Liderlerin değil, milletin sesi erken seçimi zorlar

Derin Koçer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

CHP'nin Mersin mitingi aslında bir partinin ya da liderin değil, mitingin adı gibi, 'milletin sesi' olmalıydı. Olamadı. 

Bunu ölçmek için basit bir test yaptım. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Mersin'de yaptığı konuşmayı dinlerken birkaç saniyeliğine gözlerimi kapadım ve düşündüm: Sahnedekinin Kılıçdaroğlu olduğunu bilmeseydim, başka bir CHP'li liderden de aynı cümleleri duyabilir miydim? 

Duyardım. 

Çünkü Kemal Bey konuşmasının hemen hemen tamamında CHP'nin sosyal demokrat politikalarından bahsedip seçim vaatlerinde bulundu. Mitingin temel mesajı da bu vaatler üzerine kuruluydu. 

Oysa Kılıçdaroğlu'nun liderliği, bu politikalar sayesinde güçlenmedi. Tersine, kendini dar bir siyaset alanına hapsetmiş CHP'yi Kemal Bey, Türkiye'nin üzerinde ittifak kurabileceği bir kitle partisine dönüştürdü.

2018'de İYİ Parti'nin seçime girmesini sağlamak için partiden istifa eden 15 milletvekili de 2019'da büyükşehirleri kazandıran hem Türk milliyetçilerini hem ulusalcıları hem de HDP tabanını içine alan geniş ittifak da bu yeteneğin sonucuydu.

Çuvaldızı CHP'ye batırmaktan çekinmeden yapılan 'helalleşme' çıkışı da aslında Kılıçdaroğlu liderliğinde partinin artık hem Türkiye için hem de CHP için yeni bir sayfa açmaya hazır olduğunun açıkça ilanıydı. 


Mersin'de, her ne kadar Kılıçdaroğlu 'dostlarımızla iktidara geleceğiz' dediyse de ortada ne dostlar vardı ne de bir siyasi birlik.

Bu yüzden de iktidarı erken seçime zorlamaya yetecek bir ses de çıkaramadı 'millet'. Zira sahnede bütün muhalefetin arkasında durduğu bir erken seçim argümanı değil; 'Esnaf Bakanlığı' açma vaadi vardı.


Bunun sebebi Kılıçdaroğlu'nun yolundan dönmesi değil; muhalefetin bütüncül olarak bir yönetim sıkıntısı yaşaması: Partinin içindeki cumhurbaşkanı olmak isteyen diğer liderlerle parti genel başkanı arasındaki soğuk savaş binlerce kilometre öteden belli oluyor.

Örneğin, İzmir Belediye Başkanı'nın ve hatta İstanbul ilçe belediye başkanlarının katıldığı böylesine iddialı bir mitingde ne Ekrem İmamoğlu vardı ne Mansur Yavaş. 

Eh, 'milletin sesi' olup iktidarı erken seçime zorlamak için çıkılan yolda Millet İttifakı'nın diğer aktörleri de yoktu; ittifaka katılmayarak CHP'nin yanında durmadığını millete yedirebileceklerini zanneden DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve -başka sebeplerle- HDP de. 

Dolayısıyla ses, milletten çok, bir CHP liderinin sesiydi. Miting de bir CHP mitingiydi. Bu, toplanan kalabalığın ne kadar büyük olduğunu da önemsizleştiriyor.

Muharrem İnce'den alışığız hıncahınç meydanlara; mitinge gelmeyen bir kişinin bile desteğini alamadıktan sonra, ne anlamı var kalabalıkların? 


Oysa muhalefet, iktidarı gerçekten de seçime zorlamak istiyorsa, gidilecek yol belli: Partizan kimliklerden arındırılmış; adaylık dedikodularını bir kenara bırakmış; seçimden başka geçim yolu kalmamış 'milletin sesi' bağımsız bir Erken Seçim Kampanyası'na dönüştürülmeli. 

Liderler değil; millet erken seçim talebinin sözcüsü haline gelmeli. 


Bir eline Türk bayrağını alan, diğerine AKP bayrağını da MHP, İYİ Parti, DEVA ya da HDP bayrağını da alıp mitinglere gelmeli. Ortaya bir partinin değil; milletin seçim çığlığı çıkmalı.

Hatta parti liderleri sadece milleti dinlemeli; sivil toplum liderleriyse bu hareketin asıl bayraktarlarına dönüşmeli. 

Zira iktidar sahiplerinin korkusu liderlerden değil; millettendir. 

Tam da bu sebeple mitingin başında sahneye çıkan atanamayan öğretmen de iflas etmek üzere olan esnaf da geçinemeyen çiftçi de mitingin asıl güçlü sözcüleriydi.

Kılıçdaroğlu partisi adına Mersin'e konuşurken; onlar, tüm Türkiye'ye, millete konuştu. 

Mesela çiftçi Naile Uyanık'ın haykırışı, Türkiye'nin sesiydi:

Şu anda bahçelerimizin limonları satılmıyor. Dalında kaldı limonumuz, portakalımız, mandalinalarımız. Gübremizi alamıyoruz. Şu anda aç köylü, aç. Eskiden bahçelerimizi sattık mı kızımızı, oğlumuzu evlendiriyorduk. Çok kötü durumu köylünün. Ne olursunuz yardım edin. Türkiye duy sesimi.


Bir buçuk yaşındaki çocuğuna mama alamadığını söyleyen esnafın çocuğuna karşı hissettiği şefkat ve çaresizlik, hiçbir siyasi propagandanın kurgulayamayacağı kadar gerçekti. 

Türkiye'nin en çok onların sesini duymaya ihtiyacı var. 

Çünkü milletin sesi, onların sesi aslında. Adaylık yarışlarının, hizip çekişmelerinin, ittifak stratejilerinin sesi değil.

Dalındaki limonu para etmeyenin, çocuğuna mama alamayanın, ailenin ekonomik darboğazı yüzünden okulu bırakıp çalışmak zorunda kalan gencin sesi, milletin sesi.

Onların sahneden kurdukları cümleleri duvarlara yazmak lazım. Zira erken seçimin dayanağı o umutsuzluk ve o bıkkınlıktır. 


CHP'nin de yapması gereken, bu mitingleri birer klasik 'CHP lideri konuşuyor' etkinlikleri olmaktan çıkarıp; dedikoduların gölgeleyemeyeceği birer millet buluşmalarına dönüştürmek.

Merkeze de geçinebilmek için seçime muhtaç olan milyonların sesini koymak. 


'Türkiye, duy sesimi' diye feryat eden bir çiftçiden daha gerçek, daha güçlü, daha birleştirici ne olabilir? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU