Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya İstanbul sen ne küçüksün!

İstanbul'un bir kıyısından kalkıp kentin göbeğinde devam eden iki farklı hikâyenin kesiştiği yol oldu anılar. Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya yol olan anılarda İstanbul artık yalnızca hoş bir sadadır

Kolaj: Independent Türkçe

Marmara'nın kıyısında uzun bir yolculuktan yorgun düşen Aziz'in dinlenme noktası oluverdi fırtınanın koptuğu o günde.

Kimselerin o zaman adını bilmediği, pek hanesinin olmadığı bu köye Aziz elini değdirdi, ayağını sürdü. Ona kıyılarını açan köyü kutsadı, adını verdi: Ayios (Aziz) Stefanos.

Yani Bahçeci, İstanbul'da semt adı aziz (Ayios) ile başlayan bir tek Yeşilköy var diyor ve aziz köyünün hikâyesini anlatıyor:

Şöyle bir rivayet var; Vatikan İsrail'deki bazı azizlerin mezarlarını taşıyor. Mezarları taşıyan gemi Marmara sularında lodosa yakalanıyor ve karaya oturuyor. Şimdiki kilisenin olduğu yerde ahşap bir kilise olduğunu söylerler. Tam bir kış boyunca kalıyor gemi, yazın başında yeniden yola çıkıyor. O gün itibariyle o gemide taşınan Ayios Stefanos'un adını alıyor köy.


O günden sonra bu aziz adıyla anılır köy. Ancak halk ağızında Ayastefanos'a dönüşür. İstanbul'un balıkçı köylerinden biri olur Ayastefanos da.

Yani Bey, 19'uncu yüzyılın başına kadar da köyde başlayan avcılıkla birlikte gelişimin de başladığını söylüyor.

Islahat Hareketleri'nin başlamasıyla gelen yabancılar sayesinde bu gelişimin başladığını dile getiriyor. "Bu sadece Yeşilköy için değil, İstanbul için de geçerli" diye de ekliyor.

Ağırlıklı İtalyan ve Fransız olan bu yabancılar av için geldikleri bu köye zamanla yazlıklar inşa etmeye başlıyor.

Ardından da demiryolunun köye kadar gelmesi köyü İstanbul'un tercih noktalarından biri haline getiriyor.

Yani Bey, demiryolunun gelmesinin ardından parselizasyonun başladığını anlatıyor: 

Bütün bu parsellere müthiş ahşap köşkler yapılıyor. Yerleşenler de ağırlıklı gayrimüslimler. Ermeni, Rum ve Levantenler köyün sakinleri… Bu üç toplumun da okulu ve kilisesi var. İstanbul'da üç kilisesi olup da cami olmayan semt var mı? Ben buradan başka bir yer hatırlamıyorum. Cami burada 1950'lerin başında yapıldı.


Balıkçılık, mandıracılık… Köyün geçim kaynakları o tarihlere kadar bunlardan ibaret. Yani Bey, iki tane büyük mandıra olduğunu hatırlıyor.

Mandıracılıkla daha çok Bulgarların uğraştığını söylüyor Yani Bey. Balıkçılıklaysa Rumlar… 

Köye, Müslüman nüfusunun yerleşmesiyse demiryolunun gelmesiyle başladı. Yani Bey, çocukluğunun geçtiği Çiroz mahallesini anlatıyor.

Sıra sıra evlerde oturan komşuları hala aklında:

Sol taraftaki apartmanda komple Bulgarlar otururdu. Onun yanındaki apartmanda iki Ermeni aile, alt katlarında Rum bir aile otururdu. Onunda yanındaki dedemin oturduğu apartmanda 5 Rum aile bir Ermeni aile. Onun yanında boş bir arsa var. Hemen köşesinde tek katlı bitişik iki ev var. Birinde Rum, birinde Ermeni… Onun karşısındaki apartmanda hepsi Rum. Aşağıda üç tane villa vardı. En baştaki Ermeni idi, ortadaki Türk, en sondaki Rum idi. Sadece bir tane sokak saydım size. Sene 1966 idi.
 

eski-istanbul-yesilkoy.jpg
Yeşilköy tren / Fotoğraf: Eski İstanbul Fotoğrafları Arşivi

 

1965 yılına kadar köyün yazlıkçı bir semt olduğunu söylüyor Yani Bey. "Yazın nüfus 5 bin iken, kışın bine düşerdi" diye anlatıyor.

Trenin gelmesi köydeki yaşam biçimini de ağırlıkla değiştiriyor. Köy ahalisi artık işini kentin merkezine taşıyor.

Yani Bey de "İnsanlar trenle gider gelirdi" diye anlatıyor. Daha önceleriyse köyden kente ulaşımın vapurla sağlandığından bahsediyor.

Çocukluğundan beri hiç köyünden çıkmayan Yani Bey, "Yeşilköy'de herkes balıkçı ve avcıdır" diye anlatıyor o günleri: 

Kışın ava giden, yazın balık tutar. Bunu yapmayan Yeşilköylü yoktur. Bütün çocukluğumuz sokaklarda geçti. Tüm bunları izleyerek geçti zamanımız. Sonra bize miras kaldı. Hala Yeşilköy'ün hangi evinin bahçesinde hangi ağaç var bilirim. Şimdi arsanın tamamını kazıyıp inşaatı öyle yapıyorlar. Geriye ne ağaç kaldı ne başka bir şey.


Çocukluğunun yazları da denizde geçiyor çoğunlukla Yani Bey'in. Çiroz, Kapri en sık gittikleri plajlar.

"Ekonomik durumu iyi olanların sandalı vardır" diyor Yani Bey. Marmara'da balığa açıldıkları zamanları anlatıyor: 

Şamandırada en 200-300 tekne olurdu.


Okula her gün Yeşilköy'den Fener'e gidip geldi Yani Bey. 07.25 treniyle binip tam 32 dakikada Sirkeci'ye ulaşabiliyordu.

Oradan da Yağ iskelesine (Galata Köprüsü'nün Unkapanı tarafı) kadar yayan devam ederdi yol. En son halk otobüsüne binerek Fener'e ulaşırdı.

Yani Bey birkaç sene sonra otobüs gelince köye, otobüsü tercih etmeye başladıklarını söylüyor:

Önce Taksim otobüsü geldi. Onunla Unkapanı'na kadar gidiyorduk. Sonradan Eminönü geldi. O sefer bizim için daha iyiydi. Bir de Eminönü'nde indiğimizde yürürüz biraz. Oradaki sosyal yaşantıyı da yaşıyorduk sabahları. Bir büfe vardı kahvaltımızı orada yapardık.
 

yesilkoy-1907.jpg
Yeşilköy, 1907 / Fotoğraf: Eski İstanbul Fotoğrafları Arşivi

 

Adeta bir Akdeniz kasabası

Yeşilköy, Yani Bey için artık vücudunun bir parçası gibi adeta. "Kopamıyorum" dediği bu semtte köklerini iyice salmış.

Önceden köyünden yalnızca iş için çıkarken son zamanlarda vazgeçerek ofisini de Yeşilköy'e taşımış. Tüm hayati döngüsünü çok sevdiği köyünün sokaklarında geçiriyor:

Sabahları kalkıp önce sahilde yürürüm sonra gelir kahvaltımı yapar hemen kulübe (Yeşilköy Spor Kulübü) giderim. Kulüpte biraz muhabbet eder, yürüyerek ofise geçerim. Akşam 5-6 sularında işim bittiğinde yine ilk adresim kulüp olur.


Yani Bey, kulüpteki arkadaşlarının çocukluktan kalma olduğunu söylüyor: 

Bizim babalarımız da arkadaştı. Şimdi çocuklarımız da arkadaş. Ogün Restoran var burada. Geçen gün orada 4 arkadaş oturuyoruz. Bize şöyle söyledi:

'Babamla babalarınız oturuyordu, siz bugün oturuyorsunuz burada. Dün akşam da oğullarınız oturuyordu.'

Böyle bir şeyi dünyanın başka hiçbir yerinde yaşayamazsın. Öyle iç içe büyüdük. Çoğu insan gitti tabii bu bahsettiklerimin yüzde 80'i Türk. Gayrimüslim iki üç tane kaldı.


"Sahile indiğinde Rum Kilisesi karşılıyor sizi. Biraz geçtiğinizde Katolik Kilisesi karşınıza çıkar."

Yani Bey köyünü anlatırken Akdeniz sahil kasabalarıyla özdeşleştiriyor. Köyün dokusunun bozulmasına rağmen insanlar arasındaki samimiyetin hala korunduğu görüşünde: 

Buradan çıkayım şimdi 5 dakikalık yolu 15 dakikada yürürüm. Çünkü 20 kişiye selam veririm 15 ile sohbet ederim ayaküstü. Kasabım, bakkalım yıllardır aynıdır. Bakkal 70 senelik dükkân. Peynir ve zeytini hala oradan alırız. 70 senedir aynı kalitede satar.


Yeşilköy için milat sayılıyor 1974. O tarih itibariyle nüfusunu yavaş yavaş kaybetmeye başladı.

Yani Bey "Bugün toplasan 10 aile yok" diye özetliyor son durumu. 


Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya

Meşhur Anjelo'dan Rönepark'a, Kulüp Sokak'tan yazlık sinemalara… Yeşilköy'ün en güzel zamanları bu mekânlarda geçti. Yani Bey ile sohbetimizden sonra eskisi gibi tadı olmasa da hala aynı yerde duran Rönepark'a gittim.

Sonbaharın lütfuna sığınarak uzun zamandır unuttuğumuz sakinliği buldum bahçesinde. Bir kahve söyledim. Marmara'ya dalıp gittim. Güzel bir köy hikâyesini düşlemeye başladım.

Yeşilköylü arkadaşım Yorgo'dan gelen telefonla hem benim hem hikâyenin rotası değişti. Beni Rönepark'tan gelip alıp babası ile tanıştırmaya götürdü Yorgo. Rönepark'tan 100-200 metre ileride Kasımpaşa'ya doğru çıkmaya başladı hikâye. Lazaros Bey beni evin balkonunda karşıladı.

Güneşe doğru açmış ellerini… Oturdum yanına, ben ona doğru açtım ellerimi. Sonbaharın son iç ısıtan güneşi avuçlarına doldu Lazoros Bey'in. Onun avuçlarından bana aktı geçti. İçimizdeki o son güneş sıcağıyla birlikte çıktık Kasımpaşa'nın yokuşlarından. Anılar peşi sıra takip etti bizi. 
 

kasimpasa-1940lar.jpg
Kasımpaşa 1940’lar / Fotoğraf: Eski İstanbul Fotoğrafları Arşivi 

 

Doğduğu Sururi Keramet Sokak'tan başladık hikâyeye. 10'uncu İlköğretim Okulu'nun tam arkasında kalıyordu evleri. Bugün yerinden yeller esen evde evlenene kadar yaşadı. Okulun bahçesinde kızlarla voleybol oynardık" diye anlatmaya başlıyor çocukluğunu: 

Aynalıçeşme Rum İlkokulu'nda okudum ben. Şimdi yıkıldı. İlkokulu bitirdikten sonra çarşıya çırak olmaya gittim. İlk çıraklığımı Galatasaray'da Aynalı Pasajı'n içindeki düğmecide yaptım. Patronumun evi İstiklal Caddesi üzerindeydi. Her öğlen giderim, eşi ona sefer tasında yemek hazırlardı. Alır dükkâna getirirdim. Sonra bir daha okul yok. Çalışma hayatı başladı.


"Bir yokuşla Kasımpaşa'ya inerdik, bir yokuşla Beyoğlu'na çıkardık." Lazaros Bey'in biraz yokuş yukarı biraz yokuş aşağı süren hayatı ahengini tutturmuştu. Komşuları Müberra, Mücella, Aşkım,  Sahure bu hayatın ahengine bir köşeden yakalanmışlardı. Şimdilerin anılarında onlar da yerlerini almış… 

Gençlik zamanı Beyoğlu'nun en hoş anlarına denk gelmişti Lazaros Bey'in. Markiz, İnci, Lebon… Beyoğlu deyince aklına gelen ilk isimler oluyor. Bir de tabii meyhaneler… "Hepsine giderdik" diye anlatıyor. 

Lazaros Bey'in o günlere kadar Kasımpaşa, Beyoğlu, Eminönü'nden geçen zamanı ablasının Madam Sofia'yı görmesiyle artık ikamet değiştirmişti. 5 Kasım 1967 yılında Sofia ile evlenen Lazaros Bey, bundan böyle hayatını Yeşilköy'de sürdürdü. 5 Kasım 1968'de Yorgo'yu kucaklarına aldılar yeni yurtlarında. Tam 8 sene sonra da ikizleri… 

Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya… İstanbul'un bir köyünden bir başka semtine. Lazaros ve Yani Bey'in anılarında gezinirken İstanbul ne de küçükmüş diye geçirdim içimden.

Şimdi bir otobüste Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya doğru gitmeye çalışıyorum. Yol aynı yol değil ve İstanbul o anılardaki kadar küçük değil. Binbir zahmetle Sururi Keramet Sokak'tayım.

Lazaros Bey'in evi yok artık. Müberra, Mücella, Aşkım, Sahure'yi arıyor gözlerim. Onlar da yok. Yalnızca anılarda kalmışlar. Tıpkı İstanbul gibi…

Elimden gelse sizi o yıllara götürürüm. Biraz samimiyet biraz gerçeklik bir parça zarafet için… Ne yazık ki gelmiyor. En fazla bu. Bana hediye edilen anıları size vermek. Bana mı ne kalıyor? Bana da Yorgo kalıyor. Daha ne olsun. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU