyaya tek kuruş verilmedi. Demokrasilerde yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü kuvvet olan basın bu iktidar mensuplarınca, emir komuta ile hareket eden propaganda aracı olarak görüldü.

"İktidar medyasına sonuna kadar açılan törenleri, muhalif medyanın izlemesi yasaklandı"

İktidarın muhalif medyaya yönelik baskılarda bulunduğu vurgulanarak şöyle devam edildi:

İktidarın çıkarını önceleyen, bu nedenle de itibarı ve etkinliğini yitiren medya kuruluşlarına ve mensuplarına devletin tüm olanakları seferber edilirken; halkın çıkarlarını önceleyen bu nedenle de okunan ve izlenen ‘muhalif’ medyanın etkinliğini kırmak için her türlü engel çıkarıldı. 

İletişim Başkanlığı, keyfi uygulamayla  beğenmediği yüzlerce gazetecinin basın kartını bir neden bulup iptal etti. Meslek kuruluşlarınca açılan davada Danıştay, Basın Kartları Yönetmeliğini kart iptaline gerekçe gösterilen tüm maddelerini iptal etmesine karşın mağduriyetler giderilmedi.

Kendisini yargının üzerinde gören İletişim Başkanı, “Basın Kartları Yönetmeliğimizin bazı maddeleri Danıştay’ca iptal edilmiş. Görevde olduğumuz sürece gazetecilik adı altında terörizm propagandası yapanlarla mücadele edeceğiz. Terör seviciler boşuna sevinmesin” diyerek yargıya da kafa tutup meydan okuyabildi.

Raporda ayrıca, iktidarın "muhalif" medyayı çökertmek için RTÜK, BİK ve  yargıyı aparat olarak bu yıl da sınırsızca kullandığı savunularak "Eleştirel ve bağımsız yayın yapan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ulusal gazete ve televizyon ile yüzlerce yerel medya kuruluşu için koşullar her gün biraz daha zorlaştı" ifadeleri kullanıldı.

"Kanalizasyon patladı"

Raporda, organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in Hadi ve Süleyman Özışık kardeşler ile Veyis Ateş hakkındaki iddiaları sonrası medyada yaşanan tartışmalara da yer verildi.

"Kurallarını tek tek kaybeden, genleriyle oynanan medyaya gazeteci kılığında sızan, hatta iktidar tarafından yerleştirilen ‘kullanışlı’ kişilerin, kirli ilişkiler sarmalı ortaya çıktı" denilen raporda şunlar kaydedildi:

Bu sözde gazeteciler tarafından kirletilen medyada kelimenin tam anlamıyla kanalizasyon patladı, pislik ortaya saçıldı. İktidar yandaşı sözde gazeteciler Hadi ve Süleyman Özışık kardeşler ile  televizyon haber sunucusu Veyis Ateş’ın, siyaset- medya- mafya üçgenindeki faaliyetleri, haksız kazanılan mal varlıkları, gazetecilik görünümünde yaptıkları… Bu sözde gazetecilerin bakanlarla, yargı mensuplarıyla akçeli ilişkileri; milyon dolarlarla ifade edilen rüşvetler, servetleri… Kara paracı kaçak iş insanı ‘Abla’ dediği gazeteci, ses kasetleri, rüşvetin paydaşları… Yenilir yutulur işler değildi.

Bu rezaleti ortaya çıkaran ne acıdır ki ülkenin yargısı ve polisi değil, yurt dışına kaçan ve kırmızı bültenle aranan bir mafya lideri oldu. Siyaset- mafya- medya üçgeninde kuşatılmaya çalışılan Türkiye’nin kurtulması için öncelikle medyanın temizlenmesi gerekiyor.

Gazeteci, mafyanın ve siyasetin çıkarı için değil halk adına görev yapar, kamu haklarının bekçisidir. Gazeteci aç kalır ancak ,Sedat Simavi’nin dediği gibi, “Mesleğine sahip çıkar, eğer kalemine sahip çıkamaz ise kırar, ama satmaz.” Onurunu ise asla.

Basın Konseyi'nin raporuna ulaşmak için tıklayın

 

Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU