Veli Kayyum Han, mücadelesi ve Türkiye'den beklentileri (1940-1950'li yıllar)

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Veli Kayyum Han (1904-1993)

1936 yılında kabul edilen Sovyet Anayasası ile daha önce Türkistan'da kurulan muhtar eyaletler, bağımsız devletler haline getirilerek doğrudan Sovyetler Birliği'ne bağlanmış, henüz millet seviyesine gelmedikleri düşünülen topluluklar için ise özerk cumhuriyetler kurulmuştu. 

Sovyet sisteminde memleket içi göç politikasının uygulanmasıyla birlikte 1959 yılına kadar bölgedeki yabancı unsurların sayısı düzenli olarak arttı. 

Sovyet hükümeti, Kazakistan'daki konar-göçerler için iskân planını uyguladı ve kolhozlaştırma politikasıyla zorla iskânlar yaptı.


Türkler arasında sisteme karşı hoşnutsuzluklar 

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Kazakistan Komünist Partisi'nin birinci sekreterliğine getirilen Kazak Türklerinden Şahahmedov, 1950'den sonra yürürlüğe konulan "Bakir Topraklar Projesi"ne karşı çıkmıştı. Hatta bu nedenle de 1954 yılında görevinden alındı. 

Sonra da 25 milyon hektar mera arazisi, tarıma açıldı. Kolhozlaştırmanın yanında kötü çalışma şartları ve düşük ücretler, Sovyet sisteminden memnuniyetsizliğin gittikçe artmasına sebep oluyordu. 

Bu nedenle 3-5 Ekim 1956 tarihinde Karaganda yakınlarındaki Temir-tav şehrinde yaklaşık 1500 kişinin katıldığı protestolar yapıldı. 

Yaşananların etkisiyle Türkistan'da bir kısım aydının başını çektiği anti Bolşevik hareketler görülmeye başlandı. Bunlar bir süre sonra, özellikle
Almanya'nın desteğiyle, örgütlenerek, Sovyet sistemine karşı mücadeleye giriştiler. 
 

1.jpg
Kaynak: https://www.dusuncemektebi.com/d/176433/nazi-almanyasinin-musluman-lejyonlari, Erişim 27.12.2021

 

II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyetler Birliği'ne karşı anti Bolşevik hareketleri destekleyen Almanya tarafından 1941 yılının sonunda, günümüzde Polonya'nın merkezinde bir kasaba olan, Legionowo'da Türkistan Lejyonu kuruldu.


Türkistan Milli Birlik Komitesi Kuruluyor

II. Dünya Savaşı başladığında Türkistanlı milliyetçi liderlerden Veli Kayyum Han (Veli Kajum-Khan) ve Mustafa Çokay, Gestapo (Almanların gizli polis teşkilatı) tarafından 1941 yılının haziran ayında tutuklanmışlardı. 

Serbest bırakıldıktan sonra gittikleri Berlin'de, Alman savaş kamplarında Türkistanlıların tutulduğunu öğrenerek bu kampları ziyaret ettiler. Almanların teklifi ile Türkistan milliyetçilerinin ve Türkistan halkının liderliğini kabul eden Veli Kayyum Han, 1942 yılının ağustos ayında Berlin'de Türkistan Milli Birlik Komitesi'ni kurdu. 

Böylece, Türkistan topraklarının dışında da olsa, Sovyetler Birliği'ne karşı örgütlü mücadele başladı. 

1952 yılında yine Almanya'da Rusya'dan kaçmayı başaran dokuz eski komünist tarafından "Bolşeviklikle Savaş Merkezi" adı altında bir başka oluşum ortaya çıktı.


Pan-Türkçü oluşumlar

II. Dünya Savaşı'nda denge politikası izleyen Türkiye'nin, Sovyetler Birliği'nin parçaları olan Kafkasya ve Orta Asya halkları ile doğrudan bir teması olmamıştı. Fakat bu dönemde Almanya'nın desteğiyle Pan-Türkçü oluşumlar, kendilerini ortaya koyma şansı elde ettiler. 

Savaşın başlarında Pan-Türkçü eğilimler, Sovyetlerin parçalanması ve bu sayede tüm Türklerin birleşmesi yönünde bir beklenti içine girerek Türkiye'nin yardımını sağlamak için savaşta Almanya'nın yanında olması gerektiğini düşündüler. 

Hatta İsmet İnönü'ye bu yönde çağrılar yapıldı. Türkiye'deki Pan-Türkçü çevreler de Almanya ile temas kurmaya başladı. 

Aynı dönemde Müstecib Ülküsal, Veli Kayyum Han ve Mustafa Çokay da Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmak için, Kafkasya ve Orta Asya halklarının esirlerinden askeri birlikler oluşturdular.

Yine Almanya'nın desteği ile Türk Lejyonu kuruldu ve savaşın sonuna doğru da Almanya, "Ulusal Türkistan Hükümeti"ni tanıdı. Fakat Almanya yenilince Yalta Konferansı'nda alınan kararlar gereği Türk esirler, Sovyetler Birliği'ne dönmek zorunda kaldı. 

Bu süreçte kendi güvenliği ve sorunları ile meşgul olan Türkiye ise Pan-Türkist gruplara herhangi bir destek vermeyi tercih etmediği gibi ülke içerisindeki bu tür faaliyetler de cezalandırıldı. 

II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise Türkiye'deki Pan-Türkçü eğilimler, faaliyetlerini arttırdılar.


Türk-Sovyet ilişkilerinde gerginliğin tırmandığı yıllar

Demokrat Parti, iktidara geldiğinde özellikle 1945 yılından sonra nota krizleri ile uzlaşma zemini tamamen kaybedilen, Türk-Sovyet ilişkilerinde gerginlik sürüyordu. Güvenliğini sağlamak isteyen Türkiye'nin Kuzey Atlantik Paktı'na (NATO) girmek için müracaatta bulunmasına, Rusya'nın reaksiyonu sert olmuştu. 

II. Dünya Savaşı yıllarından itibaren başlayan DP dönemi ile de devam eden süreçte, iki ülke arasında normal düzeyde diplomatik ilişki kurulamadı. 

Yayın organlarında birbirine yönelik karşılıklı suçlamaların ve nezaket sınırlarını aşan aleyhte propagandaların tüm hızıyla sürdüğü bir sırada Stalin'in ölümü (5 Mart 1953) ile Rusya, 30 Mayıs 1953 günü Türkiye ile ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik bir bildirge yayımladı. 

Türkiye, bu notaya 18 Temmuz 1953 tarihinde yanıt verirken ABD ve batı yanlısı çizgisini sürdürdü. 

Yani komünizmi vatana ihanet olarak niteleyen Demokrat Parti iktidarının, 1953 yılında Stalin'in ölümü ile de bakış açısında uzun süre bir değişim olmadı. 

Her ne kadar 1959 yılına kadar iki ülke arasında diplomatik olarak olumlu yönde bir gelişme olmasa da, 1955 yılından itibaren Türkiye'deki yayınlarda daha düzeyli bir üslup kullanıldığı söylenebilir. 

1960 yılında Adnan Menderes'in Rusya'yı ziyaret edeceği ve ardından da Sovyet Rusya Devlet Başkanı Nikita Kruşçev'in iade-i ziyarette bulunacağı haberlerinin basında yer alması, iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesi adına umut verici olmuş ve heyecan yaratmıştır. 


Demokrat Parti iktidarının Türkistan davasına bakışı

DP dönemi boyunca Sovyetler Birliği, Türkiye için büyük tehdittir. Bu bakış açısının yansıması olarak Türkiye, diplomatik ilişki kurmadığı bir ülkede yaşayan soydaşlarına belirli şartlar dâhilinde ilgi gösterebilmiştir. 

Bu dönemde Veli Kayyum Han, Türkistan Eski Umum Valisi Emir Muhammed'in temsilcisi Muhammed Emin gibi Türkistan davasına hizmet eden aydınlar Türkiye'de bir dizi temaslarda bulundular.

Mecliste muhalefet ve iktidar sözcüleri tarafından; uygulanan sistemli politikalar nedeniyle bir "tarihi felaket" olarak Kırım ve Türkistan Türklerinin yeryüzünden silinme noktasına geldikleri, kültürel baskılara maruz kalarak Türkiye'ye sığınan Türkistan Türklerinin, gelişimine katkı sunulması ve Türkiye'nin yurt dışındaki soydaşlarına bu bağlamda da Türkistan meselesine ve halkına gereken önemi vermesi gerektiği şeklinde konuşmalar yapıldı.

Hükümet de Türkistan Türklerinin kültürel gelişimine Doğu Türkistan Türkleri arasından seçilen öğrencilerin eğitimlerine destek olunması başta olmak üzere katkı sağlayıcı birtakım uygulamalar yaptı. Hatta bunun için bütçeden ödenek de ayrıldı. 

Türk kamuoyu da meseleye ilgisiz kalmadı. Basında Türkistan'la bağlantılı veya Türkistan'da yaşanan gelişmelerle ilgili haberlere yer verildi. Bunlar genellikle Türkistan'da baskıların ve Sovyet aleyhtarlığının arttığına dair Londra veya dış kaynaklı haberlerdi.

İçlerinde özellikle Türkistan Milli Birlik Komitesi ve Milli Mukavemet Teşkilatı Başkanı Veli Kayyum Han'ın açıklamaları dikkat çekiyordu. 


Türk basınında Türkistan'la ilgili birkaç haber

Türkistan Mukavemet Teşkilatı'nın yayın organlarında Sovyet baskısı altındaki Müslümanların durumuyla ilgili Kayyum Han'ın açıklamaları doğrultusunda, sürekli bilgi paylaşımı yapılıyordu. 

Hacca gidecek olanlara "konuşmayacaklarına dair" vesikalar imzalatıldığı iddiası, bunlardandı. 

Arap topraklarına Sovyet ajanları sokulduğu, hac ibadeti yapanların ailelerinin, Sovyet polisi tarafından rehin tutulduğu ve dönüş olmaması durumunda da cezalandırıldıkları iddia ediliyordu.

Türk basınında Türkistan konulu haberler, daha çok Sovyet Rusya ile bağlantılı değerlendirmelerdi.  

Milliyet gazetesinde Mirza Bala tarafından kaleme alınan "Sovyetlerdeki Türkler" başlıklı bir makalede, Sovyetler Birliği'nin Hazar Denizi'nin batı sahillerini Ruslaştırarak Türkistan'dan İran ve Hindistan'a kadar güçlü bir Rus kalesi oluşturmayı hedeflediği ileri sürülmüştü.

Sovyet Rusya'da ayaklanmalar olduğu, Türkistan Milli Birlik Komitesi'nin Cenevre'de Türkistan'da yaşananlarla ilgili beyanname neşrettiği, Türkistan'da Müslümanların dinlerini değiştirmeye zorlandığı gibi haberler Türkiye'de yayımlanan gazetelerin sütunlarına yansımıştı. 

Türk basınında hükümet, soydaşlarına karşı kayıtsız kalmakla da itham ediliyordu. 

Ali Naci Karacan "Dış Türklerin kaderi" başlığı ile yayımladığı bir makalede özellikle Rusya'daki Türklerin baskı altında olduğuna vurgu yapmış ve Türkiye'nin ilgisizliğini şöyle eleştirmişti:

…Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin adeta Bolşeviklere yardım eder gibi dış Türkler meseleleri ile meşgul olmayı ırkçılık sayarak yasak etmesi. Türkçü mecmuaları komünist matbuattan daha tehlikeli addederek kapatması. Yazarlarını cezalarla tehdit etmesi ne yazık ki bir gaflet eseriydi!


Türkistan Milli Birlik Komitesi, İslam dünyasında sesini duyurmaya çalışıyor

II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'nın desteği ile Veli Kayyum Han tarafından Berlin'de kurulmuş olan Türkistan Milli Komitesi, Bolşevizm ve Sovyet rejimine karşı mücadele etmiştir. 

Mücadelesini Türkistan dışında da sürdürerek dünyaya sesini duyurmayı amaçlamış bu çerçevede de Batı ve İslam coğrafyalarında faaliyette bulunmuştur.  

Komitenin 24 Mart 1952 tarihinde yayınladığı kitapçıkla, İslam dünyasına Türkistan davasının ve Sovyetler Birliği idaresindeki Müslüman halka karşı yapılan baskının anlatılması amaçlanmıştı. 

Burada Türkistan'da, Rus Bolşevik emperyalist terör yüzünden 34 yıldan beri Müslümanların, baskı altında oldukları, halkı Müslüman olan Türkistan'da ulusal bir hükümetin olmadığı, halkın özgürce kendi temsilcilerini seçemediği, (sistemin doğal bir sonucu olarak) serbest ticaretin ve özel mülkiyetin yasaklandığı belirtilmişti. 

Yine basın, düşünce ve ibadet özgürlüğü olmadığı, camilerin kapatıldığı veya yıkıldığı gibi bilgiler verilmişti.

Özellikle de İslam dinine karşı güçlü propaganda yapıldığı ileri sürülerek, Sovyetler Birliği'nin 5 milyondan fazla Türkistanlı Müslümanı öldürttüğü iddia edilmişti.

Bunlar sıralandıktan sonra tüm İslam ülkelerinden, Türkistan'da Rus terörünün durması için yardım istenmiş ve bir komisyon kurulması önerilmişti. 

Kurulacak komisyonun, Sovyet Rusya'ya giderek inceleme yapması ve bu inceleme sonunda hazırlayacağı raporu, dünyaya ilan etmesi önerilmişti.
Türkistan Milli Birlik Komitesi, benzer çağrıyı Türk hükümetine de yaptı. 


Veli Kayyum Han'ın Türk hükümetine gönderdiği bildiri

Komitenin Başkanı Veli Kayyum Han, hükümete ve Başbakan Adnan Menderes'e gönderdiği İngilizce hazırlanmış olan 1 Nisan 1955 tarihli bildiride, Endonezya'nın Bandung şehrinde yapılacak olan Asya-Afrika Kkonferansı'nda, "tam hürriyet ve istiklal" olarak niteledikleri Türkistan davasına Türkiye'den destek beklentisini dile getirmiştir. 
 

 

Asya-Afrika Konferansı'na katılacak olan hükümet temsilcilerine yönelik hazırlanan bildirinin giriş kısmında, Türkistan Milli Birlik Komitesi'nin, Türkistan halkının özgürlüğü için mücadele ettiği belirtilmişti. 

25 milyon nüfusa sahip Türkistan'ın dil, medeniyet ve din başta olmak üzere birçok bakımdan bir Türk-İslam memleketi olduğu vurgulanan bildiride, Türkistan'ın tarihi süreci hakkında bilgi veriliyor ve Çarlık dönemi ile Sovyet rejimi arasında Türkistan siyaseti konusunda bir farklılığın olmadığına dikkat çekiliyordu. 

Türkistan'da uygulanan politikalar, müstemleke anlayışının ürünü olarak değerlendirilerek bu yargı, tarihten verilen örneklerle pekiştirilmeye çalışılıyordu. 

Çarlık Rusya, milli mukavemet fikrini sonuçsuz bırakmak için Türkistan'ı 5 hükümete ve 5 arazi parçasına bölmüştü. Sovyet Rusya da aynı amaç doğrultusunda, halkın rızası olmadan, 1924 yılında Türkistan'ı beş bölgeye ayırmıştı. Türkistan adı yasaklanarak burada yaşayanlara "halklar", "milletler" denilmişti. Buradaki idari makamların %70'i Ruslar tarafından işgal edilmişti.

Türkistan, "kızıl terörün" kontrolüne girmişti ve her tarafında istismarlar yapılıyordu. Mal sahiplerinin ellerinden arazileri alınmış, dini faaliyetler yasaklanmış sadece propaganda amacıyla birkaç cami açık bırakılmıştı. 

İddiaya göre açık olan camilere gidenler de ajanlar tarafından takip edilerek tespit ediliyordu. 

Bir diğer iddia Sovyet terörizmi yüzünden, 6 milyondan fazla Türkistanlının öldüğüydü. Burada sıralama şöyle yapılmıştı:

  • 1918-1920 arasında Kızıl Oordu'nun saldırıları tarafından öldürülen insanlar ve uygulanan ekonomik politikalar yüzünden 1,5 milyon kişi ölmüştü. 
     
  • 1932-1934 yılları arasında 3 milyondan fazla Türkistanlı açlık çekmiş ve Türkistan'ın göçebe nüfusu zorunlu olarak ikamet ettirilmişti. 
     
  • 1937-1939 yılları arasında 500 binden fazla Türkistanlı, tıpkı milliyetçiler gibi, siyasi temizlik anlayışının kurbanı olmuştu. Yine Moskova'nın sınıf, savaş, teori uygulaması yürütülürken, 500 binden fazla Türkistanlı, kapitalistlikle suçlanarak Sibirya'daki toplama kamplarına gönderilmişti. 
     
  • Son olarak da kolektivizmin başlangıcından itibaren 400 binden fazla arazi sahibi ve köylü, aileleri ile birlikte sınır dışı edilmişler, kamplara gönderilmişler veya öldürülmüşlerdi.  
     
  • Sekizinci maddede de II. Dünya Savaşı ve sonrasında Rus ve Çin hükümetleri tarafından yeniden siyasi temizlik hareketi başlatılarak milyonlarca Türkistanlının aynı şekilde kurban edildiği iddia edilmişti. 

Bildirinin sonunda Türkistan davasıyla ilgili beklentilere yer verilmiştir. 

Ruslaştırma siyaseti devam ediyordu ve bu çerçevede 1954 yılından itibaren Ruslar, Türkistan halkını yerinden etmek için bölgeye gelmiş veya getirilmişlerdi.  

Türkistan'daki saldırıların sona ermesi, Çin ve Rus emperyalizminin özgürlük karşıtı hareketlerinin durdurulması için özgür Asya ve Afrika halklarının Türkistan halkına yardımı ve desteği talep ediliyordu. 


Veli Kayyum Han'ın Türkiye ziyareti

Türkistan Türklerinin hürriyet davası tezi ile faaliyetleri hakkında bilgi vermek amacıyla Veli Kayyum Han, Türkiye'ye gelmiş ve burada kaldığı süre içerisinde İstanbul'daki Türkistanlılar Yardımlaşma Derneği Başkanı Halide Ahıska, Devlet Bakanı Emin Kalafat ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile görüşmüştür. 

Görüşmede, Türkistan halkı adına problemlerini iletmiş ve Türk hükümetinden beklentilerini dile getirmiştir. 

Türkiye'deki ziyareti sırasında Başbakan Adnan Menderes'in Türkistan davasına gösterdiği ilgi ve yaptığı manevi yardımlardan memnun kalan Kayyum Han, duygularını 7 Ağustos 1956 tarihli iki sayfalık mektubuyla ifade etmiştir;

Çok Muhterem Adnan Menderes Hz.ne T.C. Hükümeti Başvekili. Zati devletlerinin yüksek kararlarına iktiran eden bu dileklerimizin müspet kararlarınıza mazhar olduğu aynı muhterem zevat tarafından bildirilmişti.


Mektuptan Adnan Menderes'in, Türkistan davasına gereken önemi verdiğine dair bir çıkarım yapılamasa da hükümetin konuya ilgi gösterdiği söylenebilir. 

İlk defa Demokrat Parti iktidarıyla Türkiye'nin Türkistan davasıyla gerçekten ilgilendiğinin vurgulanması ve özellikle Başbakan Menderes'e yönelik ifadeler, bu değerlendirmemizi doğrular niteliktedir.

Bu gördüğümüz realist alakayı, tarihimizde ilk defa olarak iktidarınız zamanında şahidi olmaktayız. Türkistan hudutları dışında gurbet illerde vatan hasreti çeken Türkistanlılarımız, yıllardan beri kurtulamadıkları çileden zatıâlilerinin kararlarıyla kurtuldular. Türk'e has cesur ve yüksek himayeniz ruhumuzu yükseltti. Maneviyatımızı kuvvetlendirdi. Mücadele kuvvetimizi arttırdı.


Türkistan davasının ana prensibi: "Tam hürriyet ve istiklal"

Veli Kayyum Han, Türkistan davasının ana prensibini, "Tam hürriyet ve istiklal" sözcükleriyle açıklamıştır. 

Fakat bunu gerçekleştirmenin bazı şartları ve zorlukları vardı. 

Öncelikle Rus emperyalizmi sona ermeliydi. Bu gerçekleşmeden Türkler için barış ve huzur sağlanamazdı. 

Rusya'nın, büyük bir "Federatif Rusya" kurma ve "Rusya'yı Balkanlaştırma" gibi hedeflerine ve Milliyetçi Çin hükümetinin de Doğu Türkistan'ı bir Çin eyaleti olarak elinde tutma arzusuna dikkat çekiliyordu. 

Milli irade ve temel gayeleri aleyhinde olan ve büyük maddi kaynaklara dayandırılan bu iki tez, Türkistan Milli Birlik Komitesi tarafından prensiplerine aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmişti.

70 yıldır devam eden Rus, Çin esareti ve yapılan çeşitli propagandalar, Türkistan halkının milli varlığını sarsamamıştı.

"II. Dünya Harbi'nde Avrupa'da kurduğum 260 bine yakın mevcutlu ordumuzun 6 ay gibi kısa bir zamanda hazırlanarak Rus cephesinde Türk'e has yiğitçe savaşmakla ispat ettiler…İşte bu ordumuzun nüveleri hazır ve kısa bir zamanda tekrar ordular kurabileceğimize... inanıyoruz" diyen Kayyum Han, Milli iradeye dayanan Türkistanlı mücahitlerin sayısının artmasını gerekli görüyordu.

Fakat mücahitlerin yetiştirilmesi ve beklentilerin gerçekleşmesi için ekonomik olarak da desteğe ihtiyaç vardı. Öncelikle döviz sorununun çözülmesi gerekiyordu. 

Devletlerin çıkarttıkları döviz kanunları sebebiyle Türkistanlılardan sağlanan maddi imkânlar daralmıştı. İşte tam bu noktada Türkiye'den bir çözüm bekleniyordu.

Türkistan Milli Birlik Komitesi Başkanı Veli Kayyum Han, 17 Ağustos 1956 tarihine kadar İstanbul'da kaldı. Kendisine gösterilen ilgiden memnuniyetini "Bu sıcak ve candan alakalarının devamını tarih önünde dilerim" sözleriyle dile getirdi. 

Ve tüm Türkistanlılar adına Türkiye'ye ve Başbakan Adnan Menderes'e bağlılığını sunarak Türkiye'den ayrıldı.

 

 

•    Makale, "Zehra Aslan, Türkiye'de Göç ve Göçmenler  (1914-1960) Karadeniz, Batum, Bulgaristan, Türkistan Türkleri ile Romanya Yahudileri, Libra Kitap, 2020" ve "Zehra Aslan, Demokrat Parti Döneminde Türkiye'nin Türkistan Türkleri ile İlişkileri, ATAM, 2018" adlı eserlerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Veli Kayyum Han görseli: https://the-new-order-last-days-of-europe.fandom.com/wiki/Veli_Kayyum_Han, Erişim 27.12.2021.
https://www.dusuncemektebi.com/d/176433/nazi-almanyasinin-musluman-lejyonlari,  "Nazi Almanyasının Müslüman Lejyonları", Erişim 27.12.2021

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU