Abdulrazak Gurnah'ı okumak

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Niklas Elmehed (Twitter - @NobelPrize)

Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu yılki sahibi Afrika diaspora edebiyatının önemli isimlerden Abdulrazak Gurnah.

Şüphesiz, Afrika edebiyatının bu ödüle layık görülmesi pek çok açıdan önemlidir. 

Birincisi, Afrika edebiyatının bugün dünyadaki konumu açısından anlamlıdır.

Çünkü Afrika edebiyatının çoğul sesi, ulusaşırı ve uluslararası tematik yönelimleri çoğu zaman doğru okunmadığı için "üçüncü dünya" kategorisiyle ötekileştirilebiliyor. 

İkincisi, özellikle Gurnah açısından bu ödülün bambaşka önemi var.

Ödülün Gurnah'a gitmesi şaşırtıcı oldu zira Afrika edebiyatının kanonik çizgisinin dışında adı hep anılırdı.

Afrika ve postkolonyal edebiyat kuramcıları, eleştirmenleri Gurnah'ı Afrika edebiyatının öncü yazarı olarak görmedi.

Bu elbette ki ideolojik bir sürecin sonucu değildir. 
 

 

Gurnah'ın bugün Doğu Afrika edebiyatında ana akımın içinde olmamasında, diasporada yazmasının çok etkisi yoktur.

Zira 1980'lerde Batı Afrika yazarlarının çoğu sürgünde yazıyordu. 

Postkolonyal Doğu Afrika edebiyatı dendiğinde akla gelen ilk isimler şüphesiz Kenyalı düşünür ve romancı Ngũgĩ wa Thiong'o ve Somalili Nuruddin Farah'tır.

Özellikle Chinua Achebe ve Wola Soyinka ile başlayan postkolonyal kanonik edebiyatın önemli ismi Ngũgĩ'nin ağırlığı ve oluşturmuş olduğu Afrikalılık düşüncesi Doğu Afrika edebiyatının belirgin bir özelliği olarak ortaya çıkmıştı. 

Gurnah bir söyleşisinde, Afrika postkolonyal edebiyatın kadınları dışarda tuttuğu gibi Arapfon edebiyatının içerde tutulmamasını eleştirir.

Ona göre, Afrika edebiyatı Sahraaltı'na hapsedilemez. Aslında aynı düşünceyi Ngugi, Afrika dillerini tartışırken Arapça'nın bir Afrika dili olduğu vurgulayarak savunuyordu. 
 

Abdulrazak Gurnah.jpg
Abdulrazak Gurnah


Abdulrazak Gurnah, Arap kökenli Müslüman bir yazar, Zanzibar doğumlu, Zanzibar devriminden sonra İngiltere'ye gitmek zorunda kalmıştır.

Gurnah'ın romanları bize Arapların Afrika'daki varlığını ve gücünü gösterir. 

Gurnah esas olarak Hint-Afrika sahasını tarihsel olarak diğer Afrika anlatılarına bir alternatif olarak sunar.

Güney Afrika'dan başlayarak Uganda'ya kadar uzanan Hint-Afrika hinterlandının ürettiği edebi üretimin doğal olarak tüm coğrafyanın ana sorunlarından ziyade daha yerel düzlemde kendi yüzleşmelerine ve tecrübelerine odaklanmaları, Afrika edebiyatına geç intibak etmeleri bugün kanonik eserler arasında okunmasını zorlaştırmıştır.

Bu bağlamda Güney Afrikalı romancılardan Ahmed Essop, Imraan Coovadia ve Ishtiyaq Shukri'nin romanlarını anabiliriz. 


Postkolonyal yazarlar 1950'lerde sömürgeci gramerin yok saydığı siyahlığı yeniden üretirken İslam ve Hristiyanlık gibi evrensel gramerlere eleştirel bakıyorlardı.

Gurnah'ta da bu kısmen eleştirel olsa da İslam metinlerinin ana atmosferini oluşturur.

Bu yönüyle postkolonyal yazarların ana temalarından ayrılır ancak bu da Gurnah'ın ana akımın içinde anılmamasının nedeni olamaz zira Wole Soyinka, Chinua Achebe ve Abiola Irele'nin Cheikh Hamidou Kane'nın Muğlak Macera (Ambiguous Adventure) romanını Afrika klasiği olarak takdir etmesi bu düşünceyle çelişir.
 

a.jpg
Hamidou Kane'nın Muğlak Macera (Ambiguous Adventure) adlı romanı


Esas sorun belki de Gurnah'ın yerlilere/siyahlara bakışında düğümlenir. 

Gurnah'ın metinlerinin yeterince takdir edilmemesinde yeterince siyah olmamaktan ziyade hem kıta içinde hem dışında olmasından kaynaklanıyor.

Bununla şunu demek istiyorum: Gurnah, Afrikalı göçmenlere odaklanan romanlarıyla sömürgecilik ve Afrika geçmişine yaptığı dönüşler olsa da Salman Rushdie ve Hanif Kureishi ile yan yana anılabilir.

Postkolonyal melezliği yansıtan romanları diaspora bağlamında okunduğunda hem Afrikalı olamamak hem de Batılı gözün dayattığı kimliğe uyumlu olmamak açık biçimde ortaya çıkar. 
 


Gurnah'ın romanları İletişim Yayınları tarafından yayımlanıyor, bugüne kadar Terkediş, Son Hediye, Deniz Kenarında, Kumdan Yürek ve Sessizliğe Hayranlık romanları yayımlandı.

Gurnah'ın Cennet romanı da 1998 yılında Adam Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. 
 


Cennet, şüphesiz Gurnah'ın en önemli romanıdır, bir bildungsroman olarak okuyabileceğimiz eser sömürgeciliğin Doğu Afrika'ya gelişini sorunsallaştırır.

Alman sömürgeciliğin etkisini göstermeye çalışan Gurnah, romanın ana karakteri Müslüman olan Yusuf'un Avrupalıların Afrika'daki varlığını zaman içerisinde kanıksaması konu edilir.

Karanlığın Yüreği'nde grameri tersyüz etme girişimi olarak Cennet, Gurnah'ın şüphesiz Joseph Conrad'la ve Afrika geçmişini yok eden söylemle hesaplaşması olarak okunmalıdır.

Kanonik Afrika edebiyatının tarihsellik kaygısını görebileceğimiz bu romanda Chinua Achebe'nin etkisini hayli görebiliriz. 


Gurnah'ın metinlerinde Doğu Afrika Svahili coğrafyası önemli yer edinir.

Çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir kozmopolit saha olarak çizilir, hatta zaman zaman Gurnah'ın metinlerinde ortaya çıkan çok kültürlü, heterojen bir cennet olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Şunu söylemekte beis yoktur: Gurnah'ın çocukluk takıntısı sürgünlük deneyimini bir melankoliye bile dönüştürür. 

Gurnah'ın Deniz Kenarında romanı Müge Günay Türkçesiyle yayımlandı. Romana kısaca bakmakta fayda vardır. 
 


Romandaki şu pasaj sömürge öncesi Doğu Afrika'nın içi içe geçen hareketliliğini göstermesi açısından önemlidir:

Yüzyıllardır gözü pek tüccarlar ve denizciler, şüphesiz çoğu barbar ve yoksuldu, her sene kıtanın doğu bölgesinde bulunan, uzun bir zaman önce musim rüzgârlarını almak için bir çıkıntı oluşturmuş bu sahil kesimine yolculuk ederlerdi.

Yanlarında mallarını, Tanrılarını ve dünyaya bakış açılarını, hikâyelerini, şarkılarını, dualarını ve emeklerinin ürünü sayılabilecek küçük bir bilgi birikimini getirmişlerdi. Ve açlıklarını ve hırslarını, fantezilerini, yalanlarını ve nefretlerini getirmişler, içlerinden bazılarını ömür boyu arkalarında bırakıp satın alabilecekleri, ticaretini yapabilecekleri, koparabilecekleri şeyleri yanlarında alarak götürmüşlerdi; buna satın aldıkları ya da kaçırıp köle olarak sattıkları, kendi topraklarında sefalete sürükledikleri insanlar da dahildi (29).


Bu betimlemedeki Gurnah'ın bakış açısında İslam ve Conrad'ın etkisi barizdir, çünkü İslam da Hristiyanlık da Afrika'daki yerli animist kültürün karşısında konumlanır.

Yerlilerin "barbar" olarak anılması, sömürgecilik zihniyetinin yerel gramerleri nasıl oluşturduğunu gösterir.

Yukarıda görüldüğü gibi, Gurnah'ın medeniyetçi bakışı sorunlu ve onu diğer kuşakdaşlarından ayırmaktadır.

Gurnah'ın romanlarında zaman zaman böylesi ikircikli durumları, bakış açılarını rahatlıkla görebiliriz. 
 

afp.jpg
Fotoğraf: AFP


Gurnah'ın sömürgecilik tepkisi çok net biçimde görülür romanda. İslam ya da Hristiyanlık fark etmez, din merkezli sömürge biçimlerine tepkisini romanda anlatıcı şöyle aktarır:

Sonra Portekizliler kıtayı kuşatarak o bilinmezliklerle dolu, içinden geçilmesi imkânsız denizden, öyle feci, öyle umulmadık bir atakla ortaya çıktılar ki deniz yoluyla taşınan toplarıyla Ortaçağ coğrafyasını altüst ettiler.

Dini merkeze koyarak adaları, limanları ve şehirleri çılgınca kasıp kavurdular, yerleşik halkı yağmalayıp bu gaddarlıklarıyla övündüler.

Sonra onları çıkartmak için Ummanlılar geldi ve gerçek Allah adına yönetimi ele geçirdi, beraberinde Hindistan parasını getirdiler, hemen arkasından İngilizler, ardından Almanlar, Fransızlar ve gerekli kaynaklar başka kimde varsa onlar geldiler. (29)


Çocukluk anıları pek çok postkolonyal yazarın metinlerinde farklı biçimlerde belirir.

Christopher Ouma'nın dediği gibi, çocukluk postkolonyal öznelliğin oluşumunda, özellikle diasporada önemli derecede rol oynar. 
 

Abdulrazak Gurnah2.jpg
Abdulrazak Gurnah


2001 yılında yayımlanan Deniz Kenarında romanının iki anlatıcısı vardır: Salih Ömer ve Latif Mahmut.

Roman İngiltere'de, kendi kimliğini saklamak zorunda kalan sığınmacı Salih ile Latif'in etrafında gelişir.

Latif sosyalist Doğu Almanya'da okuduktan sonra İngiltere'ye gider, bir entelektüel karakter olarak romanda yer alır, şairdir aynı zamanda.

İki Zanzibarlı anlatıcının yolları karşılaşır. Roman her iki anlatıcının geçmişini, hikâyelerini ve deneyimlerini bir araya getirme çabasındadır.

Ancak geçmiş arzu edilenden ziyade çoğu zaman uzaklaşmak zorunda olan şiddeti de içerdiği için anlatıcıların anlatımlarında yas ve melankoliyi resmeder. 


Mülteci olmak ne demektir, "Ben bir mülteciyim, sığınmacıyım. Bu kelimeler, sürekli duyulduğu için sıradan kelimeler gibi gözükseler de öyle değiller" der anlatıcı Salih romanın başlarında.

Romanda mültecilerin ortak kaderinin baskıcı ve otoriter rejimlerden kaçmak olduğunu anlatıcı şöyle ifade eder:

Hepimiz, otoritenin tam bir teslimiyet ve insanı alçaltan bir korkuya gereksinim duyduğu ülkelerden kaçmıştık ve bu otorite, günlük dayaklar, halka açık idamlar olamadan uygulanamayacağı için, bu ülkenin memurları, polisleri, ordusu, güvenlik birimleri gözü kara ayaklanmaların yaratacağı tehlikeyi göstermek amacıyla sıradan kötülük fiillerini tekrar tekrar işlerdi. Bu binanın bekçilerini çileden çıkartabilecek düzen bozucu davranışın ne olduğunu nasıl tahmin edebilirdim? (65).


Mülteci olmanın nasıl bir güvensizlik, korku ve endişe doğurduğu resmeden bu ifadeler, öteki olmanın, belki de yerliliğin demeliyim, Sartre'ın deyimiyle nasıl bir "gerginlik durumu" yarattığını görmek mümkün. 

Bu gerginlik aynı zamanda geri dönüşün korkunç resminden kaçınmak içindir, bu da Ortadoğu ve Afrika ülke vatandaşlarının sürekli yaşadığı belki kaçınılmaz bir kaderin sonucudur. 

Yine mülteci kampını anlatan şu satırlarda Ortadoğu ve Afrika coğrafyasının gençlerinin sığındığı umudu anlatılır:

Kampta yirmi iki kişiydik. Bizim binadaki on iki kişiden dördü Cezayirli, üçü Etiyopyalı, ikisi henüz ergenlikten çıkmış İranlı iki kardeşti; önceki gece, aynı yatakta, uyumadan önce birbirlerine sarılıp fısıldaşarak ağlamışlardı ve bir Sudanlı, bir de grubumuzun dinamosu, kıpır kıpır, sürekli bir şeyler salık veren, şakalar yapan, politikadan, anlaşmalardan, Unita'nın savaştaki haklılığından bahseden bir Angolalı vardı. (63) 


Peki göçmenliğin sömürgecilikle nasıl bir ilişkisi var ki!

Çünkü sömürgecilik Afrika'nın mayasını bozmaya gitmişti, siyahları önce tarihlerine, kültürlerine, dillerine, dinlerine ve en sonunda kendilerine yabancılaştırdılar.

Sömürgecilik kıtadan görünürde çekilirken arkasında bir enkaz bırakmıştı.

Tüm tebaaya da şu öğretilmişti: demokratik olmamak, bunun temelini belletmişti sömürgecilik.

Sömürge sonrası postkoloniler, Achille Mbembe'nin tabiriyle, sömürge buyruğunu bu defa kendi keyfiliği ve zorbalığı için yeniden ürettiler. 

Sömürgecilik şüphesiz güçlü bürokrasiler oluşturmuştu, sömürgeler terk edilirken o bürokrasinin Batı eliyle çökmesi, arşivlerin yok edilmesi ortaya hiçbir deneyimi olmayan ve bağımlı olmak zorunda kalan yeni liderler çıkarmıştı, demokraside diretenler bile kolonyal vesayet sayesinde etkisiz hale getirildiler. 
 


Deniz Kenarında, yaşanmış hikâyeler üzerine kurulur, romanda anılan Binbir Gece Masalları açık biçimde bu kültürel auranın kaynağını bize gösterir.

Kur'an ve Doğu masalları Gurnah'ın belleğinin biçimlenişinde, kurgusunda önemli derecede rol oynar.

Gurnah aslında bir bellek anlatıcısıdır. Bu belleğin anahtarı da Doğu Afrika'daki çocukluğudur şüphesiz. 


Salih bir süre kampta kaldıktan sonra deniz kenarında bir eve yerleşir. Romanda Salih'in haritalarla ilişkisi, Nuruddin Farah'ın 1986 yılında yayımlanan Maps [Haritalar] romanındaki Askar'ın haritalara tutkusunu hatırlatır.

Salih'in harita tutkusu şöyle anlatılır: 

Haritalarla konuşurum. Ve bazen onlar da bana bir şey söyler. Bu göründüğü kadar tuhaf bir şey değil, duyulmamış bir şey de değil. Haritalar olmadan önce dünya sınırsızdı.

Ona şekil veren, yalnızca talan edilip yağmalanacak bir yer değil, bir toprak parçasıymış gibi, sahip olunabilecek bir şeymiş gibi görünmesini sağlayan haritalardı. (54)


Salih haritaların insanların tahayyülünün sınırındaki yerleri anlamlandırdığını söyler. Harita biriktirerek onlarla konuştuğunu iddia eder Salih.

Haritaların sömürgeci kartografiyi temsil ettiğini düşündüğümüzde gerek Askar'ın gerekse Salih'in sömürgeci iktidarların, dolayısıyla modernitenin belirleyiciliği karşısında bir kimliğe zorlanmalarını bu bağlamda anlayabiliriz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU