Sanat ve insani acılar: Hakikatle yüzleşme mi, hafızayı yozlaştırma mı?

Prof. Dr. Bilal Sambur Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Diyarbakır Keçi Burcu'nda 16 Ekim'de açılan Hafıza Odası adlı sergi nedeniyle hafıza konusu yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır.

Mezopotamya, tarih boyunca çok ağır insani felaketlere ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır.

Diyarbakır, geniş bir coğrafyanın yüz yıllık ağır insani facialarını kendisinde toplayan hafızanın ve hakikatin kendisi olan şehirdir.

Coğrafyamızda yaşanan bütün insani acıların ve faciaların bir daha tekrar etmemesi için hiçbir acının ve facianın unutulmaması, unutturulmaması, hatırlanması ve hatırlatılması gerekmektedir.

Bütün insani acıların unutulmaması ve hafızada yer etmesi için düzenlenecek olan toplumsal sanat projelerine çok ihtiyaç vardır.

1943 yılında Van'da General Mustafa Muğlalı'nın emriyle gerçekleşen 33 insanın öldürülmesini anlatan Ahmed Arif'in 33 Kurşun şiiri, gerçek bir hafıza ve hakikat yapıtı olmaya devam etmektedir: 

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


Dünya, bölgede yaşananları unutabilir, görmezlikten gelebilir veya önemsemeyebilir.

Geçmişte yaşanan bütün insani acılar, hiçbir şekilde unutulmamaktadır.

Diyarbakır, unutmamaktadır.

Diyarbakır, hakikatin hatırlanması için her şeyi hatırlayan hafızanın kendisidir.

Diyarbakır, anadilinden dolayı maruz kaldığı baskıyı, çocuklarını arayan anneleri, Roboski katliamını, Diyarbakır Cezaevi'nin vahşetini, faili meçhulleri, köylerini terkeden yoksul insanların sefaletini hiçbir şekilde unutmamaktadır.


Herkes parçalı bir şekilde sadece kendi acısının hatırlanmasını ve diğer acıların unutulmasını istemektedir.

Diyarbakır'da herkesin kendi acısı ve hafızası vardır. Yası ve acıyı bizim ve onların acısı şeklinde kategorilere ayırarak sahici bir hafızayla hatırlama ve yüzleşme mümkün değildir.

Diyarbakır, Tahir Elçi'yi, Yasin Börü'yü, Ceylan Önkol'u, Taybet Ana'yı, Berfu Ana'yı, Şenyaşar ailesini, Zilan katliamını, Hasankeyf'i, Sur'un talan edilen kimliğini ve hafızasını, Kemal Kurkut'u, Aybüke Yalçın'ı, Vedat Aydın'ı, Ahmet Kaya'yı, Dersim tertelesini, yakılan köyleri, mezar evleri, faili meçhulleri, 5 No'lu vahşeti ve bütün acılar, bir bütün olarak hatırlamakta ve hafızasında saklamaktadır.

Hafızanın sağı veya solu yoktur. Hafıza, insandır ve insan bir bütündür. Hafızanın yatağı insandır.

Hafızayı bölmeden ve yasları yarıştırmadan bir bütün olarak acıları hatırlamanın ve unutturmamanın gerçek insani yollarını bulmalıyız.


İnsani acılarda, facialarda ve felaketlerde hayatları yok olan insanlardır. Hafıza, hayatları yok olan insanların hayatlarını ve hakikatlerini hatırlattığı zaman anlam ve değer taşımaktadır.

Diyarbakır'ın hafızasında kayıtlı olanlar, sahici insanların başlarına gelen hakiki felaketlerdir, acılardır, çilelerdir, katliamlardır, cinayetlerdir, baskılardır.

Sahici hafıza, isimleriyle, ruhlarıyla, bedenleriyle, hikayeleriyle sahici bir şekilde insanları hatırlamak ve o insanların hakikatini idrak etmek demektir.

Hakikat, insandır. Her insanın hikayesi, onun hakikatidir. Sanat, insanın insana yaptığı bütün katliamları, vahşetleri ve barbarlıkları unutturmamakla sorumludur.

Hikayeyi insandan ayırarark sunmak, bir sanat eserinin karanlık ve kirli tarafıdır. 


Sanat, felsefe, bilim, ahlak ve maneviyat, bütün insani facialar olurken orda değildi.

Bugün bile yaşanan insani acılar, felsefi, bilimsel, hukuksal, manevi ve ahlaki açılardan konuşulmuş, yüzleşilmiş, değerlendirilmiş ve geleceğe emanet edilmiş değildir.

Sahici anlamda sanatın, felsefenin, maneviyatın ve ahlakın, insani acılar yaşanırken orda olması ve hafızaya derinlikli bir şekilde kaydedilmesi için üzerine düşen işlevi yerine getirmesi gerekmektedir.


Aushwitz'den sonra şiir yazmanın barbarlık olduğunu söyleyen Adorno'nun şu satırları hakikat, hafıza ve yüzleşme konusunda sahici bir çerçeve sunmaktadır:  

"Auschwitz'ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğu iddiamı yumuşatmak gibi bir niyetim yok; bu söz, angaje [committed] edebiyata ilham veren dürtüyü olumsuz biçimiyle ifade ediyor.

Sartre'ın Mezarsız Ölüler oyunundaki bir karakterin sorduğu 'İnsanları kemikleri kırılıncaya dek döven birilerinin var olduğu bir dünyada yaşamanın herhangi bir anlamı var mı?' sorusu, aynı zamanda, artık herhangi bir sanat eserinin var olma hakkı olup olmadığı sorusudur; toplumdaki gerileme yüzünden, angaje edebiyat kavramında doğası gereği entelektüel gerilemenin söz konusu olup olmadığı sorusudur.

Fakat edebiyatın bu hükme direnmesi gerektiğini söyleyen Enzensberger'in cevabı da doğruluğunu koruyor:

Başka deyişle, edebiyat, Auschwitz'ten sonra var olmasının kinizme teslimiyet anlamına gelmeyeceği bir varlık göstermeli.

Gerçek acının boyutları unutuşun hiçbir türlüsünü affetmez; Pascal'ın teolojik bağlamdaki sözlerini -On ne doit plus dormir (Artık bize uyku yok!)- sekülerleştirmek gerekir.

Ama Hegel'in keder bilinci dediği bu acı, sanatı bir yandan yasaklarken bir yandan da varlığının sürmesini talep eder; acının hâlâ kendi sesini, tesellisini -onun tarafından ânında ihanete uğramaksızın- bulabildiği tek yer fiilen sanattır artık.

Çağımızın en büyük sanatçıları bunu görmüştür. Eserlerinin tavizsiz radikalliği, tam da formalizm diye karalanan özellikleri, zamanımızın kurbanlarına adanmış biçare şiirlerde bulunmayan dehşetengiz bir güç verir onlara.

Ama Schönberg'in Varşova'dan Kurtulan şarkısı bile açmazın tuzağına düşer ve cehennem etkisi yaratan dışarlıklı bir konuyu kendi formunun bağımsızlığıyla biçimlendirmeye çalışırken o açmaza tamamen teslim olur.

Schönberg'in bestesinde utanç verici bir şeyler vardır -ama Almanya'da öfke uyandıran bir özelliğinden, yani insanların her ne pahasına olursa olsun hafızalarından silmek istedikleri bir hatırayı unutmalarına izin vermemesinden ötürü değil: acıyı –ne kadar haşin ve tavizsiz olsalar da– imgelere dönüştürmek suretiyle, kurbanların huzurunda hissettiğimiz utanç yarasına tuz bastığı için.

Çünkü bu kurbanlar, onları yok etmiş bir dünyanın önüne tüketsin diye atılan bir ürün, bir sanat eseri yaratmak için kullanılmışlardır.

Dipçiklerle dövülen insanların hissettiği katıksız bedensel acının 'sanatsal' temsili, uzaktan uzağa da olsa, o acıdan haz devşirmeyi sağlama gücünü içerir. Bu sanattan çıkarılacak ders -bir an için bile olsa unutmamak gerektiği-, kendi karşıtının uçurumuna sürüklenir.

Üsluplaştırma yönündeki estetik ilke, hatta koronun vakur duası bile, tasavvur edilemez bir sonun sanki bir anlamı varmış gibi görünmesine yol açar; o sonu başkalaştırır, dehşetini hafifletir.

Sırf bu bile, kurbanlara haksızlıktır; ama kurbanları başından savmaya çalışan hiçbir sanat adalet talepleriyle de yüzleşememiştir. Umutsuzluğun sedasında bile iğrenç bir olumlamanın izleri görülür.

Daha düşük nitelikli eserler de, geçmişe sünger çekmeye yardımcı olduklarından seve seve sindirilir.

Soykırım, angaje edebiyatın temaları arasına girip kültürel mirasın parçası haline geldiğinde, cinayeti doğuran kültürle uyum içinde yaşamaya devam etmek daha kolay olur."


Hafıza, insana dairdir. Sanat adı altında facialarla hayatları kararan insanlar, nesneleştirilmemeli ve istismar edilmemelidir.

Acılardan haz devşirmek ve acıların üstünde halay çekmek, barbarlıktır ve utanmazlıktır. Hafıza, insanlığa karşı duyulan bir utanç hali yaratmalıdır.

İnsanların yaşadığı faciaların yüzeysel ve yapay bir şekilde istismar edilmesi, sanattan ziyade sergilemeye şehvet düzeyinde duyulan tatminin dışında bir işe yaramamaktadır.

Sanat, hafızayı sergileyicilik şehvetiyle sığlaştırmamalıdır. İnsani acıları ve travmaları, duyarlı, duygulu ve düşünceli bir şekilde tanımalı, anlamalı, hissetmeli, paylaşmalı ve sarsıcı bir şekilde yeniden ortaya konulmalıdır.

Duyarsız ve düşüncesiz bir şekilde yapılan kozmetik sanat faaliyetleri, yaşanan acılara şahitlik etmek gibi bir işlevi yerine getiremezler.

Kozmetik sanat faaliyetleri,  sadece şov dünyasının hızla tüketilen ucuz bir unsuru olmaktan öte gidemezler.


Sanat, hafızada kayıtlı olan hakikatle yüzleşilmesini sağlamalıdır. Yaşananların karanlık yüzüyle yüzleşilmesine katkı sunmadığı sürece kozmetik sanat faaliyetleri, sahici bir hafızanın ve hatırlamanın oluşumuna katkı sunmayacaktır.

Kozmetik sergileyicilik, hatırlatmadığı gibi, hafızanın unutmasına hizmet eden bir araç olma işlevi görür.

Başka bir ifadeyle kozmetik sanat faaliyetleri, hafızanın kozmik odasında bütün acıların hatırlanmasına değil, acıların yapaylaştırılmasına ve silinmesine yarayan bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır.

Yapay sanat faaliyetleri düzenlemek suretiyle, yaşadıkları büyük acılara ve facialara rağmen insanlara iyi olmalarını hissettirmek mümkün değildir.

Bunca acıdan ve felaketten sonra insanlar iyi hissetmiyor, Diyarbakır iyi hissetmiyor.  Diyarbakır'da yas ve acı sürüyor.


Dünya Diyarbakır'ın hafızasını taşıyacak güce ve olgunluğa henüz ulaşmış değildir.

Herkesin kendi acısını ve yasını yaşamaya devam ettiği bir coğrafyada, karanlık, yoz ve kirli kişiliklerin iğrençlikleri, utanmazlıkları ve duyarsızlıkları,  hafızayı uyarmak yerine ruhları incitmekte ve kanatmaktadır.

Gerçek sanatın görevi, sefalet, ölüm, baskı, şiddet, yoksulluk ve işsizlik girdabında hayatlarını tüketen ve yaşadıkları acılardan dolayı kendilerini iyi hissetmeyen insanların, umutsuzluklarını, çaresizliklerini ve yoksulluklarını anlatmaktır.

Hafızadaki acı olaylar hatırlanınca insanlar, kendilerini çok kötü hissetmektedirler ve iyi olmadıklarının farkına sarsıcı bir şekilde varmaktadırlar.

Sesi duyulmayanlara ses olma ve kaybolmalarına engel olma maskesine saklanan kozmetik sanat faaliyetlerinin, hatırlama ve yüzleşmekten ziyade unutturmaya ve kaybettirmeye hizmet etme şeklinde bir işlevi bulunmaktadır.

Sahici sanat, hakikati hatırlatır ve canlı bir hafızanın oluşumuna hizmet eder.


Diyarbakır'ın hafızasına sakladığı insani acıların, faciaların, yıkımların ve ölümlerin sahici bir Guernica'sı henüz yapılmış değildir.

İnsanları, renkli bir şekilde acılarıyla yüz yüze getirmek ve geçici bir rahatlama meydana getirmek, sahici bir hafıza odasında yaşananlarla yüzleşme anlamına gelmemektedir.

Gerçek sanat, insanların acılarına saygı duyan sanattır. İnsani acılara saygı duyan bir sanat ancak, Diyarbakır'da Guernica düzeyinde hakikatle yüzleşmeyi ortaya koyan bir yapıt ortaya koyabilir.

İnsani acılara saygı duymayan bir sanat aktivitesi, saman alevi gibi parlamaktan ve sönmekten ileri gidemez.


İnsanları gösteri toplumunun bir nesnesi yapan yüzeysel sanat çalışmaları, insanların, şov, eğlence ve magazin, reklam gibi kaprislerini tatmin edebilir. Hafızayı inşa etme amacı taşıyan sahici bir sanat yapıtı, yozlaştırmaz, yüzleştirir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU