Ne zaman Çince öğreneceğiz?

Çin nasıl ortaya çıktığı zaman dünyanın dilini öğrenmeye çalıştıysa, şimdi bizim de Çinceyi öğrenmemiz gerekebilir

Fotoğraf: Reuters

ABD Başkanı Richard Nixon, 21-28 Şubat 1972 tarihleri ​​arasında bir haftalık ziyaret için Pekin'e geldiğinde, ziyareti uluslararası politikadaki en derin değişimlerden birini temsil etti.

Ziyaretin ana sonucu, ABD'nin tek bir Çin'in varlığını tanıması ve biri kapitalist, diğeri sosyalist iki sistemin varlığının bir sorun oluşturmadığını kabul etmesiydi.

Bu, Çin'in Güvenlik Konseyi ve diğer kuruluşlardaki daimi koltuğunun artık Çin Halk Cumhuriyeti'nin hakkı olduğu anlamına geliyordu.

Ziyaretin kendisi çok heyecan vericiydi ve o dönemde dünyanın komünist devlete yönelik bakış açısında büyük değişikliklerin yolunu açıyor gibiydi.

Henry Kissinger anılarında, 'Mao Zedong toplantı odasına girdiğinde, dünyanın merkezi sanki onun olduğu yere doğru kayıyor gibi görünüyordu' diye anlatır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ama değişim Çin'i de etkiledi. Mao'nun ölümünden birkaç yıl sonra Çin, 1978'den itibaren dünya tarihinin en büyük kalkınma sürecine girdi. Çin'in Hong Kong ve Makao'yu yeniden kazanması mümkün hale geldi.

Tayvan konusunda ise, bu iki örnekte olduğu gibi adada iki rejim tek devlet modelini tesis ederek anakaraya bağlanması için bir yol bulmak kaldı.


O zaman Çin kendini dünyanın merkezinde, karmaşık diplomasisiyle BM dünyasının olduğu yerde, New York'ta buldu.

BM diplomasisi, komünist grubu ülkeleri ve o sırada dünyada bulunan ulusal kurtuluş ülkeleri tarafından bilinen konferanslar diplomasisinden ciddi şekilde farklıydı.

O dönemde Pekin ile Kahire arasında temaslar gerçekleşti. İki ülke ilişkileri Cemal Abdunnasır ve Zhou Enlai döneminden beri iyiydi. Çin'in amacı yeni uluslararası dili öğrenmekti.


Çin sonraki on yıllarda çok değişti ve küreselleşmeye Batılı sömürgeci hedefleri olduğunu düşünerek şüpheci bir gözle bakmasına rağmen, çok geçmeden kendisinde saf bir Çin kurtuluş reçetesi buldu.

Dünyanın hemen hemen tüm ihtiyaçlarını karşılayan ihracat ürünleri ticaretinde dünyanın birinci ülkesi konumuna geldi. Çin'de sendika, parti ve medya olsun, saf kapitalist sistemin önünde bilinen hiçbir engel yok. Dünyanın hemen hemen tüm ülkeleri ile ticaretinde fazla veren ülke oldu


Pandemiden iki yıl sonra yeni dünya düzeninin yapısını ifade eden sahneler varsa, Çin'in süper güç konumuna yükselmesi bunlardan biridir.

Aynı şekilde korona kriziyle birlikte yaşamaya yönelik yeni normal, terörizmle mücadelede bir başka yeni normalden bahseden konuşmalar yaygınlaştı.

Her iki duruma karşı direniş mümkün ama aynı zamanda bunlar, inşa etme ve ilerleme gücü açısından insan hayatını felç etmiyorlar. Çin ve yeni statüsünü acilen ele almak gerekiyor ve bunu yaparken daha önce geçerli olanlardan başka yaklaşımlara ihtiyaç olabilir.


Ancak Çin'in bir süper güç olmasına alışmak, yeni normal olarak korona pandemisi veya terörizme alışmaktan daha karmaşık olabilir.

Çünkü uluslararası sistem sahnesinde yeni bir süper gücün ortaya çıkışı her gün ve elbette her yıl olan bir şey değil.  Ama sona ermekte olan bu yıl buna şahit oldu.


Çin, yükseldiğinde dünyaya her şeyi ihraç eden süper güç yolunda kendi iç inşa sürecini ve onunla birlikte dış dünyaya ulaşmayı sürdürmekle ilgilendi.

Artık 'Ali Baba', '5G', elektrikli arabalar, uydular, dev şirketler ve kozmopolit 'Bir Kuşak ve Bir Yol' projesi var.

Şimdi Çin, Arap bölgemizin daha önce izlediği yolu izlemesini sağlayacak büyüklük ve etkiye sahip. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Çin nasıl ortaya çıktığı zaman dünyanın dilini öğrenmeye çalıştıysa, şimdi bizim de Çinceyi öğrenmemiz gerekebilir.

Elbette dilbilim, edebiyat ve şiir olarak Çin dilini öğrenmeyi (bu bir başka zaman önemli hale gelebilir) kastetmiyoruz, şimdi ihtiyacımız olan, Çin'in diplomasi, siyaset ve şüphesiz ekonomik dilini anlamaktır.


Bildiğimiz ilk ders, Çin'in Ortadoğu petrolüne bağımlılığı hakkındaki söylentilerin doğru olduğu ancak bunun Çin ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkinin derinliğini bilmek için yeterli olmadığıdır.

Çin'e yapılan petrol ve doğalgaz ihracatının başlıca kaynakları İran, Cezayir ve Suudi Arabistan'dır.


Görüldüğü üzere Çin, ülkelerle ekonomik ilişkilerinde dostluk veya rekabetin boyutuna göre ayrım yapmıyor. Bu bizi ikinci derse götürüyor, o da Çin'in İran ile en büyük ekonomik alışveriş anlaşmasını yaparken, aynı zamanda İsrail'deki Hayfa Limanını işletebileceğidir.

Aynı şekilde İsrail'in yanı sıra Suriye, Mısır, Ürdün ve Türkiye ile enerjiden gayrimenkul, ulaşım, kamu hizmetleri, tarım, madencilik ve diğer alanlarda derin ekonomik ilişkilere girebileceğidir.

Nitekim 2006'dan 2020'ye kadarki dönemde, söz konusu 5 ülkedeki Çin yatırımları 85,1 milyar doları buldu. Bu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki toplam 251 milyar dolarlık yatırımın yüzde 33'ünü temsil ediyor.


Üçüncü ders, Çin'in petrol üreten ülkelere olan ilgisi enerji ihtiyacından kaynaklanıyorsa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki diğer ülkelere ilgisi, küresel "Bir Kuşak ve Bir Yol" projesi ile yakından bağlantılıdır.

Bu Çin projesi, küreselleşmenin Çince yorumudur. Çin ihraç ürünlerine 'jeopolitik' koşullar ne kadar ateşli ve çelişkili olursa olsun var olmak istedikleri büyük pazarları sağlayan, dünya çapında kara ve deniz yollarından oluşan geniş bir ağ inşasını temel almaktadır.
 


Göz ardı edilmemesi gereken dördüncü ders, devam eden Çin genişlemesinin ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından hoş karşılanmadığıdır.

ABD ve Batılı ülkeler halen uluslararası ilişkileri, kâr ve zarar hesaplarından 'bizimle olmayan mutlaka bize karşıdır' değerlendirmesine kadar geleneksel temellere göre ele alıyorlar.

Başkan Biden liderliği Çin ile ilişkileri 'rekabetçi iş birliği' açısından ele almak istese de, gerçekte bu rekabette Soğuk Savaş araçlarını kullanmaktan çekinmiyor.

Salgın, küresel ısınma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda Çin ile arasında bir çıkar birliği olduğunu görmekle birlikte, 'QUAD' grubu aracılığıyla Çin'i kuşatmaya çalışmaktan ve Avustralya'ya nükleer denizaltılar sağlamaktan çekinmiyor.


Ortadoğu'da, ABD, gelişen Çin-Ortadoğu ilişkilerini büyük bir endişeyle izliyor.

Çin'in Mısır, Türkiye ve İsrail ile ilişkileri konusunda belirgin bir endişe içinde. Mısır ve Türkiye ile ilişkileri her ikisinin de stratejik konumuyla ilgili olduğundan anlaşılır, ABD'nin tarihi müttefiki İsrail ile ilişkileri ise büyük yatırımları içeriyor.

Yatırımlara ABD'nin İsrail'e cömertçe bahşettiği ileri teknolojilerin Çin'e sızma olasılığı da ekleniyor.


Çin, Amerikan Silikon Vadisi'ndeki uluslararası yatırımların en büyük kaynaklarından biri olduktan sonra, Trump keza Biden yönetimlerinin kendisine getirdiği kısıtlamaların ardından hızla İsrail Silikon Vadisi'ne yöneldi.

Burada gelişmiş Amerikan şirketleriyle ortak yatırımları olan İsrailli yüksek teknoloji şirketleri bulunuyor.

ABD işte bu yüksek teknolojilerin İsrail üzerinden Çin'e ulaşmasından endişeleniyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU