Unutuluş Melekleri ya da Beyaz Odadaki Çocuk

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Yazar Karl Olsberg / Fotoğraf: Independent Türkçe 

Mitolojiye ya da Yahudi inancına göre, Unutuluş Melekleri, bebekler dünyaya yeni geldiğinde gökyüzünden yeryüzünü izleyip en doğru zamanı kollarmış.

Bulutların arasında yaşayan Unutuluş Melekleri, yeryüzüne sarkan ışık huzmelerine tutunarak yeryüzüne inerler.

Melekler, yeni doğan bebeklerin üst dudağıyla burnu arasındaki boşluğa parmaklarıyla dokunarak, bebeklerin anne karnındayken gördüğü her şeyi unutmalarını sağlarmış.

Hatta bebeklerin geleceği bilmelerinin önüne de geçmiş olurlarmış.

Unutmanın daha bebekken insana sirayet ettiği, yaşamın çekilebilir olması için bir gerekliliğe dönüştüğü görülmekte.

İnsanın hatırlama isteği, unutma istenci kadar can alıcı bir yerde durur.

Kimi zaman belleği altedip sürekli çağıran, kimi zaman da belleği boğup ayrıntıların üstünü örten bir sis bulutuna dönüşür.

İnsan neden hatırlamak ya da unutmak ister?

Belki de yaşamak, yaşayışının anlamını bir temele bindirmek istediği içindir. Ama bu noktada tarihsel olayların yarattığı travmalarla, bireyin deneyimlerini esas alarak unutmaya ve hatırlamaya kalkıştığı şeyleri birbirinden ayırmak gerek.

Tarihsel travmalar, toplumun büyük bir bölümünü etki altına alırken, deneyimler ayrıntıların içinde hapsolan bireyleri etkiler.

Unutuluş Melekleri ve unutma-hatırlamayla ilgili Belçikalı yönetmen Jaco van Dormael 2009 yılı yapımı Mr. Nobody filminde de yer tutar.

Unutma ve hatırlama arasındaki sınır çizgisi, bellek ve yaş üzerinden ayrıntılı olarak filmde anlatılır. Nemo, 2092 yılında 118 yaşına girmekte olan, ama hâlâ 34 yaşında olduğunu sanan bir karakter.

"Yaşayan", "son", "ölümlü", kavramları arasında belleği şekillendiren olaylar dizininde hatırlama ön planda tutulur. Hatırladığı ilk şeyse doğumundan öncesidir:

… Doğmadan önce her şeyi biliriz. Gerçekleşecek olan her şeyi… Sıra sana geldiğinde, Unutuluş Melekleri bir parmaklarını ağzının üstüne koyar. Böylece üst dudağında bir iz kalır. Bu, her şeyi unuttuğun anlamına gelir. Ama dikkatsiz bir melek beni gözden kaçırmıştı.

 

Marc Augé, Unutma Biçimleri kitabında şimdiki zamanın unutma açısından gerekliliğine değinirken, uzak geçmişe ulaşmanın yolunun yakın geçmişi unutmaktan geçtiğini belirtir.

Marc Augé, unutma figürlerini, üç temele dayandırarak ilkinde yakın geçmişin üzerinin çizildiğinde hatırlamaya başlandığını; ikincisinde anımsamayı karşıt bir kelime olarak unutmanın önüne koyup, ölüm ile yaşam karşıtlığında unutma ve hatırlama eylemine varır; üçüncüsünde ise çocukluğun zihnine uzanarak, öyküleştirilmeyen her şeyin bellekte tahribata uğrayarak unutulduğuna parmak basar.

Tüm bu durumlara eğildiğimizde, unutma ve hatırlama pratiğinin bir oluşma yeni bir şey yaratma istencine giriştiğini görebiliriz. Kişi ya da kişilerin, aynı sorular etrafında farklı durum ve olaylarla unutma ve hatırlamaya yeltendikleri görülebilir.

3c7d32a8-e85a-4ec5-bf19-37c421df66cb.jpg
Karl Olsberg'in kaleme aldığı Beyaz Odadaki Çocuk kitabı / Independent Türkçe


Beyaz Odadaki Çocuk: Yeni bir bellek inşası

Karl Olsberg'in Beyaz Odadaki Çocuk kitabında Marc Augé ve Unutuluş Melekleri'ne göre ters bir önermeyle karşılaşırız.

Karl Olsberg, bilim kurgu ve yapay zeka üzerinden insan doğasını bambaşka bir yere taşırken yine insanı hatırlama merkezli bir odakla ele alır.

Yaşamın kendi çerçevesi dışında, insanın ani bir değişimle, hiç beklemediği bir hayatla karşılaşmasını teknolojiyle sorgulatır.

Beyaz Odadaki Çocuk kitabının ana karakteri Manuel on yaşında, kişisel hatıralarını yitirmiş, ama bilişsel ve düşünsel yeteneklerine sahip olarak çıplak bir odada uyanarak dünyaya gözlerini açar.

Manuel, bir saldırı sonrasında da felce uğradığından, geçmişinin tamamen silindiği ve yaşamını zihinsel olarak yitirdiği de görülür.

Geçmişi, anılarını, yaşamının etrafında dönen her şeyi ve var olan yaşamını sürdürmekten uzak kalmış bir çocuktur.

Bu noktada, babası onun için sanal bir dünya yaratarak kaybettiği birçok özelliğini yeniden kazanmasına yardımcı olmaktadır.

Manuel, nerede olduğunu bilmeyen, etrafında kimsenin olmadığı, odaya nasıl geldiğini anlamayan bir haldeyken, Alice adlı bir bilgisayar yardımıyla eksilen, kaybolan her şeye dair parçalar bulmaya başlar:

Evet. Ruhun bedeninden tamamen kopmuş durumda. Hatta gözlerindeki ve kulaklarındaki sinirler bile artık beynine ulaşmıyor. Yalnızca kan dolaşımı işler durumda. Doktorlar bir ölüden farkın olmadığını söylediler. Fakat beynini incelediğimizde hala canlı olduğunu görebiliyorduk. Biraz zaman aldı fakat sonunda en önemli sinir sinyallerini çözümlemeyi ve bu sayede sanal bedenini kontrol etmeyi başardık. En zoru ise beyninde konuşmayı ve anlamayı kontrol eden dil merkezinin sinyallerini çözümlemekti. Ancak gördüğün gibi bunu da başardık. Sesin bir bilgisayardan çıkıyor fakat kelimeler sana ait.

 

Beyaz Odadaki Çocuk kitabındaki anlatıcı okuyucuyu gerçek ile sanal noktasında karambolde bırakır.

Manuel, silinmiş olan yaşamını bir bilgisayar sayesinde yavaş yavaş parçaları birleştirerek hatırlamaya çalışırken, Descartes'ın "Düşünüyorum öyleyse varım," ilkesini de göstermiş olur.

Böylece insanın temeldeki varlığının düşünce olduğunu işaret eder. Manuel, her ne kadar bir bilgisayar yardımıyla geçmişini ya da yeni bir anı inşa etse de makinanın eyleme geçmesini sağlayan onun düşüncesidir.

Kendi düşünceleri ve komutlarıyla makinayı harekete geçirir, makinanın onun yaşamındaki parçaları bir araya getirmesini sağlar.

Bu yeni bellek inşası, derinlemesine felsefi soruları barındırırken, tanrısal bir bakışı ve eylemin başlangıcını da belirler.

Öte yandan mekanın beyazlıkla gösterilmesi, gerçeklik algılarının sorgulanmasına yönelik bir eylemi de pekiştirir.

Bu yeni odada her şeyin gerçeklik algısı, her şeyin sanal dünyaya uygunluğuyla gösterilebilir. Olmayan bir belleğin, olmayan bir hatırlamanın ve her şeyin silinmiş olması, ayrıca yeniden hatırlatılmaya çalışılması odadaki nesneler yardımıyla da yapılır.

Düşüncenin saf bir biçimde gösterilmediği, komutların yardımıyla bazı şeylerin ortaya çıktığı, rüyaların bile sorgulandığı ve her şeyin bilgisayar yardımıyla ölçeklendirilmesi yazarın kendi mesleki deneyimlerini açığa çıkarır.

Aynı zamanda gerçek ile sanal arasındaki sahneler bazen Alice Harikalar Diyarı'na göndermede bulunarak, gerçeklik algılarını tekrar tersyüz eder. Ama bu da bilgisayar yardımıyla görülür:

Gördüğüm rüyayı düşünüyorum. Rüya o kadar gerçekçiydi ki sanki hakikaten Harikalar Diyarı'ndaydım. Gözlerini aç, dedi kedi. Aklıma bir fikir geliyor: gözlerimin gerçekten açık olduğunu, hala bir rüyada olmadığımı nereden biliyorum? Kirpiklerime dokunuyorum ve göz kapaklarımın arasında göz bebeğimin camsı üst yüzeyini hissediyorum. Fakat bu bir anlam ifade etmez ki sonuçta aynı şekilde bu da rüya olabilir.

 

Karl Olsberg, Beyaz Odadaki Çocuk kitabıyla hem mesleki deneyimlerinin yaratımlarını hem de gelecekte yaşanabilecek insani sorunları yapay zekayla ve sanal dünyayla müjdeleyerek, geleceğin kişisel bellek oluşumunu haberdar eder. Bunu yaparken, felsefi sorgulamalarla, dinsel çerçevelerle ve edebi dönüşlerle sağlam bir yapıyla bunu inşa eder.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU