10 uzman 2021'i değerlendirdi: 10 maddede Dünya

Konularında uzman 10 kişi, ABD Kongresi baskınından Taliban'ın Afganistan'da kontrolü yeniden ele geçirmesine dünyanın seyrini değiştiren olayları yorumladı

2020'de başlayan küresel koronavirüs salgını tüm dünyayı etkilemeye devam ederken ABD, Rusya, NATO ve Birleşmiş Milletler gibi dev aktörler uluslararası arenada yaptıkları ve yapmadıklarıyla gündemi belirledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diğer yandan Latin Amerika'daki sol hareketler, Hindistan'daki çiftçi ayaklanmaları, Myanmar ordusu ve elbette ki Taliban da 2021'e damga vuran konular arasındaydı. 

Biz de konularında uzman akademisyenler, yazarlar ve gazetecilere dünyayı etkileyen 10 olay hakkındaki yorumlarını ve bunların geleceği nasıl şekillendireceğini sorduk. 


ABD Kongresi Baskını

ABD Kongre Baskını
Trump destekçilerinin öfkesi, Amerikan demokrasisinin geleceğine dair soru işaretlerine neden oldu (Reuters)


Doç. Dr. Helin Sarı Ertem (İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)

Şüphesiz 2021'in en çarpıcı olaylarından biri, Donald Trump taraftarlarının, seçim sonuçlarını protesto etmek amacıyla 6 Ocak'ta Amerikan Kongresi'ne gerçekleştirdiği baskın oldu. Kendisini dünyaya "en iyi demokrasi modeli" olarak sunan ABD için bu olay, büyük bir şok ve aynı zamanda utanç yarattı. 

Helin Sarı Ertem

Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan nitelikleriyle öne çıkan geleneksel Amerikan kimliğinin ülkede hızla değişen siyasi ve toplumsal yapıya direndiği, küresel ekonominin merkezinin giderek Doğu'ya kaymasıyla birlikte Trump gibi popülist liderlerin bu direnişi tehlikeli boyutlara taşıyabileceği görüldü.    

Kongre baskını, aynı zamanda, Washington'un 21. yüzyıla dair güçlü bir "Büyük Strateji" geliştiremediği; dolayısıyla dış politika önceliklerinin ve tehdit tanımlarının ne olduğu ya da bu tehditlerin hangi yöntemlerle ortadan kaldırılacağı konusunda kafa karışıklığı yaşadığının da göstergesiydi. 

Bu durum ABD'nin mevcut küresel hegemonyasını bir başka güce, özellikle de yükselen Çin'e kaptıracağı iddialarını güçlendirdi. Zayıflayan ABD imajı, Rusya ve Çin gibi rakip güçlerin özgüvenini arttırırken, ABD'yi içeride ve dışarıda daha da kırılgan hale getirdi. 

2022 bu kırılganlığın Ukrayna'dan Tayvan'a farklı konu başlıklarında bolca tartışma yaratacağı, Joe Biden yönetiminin "zayıflayan ABD" algısını bastırmak için daha agresif bir politikaya geçmek zorunda kalabileceği günlere işaret ediyor. 


Myanmar Darbesi

Myanmar
Ülkedeki farklı gruplar askeri cuntaya karşı direnerek birlikte eylem yaptı (AFP)


Ümit Alperen (Süleyman Demirel Üniversitesi Asya-Pasifik Araştırmaları Merkezi Direktörü)

Ocak 1948'de İngiltere'den bağımsızlığını kazanmasından beri siyasi istikrarsızlıkla ve darbelerle mücadele eden Myanmar'da ordu, demokratik yollarla seçilmiş Ulusal Demokrasi Birliği Partisi'ne 1 Şubat'ta başarılı bir darbe gerçekleştirdi. 

Ümit Alperen

Ülkenin Nobel Barış Ödüllü fiili lideri Aung San Suu Kyi gözaltına altına alındı. Suu Kyi demokratikleşmesini istediği ülkesinin sadece Güney Kore, Tayvan, Endonezya gibi ülkelerden değil, aynı zamanda askeri vesayetten kurtulan Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinden de ders alması gerektiğini düşünüyor. 

Taraflara diyalog ve sükunet çağrısı yapmakla yetinen Rusya ve Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Myanmar'daki darbeyi kınamasını engelledi. Bu ikilinin (ayrıca İsrail de önemli bir tedarikçidir) Myanmar'ın en büyük silah tedarikçilerinden olması ve BMGK kararını veto etmeleri küresel düzeyde Çin, Rusya ve Batı ayrımını bir kez daha göz önüne koydu. 

Diğer yandan 27 Ekim 2021'de Brunei'de gerçekleştirilen Doğu Asya Zirvesi'ne (ASEAN) davet edilmeyen Myanmar cuntası, ABD ve ASEAN'ın dönem başkanı Brunei tarafından askeri rejimin siyasi mahkumlara yaklaşımından dolayı eleştirildi. 

Myanmar'daki siyasi istikrarsızlığın Güneydoğu Asya'nın istikrarını da doğrudan etkilemesi muhtemel. Fakat diğer yandan Myanmar'daki darbe, büyük güçler arasındaki alan kapma yarışını da doğrudan gösteriyor. Çin'e mesafeli politika izleyen Aung San Suu Kyi'nin darbe ile devrilmesine karşı çıkan ABD önderliğindeki Batı ülkelerinin, Mısır'daki darbeye ve Türkiye'deki darbe girişimine sessiz kalmalarındaki tutarsızlık da not edilmelidir.


NATO'nun Brüksel Zirvesi

NATO Zirvesi

Brüksel'deki NATO karargahında yapılan zirve, Batı'da diplomasinin önümüzdeki yıllarda nasıl şekilleneceğini göstermesi açısından kritikti (AA)


Meriç Şenyüz (Gazeteci - Independent Türkçe)

2021'in NATO zirvesi Trump'ın kimi çamları devirdiği, Macron'un paktın ölümünü ilan ettiği bir önceki zirve gibi "renkli" hadiselere sahne olmadı.

Öte yandan giderek daha çok dillendirilen "ABD-Çin soğuk savaşı" önümüzdeki dönemi belirleyecekse bu zirvenin de dünya tarihsel bir önemi olacak.

Meriç Şenyüz

Zira, kuruluşundan itibaren Rusya'ya (öncesinde SSCB) odaklanan ittifak ilk defa başka bir ülkenin adını "sistematik tehdit" olarak andı. Üstelik bu kez hedefe yerleştirilen ülke, NATO'nun bir önceki soğuk savaştan muzaffer çıkmasında pay sahibiydi. Soğuk Savaş'ın kaderinin tayin edilmesinde SSCB'yle Çin arasındaki çelişkilerden yararlanmaya odaklanan Kissenger doktrini kritik rol oynamıştı. ABD sermayesi ve teknolojisiyle Çin'deki ucuz emek gücünün bir araya gelmesinin yarattığı sinerji kapitalizme can suyu olmuştu.

Tabii köprünün altından çok sular aktı, Çin "kuşak ve yol" gibi projelerle dünya siyaset sahnesine ağırlığını koyacağını ilan ederken, Trump'ın danışmanı Steve Bannon gibi Kissenger stratejisini tersten uygulamayı (Çin'e karşı Rusya'yla ittifak) teklif edenler çıksa da sistemin temel kurumlarını ikna edemedi.

Ne var ki, Joe Biden'ın "America is Back" (Amerika geri döndü) sloganıyla Trump'ın siyasetlerinin bir yana atılacağı vaadiyle katıldığı ilk NATO zirvesinden, "Çin hırsları ve iddialarıyla mevcut kurallara dayalı uluslararası düzene ve ittifakın güvenliğine sistematik olarak meydan okuyor" ifadesinin damga vurduğu bir deklarasyon çıktı.

Diğer taraftan, Çin ve ABD arasında gerçekten yeni bir soğuk savaş cereyan edecekse bu aynı zamanda Atlantik ittifakının jeopolitik öneminde azalma anlamına gelecek. İlk işaretler, yeni soğuk savaşın NATO'sunun muhtemelen AUKUS olacağını gösteriyor.


Polonya-Belarus Sınırındaki Göç Krizi

Polonya-Belarus sınırı
Çoğunlukla Irak'tan gelen göçmenler, sınırda zaman zaman Polonyalı güvenlik güçleriyle çatıştı (BelTA/AP)


Doç. Dr. Başak Yavçan (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Liège Üniversitesi HUGO Göç Gözlemevi'nin MAGYC-H2020 Projesi)

2021'de Belarus-Polonya sınırında vuku bulan kriz aslında bir göçmen krizi değil, temelde bir uluslararası göç yönetişimi krizi ve bunun sonucunda ortaya çıkan tüyler ürpertici bir insani dramdır. 

Başak Yavçan

Bu tip sınır gerginlikleri, Avrupa Birliği'nin göçü dışsallaştırma politikasının doğrudan sonucudur. Bu politika çerçevesinde AB, özellikle 2000'li yılların başından beri aktif olarak, sınırlarını çevreleyen ülkelerle yaptığı geri kabul antlaşmaları ve kalkınma/finansal destek programları karşılığında, sınır yönetimini bu ülkelere taşere etmek suretiyle, göç yönetimini sınırları dışına itmiştir.

Bu sayede AB, anlaştığı ülkelerin bu süreçte gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerinden doğrudan sorumlu olmadığından, bunları gözardı edebilmiştir. 

Öte yandan bu politika, AB'ye, göçe kaynaklık eden Suriye gibi ülkelerdeki istikrarsızlığı sonlandırma yönünde politika ve müdahalelerden de uzak kalma fırsatı da sağlamıştır. Ancak bu politikanın sürdürülebilirliği, hem son dönemde sıklıkla karşılaştığı sınır gerginliklerinde hem de AB'ye ulaşmaya çalışan göçmenlerin sayısında bir azalma olmadığından, AB içinde sıkça sorgulanır hale geldi. 

AB dışında ise bu politika, AB'nin bölgede demokrasi yayan ve insan hakları hassasiyetleri taşıyan bir normatif güç imajında derin yaralar açtı ve bu politikaya muhatap çeper ülkelerinin eline yeni bir "göçmen" kozu vermek suretiyle, AB'ye karşı güçlendirdi. 

İşte tam da bu sebepten, Avrupa Birliği, göç politikasını dışsallaştırmadaki partnerleri olan Türkiye, Fas ve Belarus gibi ülkelerle fikir ayrılığına düştüğünde, zayıf noktası "göçmen korkusu"nu açıkça gösterdiği bu ülkeleri, karşısında çok daha güçlü ve göçmenleri araçsallaştırarak tehdit arz eden ülkeler olarak buldu. Bu çerçeveden bakıldığında Belarus-Polonya sınırında yaşananlar bir ilk olmadığı gibi, AB'nin bu göç politikası devam ettiği sürece son da olmayacaktır. 


Taliban'ın Afganistan'ın Kontrolünü Ele Geçirmesi

Kabil Havalimanı
15 Ağustos'ta Taliban'ın Kabil'de kontrolü ele geçirmesinin ardından ülkeyi terk eden son ABD uçaklarına tutunmaya çalışan Afganların ölümü, bazı fotoğraf karelerinin akla kazınmasına neden oldu (AP)

 

Faik Bulut (Araştırmacı gazeteci, yazar)

Esas olarak bu durumu 5 noktada özetleyebiliriz.

Birincisi, Afganistan'daki yönetim çürümüştü, bölgesel dengelerin de değişmesiyle Taliban objektif bir alternatif olarak iktidara geldi. 

Faik Bulut

İkincisi, 2000'li yıllardan bu yana yükselen politik İslam özellikle 2015 yılından sonra gerileme sürecine girdi. El Kaide, IŞİD ve El Nusra'nın aldığı yenilgilere ilaveten Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin siyasi başarısızlıklarından sonra yeniden İslami bir hareketin iktidara gelebilmesi açısından Taliban ideolojik ve siyasi düzlemde politik İslami kesimler için bir moral oldu. Mesela çevresindeki Pakistan Talibanı gibi hareketler kıpırdanmaya başladılar.

Üçüncüsü, Taliban ilk defa siyasi arenada dünya jeopolitiğinde önemli bir köşe taşı oluverdi. Katar ile Türkiye, çevre ülkeler (Orta Asya), Pakistan, Hindistan, Avrupa, ABD, Çin ve Rusya jeopolitik düzlemde Taliban yönetimiyle ilişki kurdular. Oysa Taliban 1996'da iktidara geldiğinde tamamen tecrit edilmişti.

Dördüncüsü; kadınlara, aydınlara, muhaliflere yönelik baskılar dünya medyasının gündemine girdi. Taliban'a yönelik eleştiriler konuşuluyor. Bu haliyle uzunca bir süre dünya kamuoyunun gündem konusu olmaya devam edecektir.

Beşincisi; Türkiye, İran, Pakistan ve Orta Asya ülkeleri gibi bölgedeki ülkelere kaçan göçmenlerin çoğu, zamanında ya Taliban'ın yanında ya da karşısındaki güçlerin (ABD yanlısı  hükümetler, Özbek, Tacik, Hazara etnik kümeleri gibi) mensubu olarak silaha aşina kişilerdir. Bu silah kullanma kabiliyetinin  bulundukları ve sığındıkları ülkelerde nasıl kullanılacağı meselesi de önemlidir.


AUKUS Anlaşması

AUKUS

Avustralya Başbakanı Scott Morrison, ABD Başkanı Joe Biden ve Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson'ın 15 Eylül'de duyurulan anlaşması, özellikle Fransa'yı kızdırdı (AFP)

 

Sibel Karabel (İstanbul Gedik Üniversitesi ASEAN Stratejik Çalışmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü)

ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık arasında gerçekleştirilen AUKUS (Artırılmış Güvenlik Ortaklığı) gerek içeriği gerek zamanlaması ve Transatlantik ilişkileri bağlamında "Anglo-Sakson" tartışmalarına neden olması bakımından 2021'e damga vuran gelişmelerden biri kabul edilmektedir. 

Sibel Karabel

Anlaşmanın içeriğine konu olan Avustralya'ya nükleer enerjili denizaltıların tedarik edilmesi ve teknoloji paylaşımı, yerini aldığı Avustralya-Fransa arasındaki dizel güçlü denizaltı anlaşmasının fesh edilmesiyle Avustralya-Avrupa ilişkilerinde diplomatik reste varan sonuçlar doğurmuştur. 

Diğer yandan, ABD'nin "menfaati" gerektirdiğinde "Avrupalı" müttefikleri tercih etmemesi de, Anglo-Sakson ittifak söylemleri ile Avrupa'nın stratejik otonomi tartışmalarını gündeme getirmiştir. 

ABD'nin Hint-Pasifik stratejileri kapsamında değerlendirildiğinde, imzadaş ülkelerce Çin'e karşı doğrudan bir oluşum olarak dillendirilmemiş olsa da AUKUS'un Güney Çin Denizi'nde Avusturalya üzerinden ABD'nin Çin'e karşı caydırıcılık unsurlarını artıracağı şüphe götürmemektedir. 

Küresel düzlemdeyse; AUKUS'un, QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) gibi benzer güvenlik ittifaklarıyla eş zamanlı ve birbirini tamamlayan savunma paktları olarak ortaya çıkması Hint-Pasifik düzeneğinde yeni bir güvenlik anlayışının da göstergesi olarak görülebilir. 


COP26 Zirvesi

COP26

COP26 Başkanı Alok Sharma iklim zirvesini "Glasgow'da tarih yazıldı" diye nitelese de pek çok uzman aynı görüşte değil (Reuters)


Doç. Dr. Menent Savaş Cazala (Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)

26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) 31 Ekim-12 Kasım'da İskoçya'nın Glasgow kentinde gerçekleşti. İki hafta süren zorlu görüşmelerin sonunda 200 ülke tarafından kabul edilen Glasgow İklim Paktı'na göre, küresel iklim değişikliğine karşı bilimsel veriler ışığında acil bir mücadelenin önemi kabul edildi.

Menent Savaş Cazala

Gezegen için hayati önem taşıyan ısınmayı en fazla 1,5 derecede tutma taahhütü bazı sınırlamalarla korunurken, karbon emisyonlarının 2050'ye kadar sıfırlanması ilk defa bir COP metninde yer bulmuş oldu. Konferansın temel hedeflerinden kömür ve fosil yakıtların kullanımının aşamalı olarak son bulmasıysa son anda Hindistan ve Çin'in baskılarıyla kademeli bir azalma şeklinde bir değişiklikle kabul edildi. 

İlk kez bir COP metninde küresel ısınmanın temel sebebi olan kömür ve fosil yakıtlara yer verilmesi önemli bir kazanım olmakla birlikte, hedeflenen değerleri gerçekçi olmaktan çıkardığı gerekçesiyle bu son dakika değişikliği özellikle iklim aktivistleri, bilim insanlari ve iklim değişikliğinden en çok etkilenecek devletler tarafından  konferansın geneline dair büyük bir hayal kırıklığı olarak değerlendirildi.

Uluslararası sistemdeki mevcut güç dengelerinin damga vurduğu bu müzakereler sonunda, üçüncü dünya ülkelerinin kayıp ve zararlara ilişkin finansman talepleri 97 maddelik metinde dikkate alınmadı ve bir sonraki COP için önemli bir sorun olarak rafa kaldırıldı.


Rusya-Ukrayna Krizi

Ukraynalı siviller

Ukrayna, yüz bin milis hedefiyle Rus işgaline karşı sivilleri eğitmeye başladı (AFP)


Prof. Dr. Sezai Özçelik (Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)

Aslında sorulması gereken soru, Ukrayna'yı yeniden Rusya işgal ederse burada duracak mı? 2014'te Kırım'ın işgaliyle Putin, Rusya'yı resetledi yani eski Sovyetler Birliği topraklarını ele geçirmek için ilk adımı atmış oldu.

Sezai Özçelik

Nisan 2021'de Kiev ile Moskova arasındaki ipler yine gerilmişti. Yani daha önce bu noktaya gelinmişti. Büyük askeri yığınak yapan Rusya, küçük birliklerle askeri tatbikatlar yaptıktan sonra ordusunun bir kısmını Batı'dan taviz almadan geri çekmişti. Kasım ayında başlayan krizin dünya gündemine damga vurmasının nedeni bu sefer Kremlin yönetiminin geri adım atmama ihtimalinin yüksek olması.

Bir yandan NATO'nun 2008 Gürcistan-Rusya savaşında Gürcistan'ı feda ettiğini unutmayarak Ukrayna'nın feda edilebilir olduğu hesapları yapılıyor. Öte yandan Çin-Tayvan arasındaki gerilimin tırmanmasıyla Washington yönetimini iki bölgede sıkıştırarak bir anlamda açmaza aldılar.

En yüksek olasılığa sahip senaryo Rusya'nın Donbas bölgesinden sınırlı saldırı yapmasıdır. Rusya'nın amacı Ukrayna'yı işgal etmek yerine istikrarsızlaştırmak ve Ukrayna'nın Finlandizasyonunun, yani Batı ve Rusya ikiliğinde tarafsız olmasının, önünü açmak olunca savaş çok kısa sürebilir. Batı'nın Rusya'ya sert cevap vermemesi halinde Zelenskiy yönetiminin Kremlin'in koşullarını kabul etmekten başka çaresi kalmaz.


Hintli Çiftçilerin İsyanı

Hintli Çiftçiler

Çiftçiler, yasalara karşı başlattıkları protestolarda Yeni Delhi'ye doğru uzun konvoylar oluşturmuştu (Reuters)


İbrahim Varlı (BirGün Gazetesi Yayın Koordinatörü)

Hintli çiftçilerin milliyetçi-muhafazakâr Narendra Modi rejiminin neoliberal politikalarına karşı başlattığı ve tarihi bir zaferle sonuçlanan başkaldırısı yılın en önemli olaylarındandı. 

İbrahim Varlı

Bir milyar 300 milyonluk ülkede tarım sektöründe özelleştirmelerin yolunu açan düzenlemeye karşı 26 Kasım 2020'de başlayan ve bir yıl boyunca süren direniş sonrasında Modi rejimi geri adım atmak zorunda kaldı

Modi liderliğindeki sağcı BJP hükümeti ülkedeki çiftçileri tarım kartelleri karşısında savunmasız bırakan üç ayrı yasayı 19 Kasım 2021 tarihinde geri çekti, ardından da karar federal parlamentoda da onaylandı. 

Ülkenin dört bir tarafından başkent Yeni Delhi'ye yürüyen yüz binlerce çiftçinin kararlı mücadelesi sonrası neoliberal yasaları çöpe atan çiftçi örgütleri zaferlerini 14 aylık direnişte yaşamını yitiren 700'ü aşkın çiftçiye adadı. 

Salgının da etkisiyle kapitalizmin yapısal krizinin daha da derinleşmesiyle neoliberal saldırganlık şiddetini tırmandırırken üreticilerin, çiftçilerin, emekçilerin elde ettiği bu kazanım, açlık, yoksulluk, sefaletle sınanan tüm halklara, toplumlara büyük bir umut aşıladı. 

Otoriter/totaliter, faşist rejimlerin sokaklarda geriletileceğinin de işaretlerini verdi.


Latin Amerika Solunun Yükselişi

Boric

35 yaşındaki Boric, Şili'de kazandığı zaferle sola yeni bir umut sağladı (AP)


Özgür Uyanık (Latin Amerika uzmanı, gazeteci)

Bence Latin Amerika'da 2021'in en önemli siyasal gelişmesi son günlerinde geldi.

Önce, pek iyi haber almaya alışmadığımız Orta Amerika'da, Honduras'ta devrik başkan Manuel Zelaya'nın eşi Xiomara Castro 30 puan farkla devlet başkanı seçildi. Sonra da neredeyse sürpriz bir şekilde Şili'de 35 yaşındaki eski öğrenci lideri Gabriel Boric, Pinochetçi rakibine 10 puan fark atarak başkanlığa hak kazandı.

Özgür Uyanık

Bu başarılar ilk olarak neosağcılığın Latin Amerika sahnesinde başrolü ele geçirmesini engellediği için önemli. İkincisi bu zaferler Pandemi başlangıcından bu yana Bolivya, Ekvador, Kolombiya ve Şili'de patlak veren büyük halk hareketlerinin hanesine yazıldı. Bu da demokratik inşa sürecinin devam edeceği anlamına geliyor.  

Özellikle Şili'de Boric'in iktidara gelmesi anayasal reform sürecinin kesintisiz biçimde sürmesi için hayati önemdeydi. Aksi durumda kıtada bir Bolsonaro'nun daha iktidara gelmesi sosyal çatışmayı yükseltecek ve kurumsal istikrarsızlığı derinleştirecekti.

Tabii bu gelişmeler umut verici ama önümüzdeki dönemde pandemiyle beraber katlanan gelir adaletsizliğinin düzeltilmesi için sonuç alıcı adımlar atılmazsa hem neosağ güç toplar hem de halk dalgası kırılır.

Bu noktada kurumsal demokrasisi görece istikrarlı Şili, Arjantin gibi Güney Amerika ülkeleri, Honduras gibi Orta Amerika ya da Kolombiya gibi Karayip ülkelerinden daha avantajlı.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU