Ülkücü yazar kaleme aldı, sosyalist yönetmen uyarladı: 'Hiç Kimse' olmak…

Oyunun en önemli özelliği ömrü ülkücü mücadele içinde geçmiş bir yazar ve edebiyat öğretmeni Adnan Büyükbaş'ın aynı adlı romanından, Devrialem'in kurucusu ve Ermeni kökenli, sosyalist Tanya Aksu Gökdeniz tarafından sahneye uyarlanması

Devrialem Oyuncularının Şişli CSA Sahne'de sergilediği 'Hiç Kimse' oyunundan bir sahne

Deliyim değil mi ben? Size benzemediğim için deliyim. Senin gibi akıllı olmaktansa deli olurum daha iyi. Bir şey olmak zorunda mıyım? Hiç kimse olamaz mıyım? Ha söylesene doktor; hiç kimse olamaz mıyım?


Bu sözler, yaklaşık yedi yıldır Devrialem oyuncuları tarafından sahnelenen 'Hiç Kimse' oyunundan. Oyunun kahramanı Erkut'un kapatıldığı akıl hastanesinden, doktoruna söyledikleri.

Oyunun en önemli özelliği, ömrü ülkücü mücadele içinde geçmiş Kayserili bir yazar ve edebiyat öğretmeni olan Adnan Büyükbaş'ın aynı adlı romanından, Devrialem'in kurucusu ve kendisini sosyalist olarak tanımlayan Ermeni kökenli Tanya Aksu Gökdeniz tarafından sahneye uyarlanması.

Gökdeniz; Almanya'da başladığı tiyatro serüvenini Türkiye'ye döndükten sonra sürdürmüş ve 2007'de eşi Hasan Fehmi Gökdeniz ile tiyatro topluluklarını kurmuşlar. Hasan Fehmi Gökdeniz, Hiç Kimse'de sistemin dışarıya ittiği baş kahraman Erkut'u oynuyor. 
 

 

Adnan Büyükbaş'ın romanını okur okumaz çok etkilendiğini söyleyen Tanya Gökdeniz; iki farklı dünyanın buluşmasından mutluluk duyduğunu söylüyor.

Tanya Hanım'la sohbetimize geçmeden önce, dik kafalılığı, uyumsuzluğu ve toplumdaki yapay sürtüşmeleri konu edinen romanın yazarı Adnan Büyükbaş ile sohbet ediyoruz. 
 

adnan buyukbas.jpg
Yazar Adnan Büyükbaş


Büyükbaş uzun yıllar ülkücü hareketin içinde yer almış, 80 öncesinde karşıt görüşlülerle çatışmaların içinde olmuş ve hatta solcular tarafından silahla vurulmuş bir edebiyat öğretmeni.

Şu anda var olan merkez siyasete ve ülkücülüğe de önemli eleştirileri var. Ki roman kahramanına o yaşlarda bile ülkücü camia için bir hayli çelişkili gelecek sözler söyletiyor.

Eski ülkücü, eski devrimci ve eski İslamcıların birbiriyle sürtüşmelerini hayli içeriden ama bir o kadar tarafsız sözlerle anlattırıyor kahramanına:

Etliye sütlüye karışmayan sarıklılarla doldu camiler. Cuma vaazları Cin Ali kokuyor… Piyasa kalleş kaynıyor. Biraz da öldürülmüş dostluklar sürsek kazanın altına… Matbu hutbeleri esneyerek dinlemek caiz mi hocam. Fatiha'dan sonra âmin demek namazı bozar mı? Camiler, mutlu köleler dağıtıyor; yatıp kalkmayı yeterli saydırarak… Şehir toplu mezarlığa benziyor. Bir ateş yağsa ne güzel olurdu. Arınırdı pislik bulaşmış kimliklerimiz. Biliyor musun amca, benim kimsem olmadı! Bana hiç kimse der misin?


Büyükbaş'ın şu ana kadar yayımlanmış 10 kitabı var, ama daha çok yerel yayınevlerince basıldığı için büyük kent okuruna ulaşamamış önemli bir kısmı.

Kendisini çocukluğundan beri ülkücü olarak tanımladığını söylüyor, ancak onun ülkücülüğü karşıt görüşleri tanımasına, onlarla dost olmasına engel olmamış. Bu yüzden 'Hiç Kimse' romanında bir ülkücü ve bir devrimciyi yıllar sonra buluşturmuş.

Romanının ülkücü kahramanının kendisinden izler taşıdığını saklamıyor Büyükbaş:

Gustave Flaubert 'Madam Bovary benim' demiş ya, benim kahramanım da yaşadığım şeylerin deneyimiyle oluşmuştur. Aydın yaşadığı ülkenin, dünyanın sorunlarından soyutlanamaz. Ben de yaşadığım ülkenin sorunlarını dert ederim, hatta kendimi bile eleştirmekten çekinmem.


Gerçekten de Büyükbaş'ın kendi cenahını eleştirmekten çekinmediğini romanındaki şu sözlerden anlayabiliyoruz:

İyi insan olma öğretisi, peygamberlerden sonra sulandırıldı. Çünkü peygamberler ilahlaştırıldı. İnsanlar peygamberleri ilahlaştırınca kendilerini de peygamber yaptılar. Biraz daha cesur olanlar peygamberleri aradan çıkarıp kendilerini peygamber yapıverdiler… Kalabalık önce tanrıyı öldürdü, sonra insanı katletti…

Musa Kızıldeniz'i ikiye ayıran asasına hapsedildi, İsa baygın gözüyle resmedildi, Muhammed Uhud'da kırılan dişiyle anıldı. O'nun sakalından kalma bir kılın karşısında salya sümük ağlarken onun ahlâkından ne kadar nasiplendik?  İnsanlık öldü, insanlık öldü, insanlık öldü. Kasvetli, sulu zırtlak ilahiler çınladıkça insanoğlunun beyninde iyi insan olmak cennet ve cehennem arasında sıkışıp kaldı.

Oysa peygamber İsa, zina eden bir kadını 'Tövbe et Allaha dön, günah işlememiş gibi olursun' diyerek uğurlamıştı. Oysa peygamber Muhammed "ben Kureyş'ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum karşımda titreme arkadaş" diye sakinleştirmişti bir konuğunu. Yasalar çıkardınız yaşamadı. Ölmüş insanlık nasıl yaşar ki. Gittiğiniz bütün kurslar, bütün okullar işe yaramadı. Tanrı'nın yarattığı insanı kendi yarattığınız Tanrı'nın kanında boğdunuz.

 

 

Siyasette kan güdülmesinden yana olmadığını, ama hiçbir düşüncenin de eskidiğine inanmadığını, hatta romanına bu yüzden 'Eskimeyen' başlıklı bir bölüm eklediğini söyleyen Büyükbaş, kendisini uzunca bir zamandır 'yalnız kurt' olarak adlandırmış yıllarca.

Ve hatta bu sloganı arabasının arkasına bile asmış:

Toplumda o kadar çok yalnız kurt var ki. Yani kendilerini temsil etmesi gereken kişilerin, makamların ya da düşüncelerinin temsilcisi, sözcüsü olduğunu söyleyen insanların buna layık olmadığını görünce hayal kırıklığına uğrayan çok insan var. Ben de onlardan birisiyim. Ülkemiz iyi yönetilmiyor, bunu görüyoruz. Benim gibilerin çok olduğunu biliyorum ve bir zamandır münzevi bir hayat yaşıyorum.


Adnan Büyükbaş kendisi gibi ülkücü bir yazarı, Tanya Gökdeniz gibi sosyalist bir tiyatrocuyla buluşturan şeyi sorduğumda, şu yanıtı veriyor:

Türkiye.
 

adnan buyukbas2.jpg
Adnan Büyükbaş

 

Romanının ülkücü kahramanının Nihal Atsız külliyatında yer alan 'Kürşat' adlı kahramanı kendisine idol olarak seçtiğini söyleyen Büyükbaş; geçmişten bugüne sağcı-solcu gerilimlerinde hep bir 'parmağın' olduğunu ve bu parmağın devletin parmağı olduğunu şu sözlerle anlatıyor bize:

Romanın bir bölümünde 12 Eylül'den sonra parçalanan bir tabloda sadece ileriyi gösteren bir parmak kalıyor. O parmakla devletin iki gruba da parmak soktuğunu ve iki tarafı karıştırdığını anlatmaya çalıştım. Ancak günümüzde artık kahraman beklemek doğru değil.


Tanya Aksu Gökdeniz, romanın kahramanlarından ilhamla yarattığı Erkut'a ise gerçek sistem eleştirisi yaptırmış tiyatro metninde.

Erkut aracılığıyla işkence de dile geliyor oyunda, hapse atılan aydınlar da:

Keşke bir deli olup ferman salsam: Ülkesini seven herkesi zindanlara doldurun… Üstünden paletler geçmiş bir psikoloji kitabından fışkırmış sert sessizler gibiyim. Yumuşak sesler Çamlıca tepesinde ağır çekim kavuşma sahnesini bitirirken, falaka sonrası soğuk duşa alınmış bir delikanlıyım sanki.


Ancak aynı sistem eleştirisini ülkücü yazar Adnan Büyükbaş'ın başka metinlerinde de görmek mümkün ki, iki ismin aslında hayata başka yönlerden bakıyor görünseler de farklılıkların sadece yüzeyde olduğunu anlamak mümkün.

Adnan Büyükbaş'ın şu satırları mesela:

Tebdil-i kıyafettin hain/ Hainin her boyu mevcuttur / Arada bir hatırlamak gerekir ki / Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet / İktidar koltuğuna çöreklenir / Arada bir o an bu andır…


Oyunu izlerken Erkut'un bir romanın sayfalarının arasından değil de yan sokaktan, ofisteki karşı masadan tanıdığınız biri olduğunu düşündürecek kadar zengin bir karakter yaratmış yazar Büyükbaş ve yönetmen Gökdeniz.

Erkut bazen şair, bazen ressam, solcu ama bir yandan da sufizme varan bir dinsel bakış açısına sahip. Âdem ile Havva'nın var olmasıyla toplumun oluştuğunu söyleyecek kadar toplum analizi yapıyor ama bir yandan da varlığına inanmadığı ruhunun sıkıldığından yakınıyor.

Sufizm ile nihilizm arasında gidip gelirken hem hiçbir yerde olmak istemiyor hem de zamanı yok etmek istiyor. Çünkü onun esas isteği Hiç Kimse olmak.
 


Erkut bir yandan görünüşte kendi kendine ama aslında seyirciyle-toplumla konuşur bir yandan da kendisini tedavi etmekle mükellef doktorunu kendisiyle yüzleştirir, kendi gerçeğiyle. Kadınların yaşadığı şiddete dair iki yüzlülük de o yüzleşmelerden biridir:

Çamurun içinde bir adam yüzü, bomboş bakıyor.  Sesleniyorum ona hey hey dün sevgililer günüydü. Yarını sevgili öldürme günü ilan edelim mi?
 

 

Ve toplumu da resmeden Erkut'un dilinden şu sözler dökülür:

Kazı kazancıların önünde kuyruklar, lotolar bir sonraki haftaya devretmişler umutlarını. Asgari ücret açlık sınırının üç kat altındaymış. Televizyonlarda çöpçatanlık yapmak yasalmış. Damat adaylarının yüzüne bakılmıyor, cebine bakılıyor. Yardım mı ediyorsun birine en kötü gününde. Hemen deşifre et. O zaman iyi insan oluyormuşsun.
 

 

İstanbul da nasibini alır eleştirilerden elbette:

Ölüsün ey şehir… Sırf sen öyle olduğun için ölümü sevmiyorum. Aslında sen ölü bile değilsin. İrin akan bir yarasın. Kendine bile iğrenemeyen bir zavallısın. Övünüp duruyorsun yaşınla, biriktirdiğin taşınla bana hava atıyorsun. Sakın ama sakın unutma her üç yılda bir değişen kaldırım taşlarına tükürüp geçiyorsam, bu benim muvazenesizliğimdendir. Sakın unutma…  Bu ölü şehir bu 7 tepeli şehir. Ölüm hiç bu kadar şahsiyetsiz olmamıştı. İnsanlar birer mezar taşı başka bir insanın ardında.


Adnan Büyükbaş'ı mahallesinin 'kötü çocuğu' olarak tanımlayan ve onda aslında anarşist bir ruh olduğunu söyleyen Tanya Aksu Gökdeniz; bir ülkücünün kaleminden çıkan ve kendisinin oyunlaştırdığı metnin aslında doğrudan emperyalizme ve kapitalizmin yarattığı sistem ve insan türünü eleştiri olduğunu söylüyor:

Oyunda akıl hastanesiyle, sistemin getirdiği bütün nevrotik durumları resmetmek istedim. Erkut'ta çağın bütün hastalıklarını görürsünüz ama aslında o hastalıklar hepimizde var, seyirci onda her zaman kendinden bir parça görüyor.
 

tanya aksu gokdeniz.jpg
Tanya Aksu Gökdeniz

 

Hem yazar Büyükbaş'ın hem de kendisinin sistemi sıkıştırdığı insan tipini anlatmaya çalıştığını söyleyen Gökdeniz, insanların iyi-iyilik kavramlarını düşünmesi gerektiğine inanıyor ve o yüzden kahramanına şu sözleri söylettiğini söylüyor:

Ne iyi olmayı becerebildim. Ne kötülüğüm uzun sürdü. Aslında kötü insanlar kendi yakalarını kavramış, kendi gırtlağını sıkmış, kendilerini hep sorgulamışlar. Biliyor musun, yüz binlerce insan iyi olma kursuna gidiyor. Öğretmenler, şeyhler, filozoflar, uzmanlar çoğaldıkça iyi insanlar çoğalıyor. Katılım belgesi dağıtılıyor kucak kucak.

Benim anlamadığım şey şu: İyi insanlar çoğaldıkça kötülük eksilmiyor… Gittiğiniz bütün kurslar, bütün okullar işe yaramadı. Tanrı'nın yarattığı insanı kendi yarattığınız Tanrı'nın kanında boğdunuz.


Tanya Aksu Gökdeniz'in, Hiç Kimse romanından farklı olarak yarattığı karakterler Erkut ile sınırlı değil, bir de Zeynep var, Dr. Zeynep. Zeynep'in kapitalizmi temsil ettiğini söylüyor Akdeniz.

Parlak taşlı gözlüğü, şık döpiyesi, sarı bakımlı saçlarıyla temsil ettiği kapitalizmin bir kurbanı olduğunu fark etmesi ise onun yüzleşmesi olur.

Kırmızı ruju, kalın siyah çoraplarının üzerine giyilmiş olan kırmızı paçalı dantelli donu ve kırmızı rugan ayakkabılarıyla kadın her ne kadar eğitimli de olsa en nihayetinde pornografik bir meta olmaktan öteye geçemediğini gösteriyor. 


Eğer bugünlerde ruhunuzu tanımak, sıkışmışlığınızla yüzleşmek, deliliğinizi sevmek, dışımızdaki parmakların bizi soktuğu toplumsal gerilime bir şamar atmak istiyorsanız siz de Devrialem Oyuncularının Şişli CSA Sahne'de sergilediği 'Hiç Kimse'sine ajandanızda yer vermelisiniz.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU